Unutmak ne mümkün, peki ya unutulma hakkı?

Unutulma hakkı, temel bir hak... Bebeklerin, çocukların, gençlerin, yetişkinlerin, engellilerin, yaşlıların bu süreçte kişisel haklarını gözeten, mahremiyetlerini üstün yarar konusu haline getiren bir dil ve uygulamayı da çok geç olmadan –ve her deprem anında sil baştan yapmadan- içselleştirmemiz gerekiyor. Yoksa unutmak mümkün mü? Ama unutulmak, evet...

Menekşe Tokyay meneksetokyay@gmail.com

“İnsan bazı güçlüklerden,
ancak onları unutmak suretiyle kurtulabiliyor albayım.”
Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar

Bir yandan camdan yansıyan yüzünü izliyor, bir yandan da tozlu camın hemen ardında unufak olan çocukluğunun izlerini...

O sırada ilkokul öğretmeni tahtada ana ve ara renkler arasındaki ayrımı anlatırken, bir kulağını ona veriyor, diğer kulağı da kendi çocukluğunun yitip giden renklerinde... Tıpkı depremin merkez üssü Pazarcık’taki o duvar yazısı gibi: “Enkaz altında gitti çocukluğumuz”...

Fotoğraf: Burak Tatari

Az ötede, birkaç metre ileride, bir apartmanın enkazı kaldırılıyor kocaman buldozerler eşliğinde. Herhangi bir apartman da değil orası... Ömrünün on yılının geçtiği, ders çıkışı önünde top kovaladığı, gündelik işten dönen annesinin yolunu gözlediği, deprem sırasında adeta havada asılı kalan balkonunda bir zamanlar sakız sardunyalar yetiştirip pamukta fasulye deneyleri yaptıkları, çocukluğunun simli çerçevesi, adeta bir düş sandalıydı o 10 katlı apartman...

Geriye sadece binanın molozları kaldı. Ve o sırada yan odada kaybettiği anneciğine dair anıları... Babası zaten iki sene önce onlara veda etmişti bir kalp krizi sonucunda. Enkazdan ilk kez o çıkarılmıştı. Annesinin de onun hemen ardından kurtarılacağını umut etmişti saatler boyu, ama nafile.

Annesinden sonra en çok sevdiği kadın olan sınıf öğretmeninin sesiyle irkildi ve hatıralarından sıyrıldı. “İyi misin?”. En cılız sesiyle, “Evet,” diye yanıt verdi.

Hiç kimsesi kalmadığı için onu emanet ettikleri amcası, “erkek adam ağlamaz, içine at gözyaşlarını” dediği için artık ağlayamıyordu da...

“Ne hissediyorsun?” diye sordu öğretmeni, aldığı kısacık yanıttan tatmin olmayarak. “Hiç”, dedi. Koca bir hiç... Unutmak istediği koca bir boşluk duygusu...  

“İyi ki bu kabustan uyandım,” dedirten kötü bir rüya olmasını ve yine annesinin etrafa ıhlamur kokusu yayan sıcacık göğsünde uyanmayı isterdi.

Öğretmeni, yaşadığı bu duygusal olayın ardından öğrencisinin herhangi bir görselini sosyal medya hesaplarında paylaşmadı. Çünkü onun mahremiyetine ve dijital planda “unutulma hakkı”na önem veriyordu. Depremin ortadan ikiye yardığı çocukluğunun sonraki hayatında onu uğursuz bir gölge gibi takip etmemesini, zeka küpü öğrencisinin 21 Mayıs günü düzenlenecek olan Darüşşafaka giriş sınavlarını geçerek hayatının geri kalanını kurum koruması altında geçirmesini istiyordu sadece.

Onunla yaşadığı bu anıyı ise sadece bana telefonda, öğrencinin ismini dahi vermeden hıçkırıklar içerisinde aktardı, bu çocuğun geleceğine dair endişelerini sıralarken...

Üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen yetişkinlerin de çocukların da geleceği, duygu durumları büyük bir kaos ve belirsizlik içerisinde...

Şubat ayını tüm bölge sakinleri açısından büyük bir trajediye sürükleyen deprem silsilesinin ardından çocukların yaşadıkları maddi ve manevi kayıpları unutabilmeleri şu an için pek kolay olmasa da, onların dijital dünyada “unutulma hakkı” ve özel hayatın gizliliği olduğunu her fırsatta anımsamamız gerekiyor.

Peki özellikle afet dönemlerinde sık sık işittiğimiz ve özel hayatın gizliliği ana çatısı altında ele alınan “unutulma hakkı” ne demek?

Toplumu duygusal olarak sarsan dönemlerde, dijital medyaya saniye başına düşen görsel verilerin yıllar içerisinde birikerek söz konusu kişilere dair bir dijital bellek oluşturduğu ve gerek mahremiyet duygusunu gerekse hukuksal korumayı yok ettiği uzun zamandır uzmanların dikkat çektiği bir sorun.

Bu sadece deprem, sel, yangın gibi doğal afetlerle de sınırlı değil; sosyal medya ebeveynliği ve çocukları üzerinden dijital medyada para kazanan, çocuklarını birer reklam objesine dönüştüren anne-babalar için de geçerli bir uyarı. Zira tüm bu tercihler, çocuğun kişilik haklarının ve özel hayatının ihlaline yol açıyor.

Birisinin “ne olacak ki, bu acılı günlerde umut oluyor çocuk görseli paylaşmak” diyerek sorumsuzca sosyal medya hesabınıza yüklediği veya paylaşımına aracı olduğu bir anlık paylaşım, ister fotoğraf, ister video, ister adres, ister diğer kişisel bilgiler olsun, o çocuğun yetişkinlik ve sonrasını da kapsayan bir ömürlük etiketleme sürecini tetikleyen ilk kıvılcım oluyor.

İlkokul öğretmenini yıllar sonra sosyal medya üzerinden yeniden bulduğunda onun paylaştığı ve kendisinin de içinde yer aldığı bir deprem fotoğrafında annesinin acısı yeniden diriliyor, ömürlük travmalar tetikleniyor, hayata dair öfke ve kırgınlıklar yeniden alevleniyor.

Sosyal medyada paylaştığımız her şeyden ama her şeyden sorumluyuz, çünkü toplumsal fayda ve zarar dengesi bunu gerektiriyor.

Dolayısıyla unutulma hakkı, kişinin geçmişte dahil olduğu bir suç, saldırı veya felaketle sonraki yaşantısında ilişkilendirilmeme, o yükü tüm yaşantısı boyunca omuzlarında taşımama özgürlüğünü içeriyor. Çünkü ortalığa saçılan tüm kişisel veriler günün birinde çocuğun siber zorbalığa konu olması, iş başvurularında damgalanması, kayıpların tetiklediği travmalarından bir türlü kurtulamaması, hatta ileride seçeceği meslek veya toplumsal konumuyla bağlantılı olarak saygınlığının zedelenmesi, bir türlü yeni bir başlangıç yapamaması gibi tehditleri beraberinde getiriyor. Zira o çocuk ileride “deprem çocuk” olarak anılmak istemiyor.

1999 Marmara depreminin ardından o dönemde çocuk olanların yetişkinlik süreçlerinde benzer rahatsızlıklar sık sık yaşandı ve “depremzedelerin haysiyetinin, onurunun, geleceğinin olduğunu herkes hatırlasın” uyarıları bizzat Gölcük’teki depremzedeler tarafından yapıldı.

Tam da bu yüzden, özel hayatın gizliliğine saygı başlığı altında, enkaz altından çıkartılan çocukların görüntülerinin paylaşılmaması, enkazdan kurtulur kurtulmaz ekiplerden köfte-ayran isteyen çocuğun videosunun günlerce paylaşılarak ona bedava köfte gönderen şirketlerin isminin PR kurnazlığıyla sıra sıra yazılmaması, onların üzerinden mesaj vermek için sıraya giren siyasetçilerle aynı kareye girmemeleri, deprem alanlarında hediye dağıtılırken çıplak ayaklı, paltosuz, üşüyen çocukların kamera önüne konmamaları gibi birçok uyarı uzun zamandır yapılıyor.

Deprem sonrası farklı siyasi partilerin temsilcileriyle aynı karede yer alan çocukların ileride bir kamu görevi olması veya o karedeki kişilerle anılmak istemeyeceği siyaset-üstü bir görevi olması durumunda, zamanında paylaşılan bu kareler, onun unutulma hakkına büyük bir zarar vermiş oluyor. Ama ne hikmetse tüm bu uyarılar görmezden geliniyor ve herkes yine bildiğini –veya yanlış bildiğini- okumaya devam ediyor.

Unutulma hakkı, temel bir hak... Ancak kavramın geçmişi aslında çok eski değil... 2009 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden emsal niteliğinde bir karar geldi: Reklos ve Davourlis v. Yunanistan (15.1.2009) kararında, 1 Nisan 1997 tarihinde doğan bir bebeğin, ebeveyninin izni olmadan hastanede fotoğrafının çekilip paylaşılması, mahremiyet ihlali olarak kabul edildi.

2012 yılında ise, Avrupa Komisyonu’nun adalet ve vatandaşlıktan sorumlu üyesi Viviane Reding’in açıklamalarıyla “unutulma hakkı” (right to be forgotten) ilk kez gündeme geldi.

Ardından 2014 yılında Avrupa Adalet Divanı bu konuda bir karar vererek bireylerin geçmişte kendi rızaları dışında paylaşılan kişisel bilgilerini dijital bellekten sildirme hakkı olduğuna dair karar vererek konuya hukuki dayanak kazandırdı.

Örneğin çocuğun deprem sırasında enkaz altından çaresizce çıktığı ve “çok acıktım köfte istiyorum” dediği videoyu sildirmek istemesi, unutulma hakkı kapsamında. Zaten, çocuğun yüzünün gözükmesinde kamusal bir faydanın olmadığı bu tür videoların ebeveyn izni alınmadan çekilmesi durumunda tazminat ve cezai sorumluluk doğabiliyor.

Unutulma hakkı kişinin kendisinden habersiz şekilde üçüncü kişiler tarafından oluşturulan ve yayılan içerikleri de kapsıyor.

Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8.maddesinde özel hayat ve aile hayatına saygı hakkı da bu hakkı kapsıyor.

Yargıtay, unutulma hakkını 2015 yılında şöyle tanımlamış: “Üstün bir kamu yararı olmadığı sürece, dijital hafızada yer alan geçmişte yaşanılan olumsuz olayların bir süre sonra unutulmasını, başkalarının bilmesini istemediği kişisel verilerin silinmesini ve yayılmasının önlemesini isteme hakkı”.

Türkiye’de 2016 yılında, henüz çocuk yaştayken hakkında uyuşturucuyla bağlantılı üç farklı haber yapılan kişinin Anayasa Mahkemesi’ne başvurusu, “unutulma hakkı” öne sürülerek kabul edildi ve “Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür,” diyerek kişiye dair dijital arşivde yer alan uyuşturucu geçmişine dair bilgilerin silinmesine hükmetti.

Dolayısıyla, özel hayatın mahremiyeti ana çatısı altında unutulma hakkı, kâh daha sonraki yaşantısı açısından “yüz kızartıcı” veya onurunu zedeleyen bir eyleminin dijital ayakizlerini sildirerek yeni bir başlangıç yapma imkanı tanıyor, kâh deprem, sel gibi doğal afetler sırasında kişinin savunmasız görsellerinin paylaşılmasının önüne geçerek onu bu tür olaylarla ilişkilendiren dijital bellekler yaratılmasının önüne geçiyor.

Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 20.maddesi “özel hayatın gizliliği”ni koruduğu, 17.maddesi ise bireyin kişisel şeref ve itibarını “manevi varlık” kapsamına aldığı için unutulma hakkıyla ilintili bir dayanak olarak kabul ediliyor.

Dolayısıyla, deprem bölgelerinde farklı zaman dilimleri ve coğrafyalarda yıllardır paylaşılan, kamusal alanlarda sergilenen çocuk görüntüleri ve kimlik bilgileri, yasaların da ihlali anlamına geliyor ve Türkiye’de geçerli hukuka karşı geliniyor.

Tüm bu kakofoni arasında gözden kaçmış bir detay var: 28 Şubat günü, İstanbul Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü personelinin depremde refakatsiz kalmış 10 bebeği Hatay’dan teslim alarak İstanbul’a getirdiğini gösteren ve Instagram hesabına hiçbir mahremiyet hakkı gözetilmeksizin yüklenen bu videolar işte bu yüzden yanlıştı.

Özü itibariyle çocukları koruyup kollamaktan, onların üstün yararını gözetmekten, onların her türlü hakkını her şeyin üzerine konumlandırmaktan sorumlu olan bir kurum, bebekler için bir klip hazırladı, bebeklerin yüzlerini alenen gösterdi ve hem onların mahremiyetini hem de unutulma hakkını ihlal etti. Bebeklerin tüm ömürleri boyunca peşleri sıra gelecek etiketleri, kimsesizlikleri ve savunmasız halleri de dijital arşive yüklemiş oldu. Hem de onları gözünden bile sakınması gereken Bakanlık eliyle...

Unutulma hakkı, kişisel açmazlarımız, trajedilerimiz, hatalarımız ve acılarımız açısından yeni bir başlangıç yaratma fırsatı verse de elbette “toplumsal acıların unutulması”, Şükrü Erbaş’ın tabiriyle, “ipimizi kendi elimizle celladımıza teslim etmekten başka bir anlam taşımaz”.

Bir çocuğu annesiz bırakan, bir anneyi çocuksuz bırakan, bir aileyi evsiz bırakan, bir mahalleyi binasız bırakan bu kokuşmuşluğu, bu kural tanımaz kapitalist açgözlülüğü, bu cehaleti asla unutmayacağız. Ama bebeklerin, çocukların, gençlerin, yetişkinlerin, engellilerin, yaşlıların bu süreçte kişisel haklarını gözeten, mahremiyetlerini üstün yarar konusu haline getiren bir dil ve uygulamayı da çok geç olmadan –ve her deprem anında sil baştan yapmadan- içselleştirmemiz gerekiyor.

Yoksa unutmak mümkün mü? Ama unutulmak, evet...

Tüm yazılarını göster