Latife Tekin, unutmak hakkında kaleme aldığı destansı eseri Unutma Bahçesi’ni şu cümleyle açar: “Bomboş unutabilsek, unutmadan yanayım ben... Ama unuttukça insanın anıları çoğalıyor.”
Bir Avrupa ülkesinin bir yılda anca yaşayacağı gündemi bir güne sığdırabilen bizim ise, bazı kritik olayları unutma lüksümüz yok. Çünkü örneğin unuttukça, nar çiçeği rengi rujunu ayna karşısında sürekli tazelercesine Z kuşağına da sürekli kötü sıfatları yüklemeye devam ediyoruz.
Unuttukça, Z kuşağının belki de birkaç saat veya gün öncesinde ortaya koyduğu ve haberleştirilen başarılarını, cesurca adımlarını veya kırgınlıklarını yok sayıyoruz.
Yarını doğru anlamlandırmamızı zorlaştıran, dün yaşadığımız deneyimleri zihnimizde doğru konumlandıramamız değil midir?
Bu açıdan birkaç gün önce Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin mezuniyet töreninde mezun hekimlerin temsilcisi Kaya Avşar’ın konuşması, uzun zamandır haklarında herkesin ahkam kestiği Z kuşağına dair birçok kalıp yargıyı parçalar nitelikteydi.
Pırıl pırıl bir genç olan Avşar’ın akademik özerklikler ve bilimsel özgürlükler odaklı olan ve mantığa, nezakete ve bilime aykırı herhangi bir yanı olmayan konuşmasını kesmek isteyen Dekan’ın bu tavrı protesto edilirken, Avşar, konuşmasını Atatürk’ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözleriyle sonlandırdı.
“Bilim baskıların, siyasi kaygıların olmadığı, demokrasinin ön planda olduğu özgür platformlarda ilerler,” dedi Dr. Avşar. “Hekimler olarak insani koşullarda çalışmayı, emeklerimizin karşılığını almayı istiyoruz. Hastalarımıza nitelikli sağlık hizmeti vermeyi, yaşatmayı istiyoruz. Vicdanımızla baş başa bırakılmayı değil, hep beraber olmayı istiyoruz. Merhamet değil, haklarımızı istiyoruz” diye ekledi.
İnsanın kalbini hem ısıtan, hem de sızlatan bir konuşmaydı bu. Önce nefese, sonra sese, ardından da sözcüklere döküldükçe anlam kazanan, evrende kendine yer bulan eleştirilerdi bunlar. Siyasi, ekonomik ve toplumsal sebeplerle hayallerinin çok azını gerçekleştirebilen bir neslin geleceğe dair uyarısı ve umuduydu aynı zamanda…
Aynı gün ise Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü tarafından, yeni mezun olan bazı öğrencilerin mezun kartları “kampüste yapılan gösteri ve eylemlerle üniversitenin huzur ve güvenliğini bozdukları” gerekçesiyle iptal edilmiş ve kampüse girişlerinin engelleneceği yönünde kendilerine e-posta gönderilmişti.
Öncesinde ise İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi mezuniyet töreninde Hipokrat Yemini değiştirilerek "hastanın cinsel yönelimi" kısmı sansürlendi. Ancak yemini okuyan bazı öğrenciler sansürlenen kısmı söylemeye “inatla” devam etti. Çünkü yeni nesil şunun farkındaydı: Bu kritik yeminden birisi cinsel yönelimi çıkarırsa, diğeri de etnik kökeni çıkarır, beriki siyasi düşünceler üzerinden ayrımlar getirmeye kalkışır. Sonra sağlık hizmetini almak için “makbul” vatandaş tanımı getirilir.
Bu yıl Türkiye’de tıp fakültesi mezunu 50 doktor Amerika’daki ihtisas programlarına yerleşerek el üstünde tutulacağı bir ortamda bilimlerini icra edecekler. Türk Tabipleri Birliği’ne Haziran’da 229, bu yılın ilk altı ayında ise 1171 hekim, “iyi hal belgesi” almak için başvuruda bulundu.
Çarşamba günü hekimler için yaratılan cehennemin içinde Konya Şehir Hastanesi’nde silahlı saldırıya uğrayan kardiyoloji uzmanı hayatını kaybetti.
Yetişmiş hekimlerin bir kısmı, yurtdışına göçüyor. Türkiye’de kalan hekimlerin ise her gün fiziksel ve sözel saldırıya uğradığı bir ortamda, aklın ve bilimin ışığından ayrılmayan Z kuşağının kendi branşlarında yaşanan zorluk ve hataları cesurca dile getirmesi başlı başına bir umut sebebi.
Z kuşağı, kendilerine atfedilen onca klişe nitelendirmeye rağmen, cesurca konuşmaya, demokratik hak taleplerini ortaya koymaya başladılar bir süredir. Çünkü onlar bilginin, eğitimin, fedakarlıklarının itibar gördüğü yerde durmak istiyor.
Evet, çoğu yurtdışında yaşamak istiyor. Ama bu kararı verirken de ülkeyi yangın yeri halinde bırakmaya gönülleri razı değil.
Kendilerine ne zaman söz hakkı verilse – bu meclis kürsüsü de olur, bir mezuniyet töreni de, kısıtlamaların el verdiği ölçüde sosyal medya paylaşımları da- sisteme dair eleştirilerini de dile getiriyorlar.
Zaten Konrad-Adenauer-Stiftung (KAS) Derneği’nin Z Kuşağı araştırmasında ortaya çıktığı gibi eğer Türkiye’de Z kuşağının yüzde 73’ü yurtdışına gitmek istiyorsa, oradaki fırsatlarla Türkiye’dekileri kıyaslayıp eleştirel aklı devreye soktukları için bu karara varıyorlar. Z kuşağı, bugününe ve geleceğine analitik ve kıyaslamalı bakıyor.
Onların tek beslenme kaynakları sabah kuşaklarında onlara “Z kuşağı oy kullanmasın” diyen kendinden menkul ünlüler değil. Önlerindeki devasa dijital kaynaklara tek tıkla erişimin verdiği bilgi gücü ve gençliklerinin verdiği cesaretle konuşuyorlar, eleştiriyorlar.
Dolayısıyla, Antik Yunan’da filozof Sokrates’in “Günümüzün gençleri lüksü seviyorlar. Şımarıklar, otoriteye baş kaldırıyorlar, yaşlılara saygı göstermiyorlar, çalışmak yerine laklak etmeyi seviyorlar. Çocuklar artık ailenizin hizmetçisi değil, tiranı olmuş durumda. Yaşlılar içeri girince ayağa bile kalkmıyorlar!” dediği çağdan çok daha ötedeyiz. Zaten aynı Sokrates bir yandan da pırıl pırıl genç filozofları da yetiştirmişti.
Lüksü seven, şımarık, saygısız, tembel gençler elbette var. Hep de oldu. Nesiller arası anlaşmazlıklar ve farklılıklar da hep yaşandı. Ama Türkiye’deki yeni nesilde gözlemlediğim şey, sistemdeki aksaklıkları, hataları ve kötüye gidişi dönüştürmek isteyen güçlü bir dip dalganın da yine gençler arasında güçlenmesi… Bu da analitik bir eğitimle, sorgulama yeteneğiyle ve onları küçümseyen tüm kalıp yargıları çürütürcesine konuşma cesaretiyle kendini gösteriyor.
Hacettepe’de medeni, doğru, cesur ve etkili konuşan bir genç hekimin bir konuşmasıyla çürüttüğü Z kuşağı yanılsamalarını her gün çevremizde farklı örnekler, başarı öyküleri ve mücadelelerle görüyoruz. Kimisi Salı günü meclis grup oturumlarına konuk oluyor, kimisi soru önergelerine, kimisi gazete köşelerine, kimisi de bilinçli bir unutuşa…
Koç Üniversitesi taşeron temizlik işçileri sosyal hakları için -bayram ikramiyesi ve erzak kolisi- imza toplayıp dilekçe verdikleri için suçlanıp sürülürken, üniversitedeki öğrenciler de kampüslerini paylaştıkları işçilerin yanında saf tutup onların demokratik haklarını koruyup emeklerinin karşılığını almaları için birlikte mücadele ediyorlar. Çünkü onlara kitaplarda, makalelerde kendilerine teorik olarak öğretilen, vize ve final sorularında işçi hakları, emek, istihdam konularında sorulan soruların “doğru” yanıtlarının gerçek hayatta karşılığının olmasını istiyorlar.
Gençliğin bizden temel bir beklentisi var. Onlar, hayallerinin politize edilmesi yerine, kendi değerleri, güçleri, beklentileri ve hayallerini gerçekleştirme araçlarıyla birlikte bizim onlara el uzatmamızı bekliyorlar.
Boğaziçi'nden sonra ODTÜ'de de -yani ülkenin prestijli üniversitelerinden ikisinde- her yıl Devrim Stadyumu’nda yapılan toplu mezuniyet töreninin iptal edilmesi, gençlerin zekasından, yaratıcılığından, cesaretinden, korkulduğunun en bariz göstergesi.
Onlar, toplumda hem kendilerine, hem de toplumu oluşturan diğer unsurlara – temizlik işçilerinden, LGBTİ+ bireylere, kadınlara, öğretim görevlilerine dek- herkese eşit saygı ve takdir gösterilmesini istiyorlar.
Onlar, kendilerine atfedilen “çok sabırsızlar”, “çok şımartıldılar”, “sorumluluk sahibi değiller” şeklindeki klişelerin ötesinde kendilerini anlatmak istiyorlar.
Kimbilir belki de Z kuşağı gibi kalıpların içine de hapsedilmek istemiyorlar. Çünkü artık yaş gruplarını nesil çerçevelerinin içine hapsetmek de ayrı bir ayrımcılık biçimine dönüşüverdi. Belki bu çerçeveleri kırarsak, nesiller arası anlayış, bilgi ve deneyim alışverişi ve uzlaşma da güçlenecek.
Ailesinin imkanı olmadığı için üstün yetenekli olarak kazandığı bir yurtdışı konservatuvarına gidemeyen bir gencin, müzik eğitimindeki fırsat eşitsizliğinin tavan yaptığı bir ortamda sönen umutları, ideallerine sıkı sıkıya bağlı olarak ülkesinde icra etmek istediği mesleği başında her türlü şiddete maruz kalan sağlık çalışanının kırgınlığına, şansı yaver gittiği için bulduğu bir eğitim bursu sayesinde Avrupa’nın en prestijli dans okullarından birinde okumak üzere belki de bu satırlar yazılırken bavulunu toparlayan umut dolu bir genç balerine dek büyük ve ümitvar bir gençlik anlatısı var önümüzde…
Türkiye’de üniversitelerin ve genç kuşağın halini en iyi mezuniyet törenlerinde görmeye başladık. Yuhalamak, susturmak, hedef göstermek yerine büyük resmi anlamlandıralım, büyük resmi alkışlayalım, cesaretlendirelim. Sorun belki de gençlerde değil, onların konuşmasını kesmek isteyen yetişkinlerdedir. Sorun belki bizim zihinsel kalıplarımızdadır. Ne dersiniz?