Hatırlayan var mı bilmiyorum ama bir dönem coşkuyla kutlanan bir “bayram”ımız vardı: 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı. 27 Mayıs, 1960 yılında darbenin yapıldığı ve Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Parti iktidarının sonlandırıldığı tarih. Darbeciler tarafından kurulan Milli Birlik Komitesi, 1963 yılının 3 Nisan günü, 27 Mayıs’ı “bayram” ilan etti. Bu bayram, 1982 Anayasasının yürürlüğe girmesini müteakip, 12 Eylül 1980’de yapılan darbeyle iktidara gelen Milli Güvenlik Konseyi tarafından kaldırıldı.
27 Mayıs, kimilerince darbe değil devrim olarak nitelendirilmiş, coşkuyla karşılanmıştı. Sonrasında hazırlanan anayasa, memleketin özgürlükçü anayasalarından biri ama bu, darbeyle özgürlüğün geldiğini göstermiyor. Menderes’in baskıcı rejiminden kurtulanlar, bunun böyle olduğunu iddia ediyor ama sonrasında yaşananlar, durumun fenalığını gösteriyor. Darbe, her kime karşı yapılırsa yapılsın kötü bir şey. Hedefini değil, bütün memleketi etkiliyor ve her darbe sonrasında darbecilerce şekillendirilen bir idare hâli gündeme geliyor. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980, memleket tarihinde üç büyük kırılma noktası. Üçünde de yönetim değişti ve memleket darbecilerce şekillendirildi. Birinin yaptığını diğeri sevmedi, icraat böyle şekillendi. 27 Mayıs’ta kutlanan Anayasa ve Hürriyet Bayramı, 12 Eylül darbesinden sonra kaldırıldı -ki bunun öncesinde, 1981 yılının 27 Mayıs günü yaşanan bir hadise var. O gün, Milli Birlik Komitesinin yaşayan üyeleri Anıtkabir’e yürümeye kalkmış, bu “eylem”, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığınca engellenmişti. Sonrasında “bayram” kaldırıldı. Bugün ne bu bayramı hatırlıyoruz ne de kim tarafından nasıl kaldırıldığını…
Hatırlamadığımız çok şey var. 27 Mayıs sonrasında yapılan şarkılar ve marşlar mesela… Öncesi de müzikli: Sözleri değiştirilen “Osman Paşa Marşı”, darbenin habercisiydi. Dönemin Turizm ve Enformasyon Bakanlığı tarafından yayımlanan bir kartpostal plakta karşımıza çıkan bu marşın “yeni” hali şöyleydi: “Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu / Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı // Türk gençliği korkmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor / Atatürk’ün evlatları / Hak yolundan çıkmam diyor...” Marş, aynı dönemde, Behiye Aksoy tarafından bir taş plağa okunmuş, plağın arka yüzüne “Zafer Yolları” adlı bir başka marş konmuştu. Bu, Sivil Mehter Takımı eşliğinde seslendirilen ve sonrasında Hasan Mutlucan’ın sesinden darbelerin simgesi olan “Yine de Şahlanıyor”un coşkulu bir versiyonuydu. Aksoy, “Osman Paşa Marşı”nı plağa alırken “diktatörler”den söz etmemiş, sözleri yumuşatmıştı: “Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu / Hürriyete susayınca / Türk gençliği hiç durur mu?” Aynı dönemde yayımlanan bir başka plakta, Nuri Sesigüzel, A. Nail Bayşu imzalı bir şarkıyla darbecilere selam çakıyordu: “Türk ordusu geçti başa / Yaşa şanlı ordu yaşa / Hürriyeti verdin bize / Türk ordusu binler yaşa // Türk ordusu hazır oldu / Gece saat üçü vurdu / 27 Mayıs günü / İçimiz sevinçle doldu // Türk milleti Türk milleti / Kim istemez hürriyeti / Hürdür daim hür kalacak / Bu şan vermiş Türk milleti…”
“Osman Paşa Marşı”, yeni sözleriyle ilk kez 28 Nisan 1960’ta Beyazıt Meydanı’nda öğrencilerce yapılan protesto gösterisinde söylendi. 5 Mayıs’ta Kızılay’da yapılan ve 555K parolasıyla anılan büyük gösteride, dillerde yine bu marş vardı. Haldun Dormen, anılarında, Beyoğlu’nda bir gösteride kol kola girerek bu marşı söyleyen Ayfer Feray, Duygu Sağıroğlu ve İsmet Ay’ın askerler tarafından dipçiklendiğini anlatıyor. Marşın kaynağına dair rivayet çok ama bir kaset kapağında, şu cümlelere rastlıyoruz: “[bu marş] Ruhi Su tarafından, 1960 yılında, 28-29 Nisan olaylarında yazılıp söylenmiştir. 27 Mayıs harekâtının simgesidir.” Cümleler, Sıdıka Su’ya ait. Sıdıka Hanım, 1993 yılında, eşi Ruhi Su’nun ölümünün sekizinci yılında yayımlanan “Uyur İken Uyardılar” adlı albüme bu marşın Ruhi Su tarafından seslendirilen ve o güne kadar gün yüzüne çıkmamış bir yorumunu almış ve bu cümlelerle sunmuştu.
27 Mayıs’la ilgili şarkı çok. Öncesinde ve sonrasında yapılanların bir kısmını, dört yıl önce yazdığım bir yazıda derlemiştim. Aynı yazıda diğer darbelerden de söz etmiş, sözü 15 Temmuz’a getirmiştim -ki duvaR için yazdığım ilk yazılardan birinde de 15 Temmuz sonrasında yapılan şarkılar ve marşları anlatmıştım.
15 Temmuz, geçtiğimiz hafta, coşkusuz törenlerle kutlandı. Çanakkale’deydim, evimin az ilerisinde kurulan sahnede mehterli, ilahili, “oratoryo”lu bir “demokrasi şöleni” sahnelendi. Polis kordonuyla kapatılmış bir alanda, elli-altmış kişinin katılımıyla yapılan bu beş saatlik “kutlama” o kadar sıkıcıydı ki, sunucu, bir süre sonra sözü ‘lütfen gitmeyin”e getirdi ve sandalyelerin boş kalması üzerine durumu “buradaki bir kişi bin kişiye bedel, burası şehitler diyarı Çanakkale, biz burada aslında binlerce yüreğiz” gibi hamasi cümlelerle kurtarmaya çalıştı. Bayram gibi kutlanamayan, halkın katılmadığı bir “bayram”dan söz ediyoruz. Recep Tayyip Erdoğan, “bayram” müjdesini, 2016 yılının 29 Eylül günü yapılan 27. Muhtarlar Toplantısı’nda vermiş, dönemin başbakanı Binali Yıldırım, aynı yılın 11 Ekim günü meclise bir yasa teklifi verdiklerini açıklamıştı. 15 Temmuz, 29 Ekim 2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan bir yasayla Demokrasi ve Millî Birlik Günü ilan edildi. Pandemi şartlarında bile kutlanan tek “bayram”ımız bu. Dinî bayramlar bir yana, millî bayramlar uzun zamandır çeşitli vesilelerle kutlanmıyor. Çocukluğumuzda coşkuyla katıldığımız ve izlediğimiz stadyum gösterileri, şenlikler, geçit törenleri ve fener alayları çok zaman önce kaldırıldı. Anıtkabir’e “mecburen” yapılan bir ziyaret ve “saray”da düzenlenen az katılımlı bir resepsiyon dışında herhangi bir bayramda kutlama yapılmıyor. 15 Temmuz, halk katılımıyla kutlanması öngörülen bir bayram ama bu yıl gördük ki kutlamalar yine cılız. Sonrasında okunan salalardan söz etmiyorum bile.
Halkın coşkuyla katıldığı bayramları yasaklayanlar halkın katılmadığı “bayram”lar yapmaya çalışıyor. 27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı, görece coşkulu bayramlardan biriydi ama artık yok. O dönem bütün caddelere, köprülere, okullara ve başka bir sürü yere 27 Mayıs’ı hatırlatan isimler verilmişti. 12 Eylül sonrasında da yapıldı bu ve başta okullar, bir sürü yer, Kenan Evren ve arkadaşlarının isimleriyle donatıldı. Bugün bunların hiçbiri yok. Hatırlamıyoruz bile. 15 Temmuz sonrasında meydanlara, okullara, otogarlara, aklınıza gelebilecek her yere “15 Temmuz Şehitler” ve “15 Temmuz Demokrasi” isimleri yakıştırıldı. Bogaziçi Köprüsü’nün adı bile 15 Temmuz Şehitler Köprüsü olarak değiştirildi. Bu isimler şimdilik böyle ama öncesinde gördüklerimiz gösteriyor ki böyle kalmayacak. Halk, hâlâ o köprüye Boğaziçi Köprüsü diyor. Bu bile önemli bir gösterge.
Bu yazı müziksiz oldu. Zorla (ve göze girmek için) yapılan 15 Temmuz şarkılarından, o günü anan coşkusuz marşlardan söz etmek içimden gelmiyor. Elbet bir gün bunları da yazacağız ama şimdi erken. “Bir zamanlar böyle bir şey vardı” minvalli cümlelerin kurulacağı günler gelecek. Ben görür müyüm, yetişir miyim, bilmiyorum ama yıllar sonra bugüne bakanlar bu şarkıları kayboldukları karanlıktan çıkartacaklar. Şu var: 15 Temmuz sonrası yapılan şarkıların hiçbiri, kuşaktan kuşağa yayılmayacak, dilden dile söylenmeyecek. Çoğu çoktan unutuldu bile. Bir gün “bayram” da unutulacak. Tıpkı 27 Mayıs gibi.