Kenneth Branagh, 2017 tarihli "Doğu Ekspresinde Cinayet" ve geçen yıl izlediğimiz "Nil’de Ölüm"ün ardından Agatha Christie evrenindeki yolculuğuna "Venedik’te Cinayet" (A Haunting in Venice) ile devam ediyor. Film, Agatha Christie’nin 'Elmayı Yılan Isırdı' adlı romanından "Nil’de Ölüm"de de imzası bulunan Michael Green tarafından senaryoya aktarılmış. Branagh da bir kez daha Hercule Poirot olarak karşımızda.
Polisiyenin kurucuları arasında gösterilen Christie, sinema için de olmazsa olmaz entrika ve gizemi bol biçimde kullanmıştır eserlerinde. Aynı zamanda kalabalık kadrolarıyla şüpheli sayısını daha da artıran bir yapısı var eserlerinin. Christie romanlarındaki "herkesin katil olabileceği, daha doğrusu herkesin cinayet işlemek için geçerli bir nedeni olduğu" fikri de cezbedici sinema açısından. Her şeyin mantıklı bir açıklaması olduğu düşünen ve cinayetleri de bu akıl yürütmelerle çözen usta dedektif Hercule Poirot için kanıtın çok fazla önemi yoktur. Gizemi çözmek için zekası ve içgüdülerine güvenir. Onun ihtiyacı olan şey, hikayeyi tutarlı hale getirecek gerçeklerdir. Burası önemli çünkü 'gerçekler’in bulanıklaştığı, Poirot’un da kafasını karıştırdığı bir hikaye var karşımızda "Venedik’te Cinayet"te.
Yıl 1947, ikinci büyük savaşın hemen ertesi. Dedektifimiz Poirot kendisini emekliye ayırmış, Venedik’te yaşamını sürdürmektedir. Belki de her türlü vakayı görüp çözdüğü için kendisini cezbedecek bir şey bulamamaktadır. Eski bir İtalyan polis olan koruması Vitale onu insanlardan uzak tutar. Ancak bir sabah eski bir tanıdığı, polisiye romanlar yazarı Ariadne Oliver kapısını çalar. Genç bir kadının intiharından, 'perili' bir evden, ruh çağırma seanslarından, iki dünya arasındaki bağlantılardan söz eder. Bilime ve mantığa inanan Poirot için bunların hiçbir anlamı yoktur. Ancak Ariadne’ın ısrarına dayanamayıp perili evdeki ruh çağırma seansını yerinde görmeyi kabul eder. Seansın daha ilk dakikalarında da sahtekarlığı ortaya çıkarır. Ancak, çok kısa süre sonra bir cinayet işlenir. Fırtına koptuğu, kanallar tehlikeli olduğu için polis sabah geleceğini söyleyince Poirot mecburen olaya el atar. Perili evin kapılarını insanların üzerine kilitler. Çocuk fısıltılarının duvarlardan geçtiği, garip olayların yaşandığı bu evdeki herkes birer şüphelidir artık.
Ev sahibesi, eski nişanlı, yazar kadın, koruma polis, doktor, doktorun çokbilmiş oğlu, ruh çağıran kadının iki asistanı, evin dadısı… Poirot sabaha kadar herkesi tek tek sorgulayacak, üzerindeki baskı artan katil hatalar yapacak, yeni cinayetler işlenecek ve finalde mantıklı bir açıklamayla katil hem bizlere hem de ortamdakilere ilan edilecek… Film bir Agatha Christie romanında olması gerektiği gibi ilerleyip bitiyor. Ancak bu kez önceki iki filmden farklı dokunuşlarla daha da zenginleştirilmiş bir dünya var karşımızda.
Kitaba kaynaklık eden romanı okumadığım için bir şey söylemem zor. Ama perili ev metaforu filmi iki farklı katman ekliyor. İlki, Christie romanlarında ve kaynaklık ettiği filmlerde fazlaca görmediğimiz korku/gerilim unsurları burada daha etkili kullanılıyor. İkincisi de Poirot’un 'akıl ile açıklama' çabalarına karış mistik bir şeylerin de olabileceğine dair kafa karışıklığı. Bu iki katman bence önceki filmlerden daha iyi yapıyor "Venedik’de Cinayet"i.
İzlemeyenler için filmin tadını kaçırmadan söyleyecek olursak, söz konusu evde kimi 'mistik' şeylerin olmuş/olmakta olabileceğine dair Poirot’nun kafa karışıklığı seyirciye de geçiriliyor başarıyla. Dolayısıyla karakterin mantığına her zaman güvenen seyirci için onunla birlikte kafa karışıklığı da söz konusu oluyor. Poirot, finale doğru olaylara mantıklı açıklamalar getirdikçe seyircinin de ufku açılıyor. Ama kahramanımızın kafasındaki soru işaretleri tam olarak giderilmiyor.
Polisiye, aydınlanma sonrası sanayi toplumumun ve bilimsel bilginin yüceltildiği pozitivizm çağının bir ürünü olarak ortaya çıktı. Toplumdaki gizemli olayları, cinlerin çarptığı insanları, perili evleri, hayaletleri, cehennem zebanileri olarak toplumda korku salanların çoğunu yeniden tanımlayıp hepsinin etten kemikten insanların işi olduğuna dair mantıklı açıklamalar ve kanıtlar sundu. Böylece entrika kurmak ve sonra da ortaya çıkan gizemi akıl/mantık yoluyla çözmek polisiyenin ana düsturlarından birisi haline geldi.
"Venedik’te Cinayet"te kariyerini akıl ve mantık üzerine inşa etmiş Poirot’nun yüz yıl sonra kafasının bir an için karışmasını çağ yangınına verebiliriz. Belki artık hayaletlere, perilere yüz veren çok fazla insan yok ama yıldızların inişinin, gezegenlerin çıkışının hayatı etkilediğine inanan; doğum tarihinden karakter, isminin üçüncü harfinden kariyer analizi yaptığını söyleyenleri zengin eden milyonlarca insan var. Yaşlı dedektifimizin bir anlık kafa karışıklığı nedir ki?
Bitirirken atlamayalım. Tina Fey, Camille Cottin, Kelly Reilly, Michelle Yeoh, Riccardo Scamarcio, Kyle Allen, Jamie Dornan gibi önemli oyunculardan kurulu ekip işini gayet iyi yapıyor. "Venedik’te Cinayet", kısır vizyon günlerinde bu hafta sonu keyifli bir seyirlik seçeneği olarak değerlendirilebilir.