Raporun ve yanıtın içeriği bir yana bırakılsa bile, rahatsızlık yaratan pek çok husus var. Evet, TBMM Darbe Araştırma komisyonu raporu ve Hulusi Akar’ın cevabından söz ediyorum.
Genelkurmay Başkanının meclis komisyonuna sözlü ifade vermek üzere davet edilmeyişi başlı başına bir sorun. Hulusi Akar, 15 Temmuz kalkışması hakkındaki gerçekleri çok yönlü bilen isimlerden birisi olduğu için önemliydi sorulara sözlü cevap vermesi. Komisyonunun gerçeğe ulaşması açısından gerekliydi.
Diğer yandan, Genelkurmay Başkanı devlet memuru olduğu için milletvekillerinin huzuruna gelmeliydi. Atanmışların seçilmişlere üstünlüğü olamayacağı için yani. Hani TBMM’nin alnı çatında “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazdığı için gelmeliydi Hulusi Akar, meclis komisyonuna. Ama olmadı. Çağrılamadı bile.
O günlerde basına yansıyan “gelmem, yazılı cevap gönderirim” mealindeki sözlerden dolayı mı çağrılmadı, bilmem. Bildiğim bu “çağrılamayışın” vaktiyle Susurluk araştırma komisyonunca, eskinin kudretli paşalarından Teoman Koman’ın çağrılamayışından hiçbir farkı olmayışı. Kimse "vesayet rejimi bitti" laflarıyla kendisini ve toplumu kandırmaya kalkışmasın. Vesayet gerçekten bitmiş olsa, gerçekten sivil/seçilmiş siyaset egemen olsa her memur çağrılabilir ve çağrıldığında paşa paşa giderdi.
Bir de yanıtın zamanlaması çok rahatsız edici. Üç gün sonra geldi. Komisyon, çalışmalarını –yarım yamalak- tamamladıktan beş ay sonra rapor yayınlandı. 26 Mayıs'ta raporun metnini öğrendik. 29 Mayıs'ta da Hulusi Akar’ın yanıtını. Raporun kamuoyuna duyurulmasından üç gün sonra paşa cevap gönderdi. TBMM iradesine saygısızlık değilse nedir bu?
Yok efendim, Suriye’de savaş varmış da, yok terörle mücadele sürerkenmiş de... Geçiniz! Geçiniz efendim bunları bir kalem. Terörle mücadeleyse madem ve madem 15 Temmuz kalkışması Fethullahçı Terör Örgütü'nce (FETÖ) yapıldı, Genelkurmay Başkanlığı ve TBMM, bu terörist kalkışmanın hedeflerinden ikisi madem, el ele verip birlikte mücadele etmelerinden daha doğal ne olabilirdi? Parlamentoya gidip sözlü ifade vermesi en açık işbirliği olmaz mıydı? Güçlenmez miydi terörle mücadele? Lafta ordu-millet madem Suriye’de süren savaş için de zafiyet değil güç birliği izlenimi yaratılır, gövde gösterisi yapılmış olurdu. Olmadı. Neden olmadı? Asker ya da sivil, Genelkurmay Başkanı ya da MİT müsteşarı olsun, bürokratların milletvekillerine komisyon huzurunda sözlü cevap vermeyişlerinin vesayetten başka izahı varsa, o izahı bilmek de hakkımız.
"Terörle mücadele devam ederken komutanı tartışmaya açmak doğru değildir," şeklinde bir hikmetli(!) söz de muhalefet lideri Bahçeli’den geldi. Referandum koalisyonu devam ediyor olmalı. Zaten getirilen bu sistem iktidar kanadını da, muhalefet kanadını da koalisyonlara mahkûm eden bir yapı. Bundan böyle koalisyonsuz, ortaklaşmasız siyasal refleks, bağımsız politik duruş hayal bile edilemez. Sadece seçim aşaması değil, her “memleket meselesi” iki kampın söz ve işbirliğiyle tartışılacak gibi görünüyor. Bahçeli’nin paşaya ve paşayı kollayan siyasi iradeye arka çıkışını da bu minvalde anlamak gerek.
Anlamak gereken bir şey daha var: Şimdi değilse ne zaman? Gerçeğin ortaya çıkması için ne kadar sürecek bir erteleme yapıyorsunuz?
Hakikat bir saatli bomba mı ki zaman ayarı yapmaya kalkışıyorsunuz?
Merak bu ya, hemen akla geliyor “bir tuğla çekilse (kaç) duvar yıkılacak” acaba?