Uyuşturucu ile mücadele, otoriter devlet ve müptezeller
Ezhel’in tutuklamasıyla düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı sansürü işleme koyan yeni bir yasayı daha öğrenmiş oluyoruz: TCK 190. Daha önce çok da bahsi geçmeyen bu yasa, toplumun “ötekileri”ni, sesleri duyulmak istenmeyen, ya da “ahlaksız” bulunan gençleri ve onların ifade biçimlerini olduğu kadar başka türlü kültürel üretimleri de etkileyebilecek genişlikte.
Zeynep Gönen*
Ezhel’in ismini tutuklandığında duydum (ne cahillik!) ve o gün bugün tekrar tekrar dinledim, özellikle Müptezel albümünü. Öncelikle söylemeliyim, idare eder hip-hop dinleyicisi olarak albümü çok beğendim. Ezhel gerçekten yaratıcı, kendi sesini bulmuş, iyi bir müzisyen. Bir şair, kalbinden, dürüstlükle, özgürce söylüyor gördüğünü. Sanat bir tür gerçeğe bakma, onu anlamaya çalışma ve gerçeği söyleme biçimi değil mi?
Ama konumuz tam olarak bu değil. En azından benim ele alacağım kısmı bu değil, elimden tam gelmez istesem de. Ben Yasin Durak ve Karin Karakaşlı’nın konu üzerine yazılarını takiben Ezhel’in (ve başka bir başka rapçi, Khontkar’ın) tutuklanmasının işaret ettiği konulardan bazılarını biraz daha açmak için yazıyorum. Keza Ezhel’in şarkıları nedeniyle tutuklanması birçok meselenin kesişiminde duruyor: İfade özgürlüğü, sansür, uyuşturucu ile mücadele, yoksulluğun, ötekilerin ve müptezel sınıfların kontrolü, neoliberal otoriterlik…
İfade özgürlüğü meselesine Karakaşlı yazısında değinmiş. Onun da dediği gibi hepimiz ayni sahnedeyiz; iktidarı, baskın ideolojileri eleştiren, baskın ahlakla çelişen, tartışan, reddeden düşünceler, gerçekler ve bunları herhangi bir şekilde –gündelik hayatta bile- ifade etmek suç haline gelmiş durumda. Bu yeni değil, ama yeni bir seviyede ilerlediği açık. Mevzuat çeşitli; 301, TCK 216 ve terörle mücadele yasası “cumhurbaşkanına hakaret” ...
Bununla ilişkili olarak Ezhel’in tutuklanması kendisinin de ifade ettiği gibi düşünce özgülüğünün sınırlandıran sansürün ta kendisi. Tiyatrolar, şarkılar, edebi metinler, filmler, diziler iktidarın yoğun baskısı altında. OHAL ile daha da fazla. Bu konuyu dert edinmiş Siyah Bant’ın dikkat çektiği vakalara bir bakmak yeter. Yasalar, OHAL hukuksuzluğu, çeşitli tehdit ve saldırılarla sanatta sansürleme vakaları iktidarın sadece sanatçılar için değil aslında hepimiz için çizmekte olduğu sınırlara işaret ediyor. Şimdi Ezhel’in tutuklamasıyla düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı sansürü işleme koyan yeni bir yasayı daha öğrenmiş oluyoruz: TCK 190. Daha önce çok da bahsi geçmeyen bu yasa, toplumun “ötekileri”ni, sesleri duyulmak istenmeyen, ya da “ahlaksız” bulunan gençleri ve onların ifade biçimlerini olduğu kadar başka türlü kültürel üretimleri de etkileyebilecek genişlikte.
Diğer taraftan bir süredir Türkiye’de adı konulmaya başlayan bir uyuşturucu ile mücadele süreci gelişiyor ve Ezhel’in tutuklanması bu çerçevede de okunmalı. Öncelikle baştan belirtmek gerekir ki medyaya, politikacılar tarafından ve hatta bu alanda bilgi üreten çoğu kurum ve kişilerin söylemlerinde uyuşturucu politikalarını oluşan zihniyetinin konuyu gerçekten anlamayı engellen dar bir çerçevesi olduğunu görüyoruz. Çoğu zaman uyuşturucu tabulaştırıcı tabirler ve klişe algılar içinde ele alınıyor. Uyuşturucu kullananları dışlayan ve ötekileştiren bir dil dışına çıkmak henüz çok karşılaştığımız bir durum değil. Aslında bunun aksi yönünde –az da olsa- işaretler de var. Örneğin, TBMM Uyuşturucu Araştırma Komisyonu’nun 2018’de oluşturduğu raporda uyuşturucu konusuna çeşitli yönlerden yaklaşmaya çalışılıyor ve halk sağlığı çerçevesi öne çıkartılıyor raporun büyük bir bölümünde. Ancak var olan politikalara ve söylemlere bakıldığında bu konuyu dert edinenlerin çağrıları duyulmuş gibi görünmüyor. Uyuşturucu meselesi suç çerçevesinde ele alınıyor, çözüm olarak en çok operasyonlar öne çıkıyor. Yani uyuşturucu ile mücadele stratejisi içinde her ne kadar bağımlılık sorunundan ve sağlık çerçevesinden bahsedilse de uyuşturucu Türkiye’de genel olarak suç ve ceza çerçevesinin dışına çıkarılamayan bir konu. Uyuşturucu ile mücadelede niyet edildiği belirtilen halk sağlığı ile gerçekleşmekte olan pratikler arasında ciddi bir fark var.
Yasin Durak uyuşturucu ile mücadele konusunu ABD örneğinden yola çıkarak ele almıştı. Oraya dönüp bir daha bakalım. Durak, yazısında ABD’de 1970’lerden itibaren başlayan uyuşturucu ile mücadele politikalarının aslında nasıl savaş karşıtı ve siyahi hareketlerin saygınlığına ve onları suçlulaştırmaya yönelik oluşturulduğunu anlatıyordu. Onun da belirttiği gibi dönemin toplumsal hareketlerinin çözülmesinde hem “hukuk ve düzen” söylemlerinin hem de uyuşturucu ile mücadelede stratejilerinin etkisi çok önemlidir. Yani uyuşturucu ile mücadele politik olanı itibarsızlaştırmaya yönelik bir araç olarak başlamıştır.
Devamı da var: Bugünlere dek devam eden ABD'de uyuşturucu ile mücadelenin etkisi politik olanı dağıttıktan sonra da yoksulların ve etnik azınlıkların suçlulaştırılma süreçlerinde kendini göstermiştir. Özellikle 1980’lerden, yani Ronald Reagan döneminden itibaren çok daha sistematik bir şekilde devam eden “uyuşturucu ile savaş” (“war on drugs”), neoliberal dönemde yoksul, dışlanmış kesimlerin, özellikle de ırksallaştırılmış siyah ve Latinlerin kitlesel olarak ceza sistemine dahil edilmelerine ve hapsedilmelerine sebep oldu. ABD’de 1970’lerde 200 bin civarı olan cezaevi nüfusu bugün 2 milyonun üzerinde. Bu inanılmaz artışı yaratan şey ise iddia edildiği gibi artan suçluluk değil yasalar ve polisiye-cezai pratiklerin saldırganlaştıran “hukuk ve düzen” politikaları.
ABD’de kitlesel hapis (“mass incarceration”) olarak adlandırılan dünyada eşi benzeri olmayan cezaevi nüfus patlamasına pek çok politika yaratmış olsa da cezaevi nüfusundaki artışın en önemli sebebi ise, istatistiki verilerin de doğrulayacağı üzere “uyuşturucu ile mücadele” politikaları. 1980’lerden beri uyuşturucu ile mücadele adı altında özellikle neoliberal ekonomide “değerini yitirmiş” yoksul azınlıklar küçük uyuşturucu suçlarından kitlesel olarak cezaevlerine gönderildi ve bunun yarattığı toplumsal tahribat çoktandır mercek altına alınmış durumda.
ABD örneğine yoğunlaşan pek çok araştırmacının vurguladığı da bu: Uyuşturucu ile mücadele politikaları neoliberal tahribatın sonucunda derinleşen yoksulluğun, işsizliğin ve dışlanmanın hedef aldığı toplumsal kesimlerin kontrolüne yöneliktir, bu politikalar gerçekten uyuşturucuyla değil yoksullara savaşmıştır. Bu alanda çalışan önemli isimlerden Loic Wacquant ABD’deki uyuşturucu ile mücadeleyi tam da yoksulluğun cezalandırılması temelinde inceler. Legal ekonomide kendine yer bulamayan yoksul kesimlerin uyuşturucu suçlarında yer aldıkları doğrudur, ancak Amerikan toplumunda çok daha yaygın olarak kullanılmasına rağmen ırkçı/sınıfçı polisliye ve hukuki stratejiler ile mücadele en çok da onların üzerinde yürütülmüştür. Neoliberal politikalarla refah devletinin tahrip edilmesi ile birlikte yasalar, polis ve cezaevleri yoksulluğu düzenleyen kurumlar olarak öne çıkmışlar ve “uyuşturucu ile savaş” politikaları burada büyük bir rol oynamıştır. ABD’de şimdi pek çok eyalette yasallaşan esrar on yıllardır pek çok yoksul siyahın hayatlarını hapishanede çürütülmesinin sebeplerinden biriydi. Bu sebeple, birçok kişi esrarın legalleşmesiyle ortaya çıkan yeni ekonominin uyuşturucu ile mücadelede telef olan toplumsal grupların refahı için bir tür tazminat işlevi görmesi gerektiğini, açılacak olan işyerlerinde önceliğin bu savaştan en çok etkilenmiş siyahlara verilmesi gerektiğini savunuyor.
Uyuşturucu konusunda cezai yöntemlerin çalışmadığına dair ve cezanın ötesinde alternatifleri uygulayan ülke deneyimlerine rağmen, Türkiye de bir süredir kendi uyuşturucu ile mücadelesini en çok suçlulaştırma ve cezalandırma ekseninde oluşturuyor. Uyuşturucu konusunu ağırlıkla bir suç çerçevesinde ele aldıkça konunun gerçekten politik, ekonomik, toplumsal ve küresel dinamikleri görünmez oluyor. O yüzden konu gerçekten uyuşturucu ise ancak sokaktaki çocukları, yoksulları, Kürtleri, gençleri, ötekileri suçlulaştıran pratiklerden, stratejilerden medet ummamak gerek. Keza, bu haliyle uyuşturucu ile mücadele her birimizi çeşitli araçlarla baskı altına almakta olan neoliberal otoriter devletin stratejilerinden biri, adını koyalım.
*Sosyolog