Uzağı görmek

Serkan Demir’in .artSümer’de devam eden, ama şu ara göremeyeceğiniz sergisi “Uzağı görmek zor”, toplumları esir almış "öngörememe" halini konu alıyor. Uzağı görmenin zor olduğunu anlatan sergi, muhteşem bir öngörüyle tam da bugünü anlatıyor, serginin ortasına kurulan mini bir salon ve koltuğuyla. İşte, hepimiz o salonda hapsolmuş durumdayız ve sergideki gibi, salonun ortasında duran, en sağlam durmak için oturduğumuz o koltuk, sürekli altımızdan kayıyor.

Irmak Özer heyirmako@gmail.com

Tam bir hafta önce… Duvara sabitlenmiş zincirlerden “yalandan” gülümseyen emojiye bakıyordum .artSümer’in duvarında. Mesajlaşmalarımızda yüzümüzde pek de bir kas oynamasa da gülmekten katılan, pek de sevmediğimiz insanlara öpücük attığımız, herkese yalandan gülümsediğimiz emojilerle dolu bir dünyaya kendimizi hapsettiğimizi konuşuyorduk. Sosyal medyada zaten hepimiz çok mutluyuz, en güzeliz, keyifler hep keka. “Her şey hep yolunda.”

Bunlar biraz fuzuli tartışmalar olarak kaldı tabii şu geçirdiğimiz haftada. Bugünlerde etrafı gülmekten katılan emojiye boğuyorum; eskisinden daha da çok. Başka çarem yok, hep evdeyim, ne zaman çıkacağım belli değil; ancak mesajlaşıp abartılı tepkilerle oyalanıyorum. Etraftan el ayak çekilen boş sokaklarda bir aşağı bir yukarı yürümeye çıkıyorum. Evde üzerinde çalıştığım masayı ya da sürekli oturduğum koltuğu kendim uzvum sanmaya başlamayayım diye…

"Uzağı görmek zor" Serkan Demir’in .artSümer’de devam eden, ama şu ara göremeyeceğiniz, sergisinin adı. Bilemezdim bir haftada uzağın daha da bulanıklaşacağını. Sergi, toplumları esir almış "öngörememe" halini konu alıyor. 2020 sağ baştan saysa başımıza 2,5 ayda gelen dünyanın tüm güncel sorunları; deprem, savaş, göç, salgın hastalık, ekonomik ve politik dalgalanmalar ve belirsizlikler içindeki insanın ayağının altındaki kaygan zemini, sanki çok yağmurlu bir günde önünü göremeden araba kullanmaya çalışma hissiyatını anlatıyor sanatçı. Belirsizlik sebebiyle sürekli içinde bulunduğumuz kaygı, yaşadığımız buhranlar, bilinç bulanıklıkları heykellere ve yerleştirmelere dönüşüyor.

İÇERİ GİRENİ HAPSEDEN BİR HAPİSHANE

Uzağı görmenin zor olduğunu anlatan sergi, muhteşem bir öngörüyle tam da bugünü anlatıyor, serginin ortasına kurulan mini bir salon ve koltuğuyla. Evet iki hafta önce de durum vahimdi ama bugün işte hepimiz o salonda hapsolmuş durumdayız ve sergideki gibi, salonun ortasında duran, en sağlam durmak için oturduğumuz o koltuk, sürekli altımızdan kayıyor. Sanatçı, koltuğun yanına yaşadığı yörede yaygın olan ağaç evler yapılırken kullanılan testereleri toplayarak, o kullanılmış testerelerden yaptığı bir ev heykeli yerleştirmiş. Eve dokunamıyorsun, testereler körelmiş ama hala keskin. İçine gireni hapseden bir hapishane, dışarıdan gelmek isteyeni düşmanca yaralayacak bir kale gibi… Koltuğun çaprazında bir takvim duruyor, bu evlerde sürekli bekleyiş içinde geçirdiğimiz “sıradan günler”. Hepsi birbirinin aynı. Sen testereden evinin içinde otururken birileri aynı testereden merdivenler yaparak sınırları aşmaya çalışıyor, düştükleri savaş çukurundan tırmanmaya… Ve bu tırmanış can acıtıyor; kesiyor derini, kanatıyor.

.

Sergide en sevdiğim işlerden oldu “Yuvarlanan Taş”. Bir köşede, sürekli yuvarlanıyor kinetik bir düzenekte. Hepimiz gibi; ister göçmen ol, ister evinde bekleyip duran bir orta direk ya da çok zengin bir salgın kaçağı… Koşullar seni her gün oradan oraya yuvarlıyor ve bu hareket seni, taşı yıprattığı, şekillendirdiği gibi yıpratıp şekillendiriyor. Belirsizliğin içinde zaman uzayıp gidiyor, taş yuvarlanmaya devam ediyor. Sergiyi bize anlatan Ayşegül, “Bu taş ne zaman düşecek diye bekliyorum, bir türlü düşmedi,” diyor. İnsan da öyle, bir türlü düşmüyor. Bir zımpara zemine tutunup her koşulda çok acayip bir denge koruyarak yuvarlanmaya devam ediyor.

Sergideki tüm işler sanatçının hayatı ve gözlemlerinden ortaya çıksa da özellikle iki iş tamamen otobiyografik. Birinde bir akademisyen olarak Serkan Demir, kendi heykelini camekan bir büroksinin içine sıkışmış sergiliyor. İkincisinde ise başı ezilmiş bir sanatçı heykeli görüyoruz. Kafasına kocaman bir taş düşmüş (belki de fırlatılmış), ağzı da yok heykelin. Sonra düşünüyorum; ne kadar ağırlığın altında kalırsa kalsın, bir sanatçı olarak Serkan Demir bu her görene çok tanıdık gelecek, hislerini paylaştıracak sergiyi üretmiş ve sunmuş. Sanatçının fikirleri, heykelleri, yerleştirmeleri yaratan elleri; aynı bulanıklıkta yolunu bulmaya çalışan insanlar olduğumuzu, paylaşabildiğimizi, birbirimizi anlayabildiğimizi, kaygan koltuklardan düşerken birbirimize belki de tutunabileceğimizi anlatıyor bana. Sergi metninde şöyle yazıyor: “İnsan, modern aklın söz verdiği 'geleceğin geleceğinden' oldukça uzaklara savrulsa da güven içinde ikamet edeceği ve hayal kuracağı coğrafyaları bulmak için yola koyulmaktan vazgeçmiyor.” Göremediğimiz uzaklar için hala umudum var. Fırtınalar biter ve her gecenin sonunda elbet güneş doğar, her kışın sonunda hava elbet ısınır, yaz gelir. Bize de sanatçılardan dinleyecek, izleyecek, paylaşacak hikayeler kalır.

Tüm yazılarını göster