Neyse ki, Brecht öğretisi ve yöntemine tartışmasız yakınlaştırılabilecek, McCarthy döneminde komünist avında kara listeye alındığı için Amerika’dan sürgün, Brecht’in oyunu ve birlikte sahneledikleri Galileo’yu kaçışı sonrası filmleştirecek, Aldatan Kadın (Eva), Mr. Klein, Gizli Merasim gibi Brecht’e yakın estetikte filmleriyle Joseph Losey vardır.
“Bir Ada Hikâyesi” diye bir başlık, aslında kendime yapılmış ciddi bir uyarı, çünkü Yaşar Kemal’in dört romandan oluşan serisinin adı. Bir başka ada hikayesi, Mia Hansen-Løve imzalı, 2021 yapımı Bergman Adası’nın hikayesi bizim coğrafyamızda değil, Bergman adasında, yani Fårö adasında geçiyor.
Ve aynı adla İsveç’li yönetmen Ingmar Bergman ile yapılan röportajları da içeren, yine çekim yeri Fårö olan 2004 yılı yapımı bir belgesele de rastlanıyor… Fårö adasına Gotland'dan altı dakikalık bir feribot yolculuğu ile gidiliyor. Orta Çağ’dan kalma bir kiliseye de sahip bu Baltık denizi adası meğer adını bir asteroidden almış. Rauk adı verilen kaya oluşumları yakınındaki Gotland ve Fårö adalarına özgü…
Bergman ilk Fårö belgeselini çektiği yılda (1970) adanın nüfusu 754 kişiden oluşuyor; kentsel –kırsal ayrımı var, çiftçilik, balıkçılık zor zanaat, gençlerin zaman geçirme-okul, kreş sorunları var. Hiçbir şey yolunda değil. Tam bir yalnızlık adası.
Dokuz yıl sonra koyun kırkımı dahil, ada halkının hayatlarını gözlemlediği Fårö Document 1979 ortaya çıkıyor. Öyle görünüyor ki Fårö, Bergman’a ünlü filmleri Aynadaki Gibi, Persona, Kurtların Saati, Anna’nın Tutkusu, Utanç’ın seti ve yaşam alanı, Mia Hansen-Løve için esin ve birazda kendi (Chris) öz yaşamını anlattığı filmin mekanı olmuş. Filmindeki yazar/yönetmen çiftin adları Tony ve Chris… Bergman’ın Fårö adasını seçişindeki gibi “en derin düşlem biçimlerinle, boyutlarla, renklerle, ufuklarla, seslerle sessizliklerle, ışıklarla ve yansımalarla” iletişim kurduğu gibi, zaman zaman gerçeklik ile kurgu arasındaki çizgileri kaldırır.
Bergman Vakfı’nca yönetilen Bergman Kültür Merkezi müzeyi ziyaretçilere açık tutuyor, ayrıca “Bergman safari”, seminerler ve her yıl Bergman Haftası düzenliyor.
Tony ve Chris filmin gösterildiği yıllarda boşanmalara neden olduğu söylentisi olan Bir Evlilikten Manzaralar’ın çekildiği geniş yataklı eve ulaştıklarında, Chris ilişkileri biraz şeker renk görünen eşi Tony’ye sorar, “Bir Evlilikten Manzaralar’ı çektiği yatakta uyuyacağımızın farkındasın değil mi? Hani şu milyon insanın boşanmasına neden olan film…”
Ama bir film daha var, artık aramızda olmayan çalışma arkadaşım Mutlu Parkan’ın Brecht estetiği ve Sinema kitabında sözünü ettiği bir Bergman filmi… Parkan, Antonioni’nin Gece, Macera, Batan Güneş gibi filmlerini “burjuva tiyatrosunun mirası olan geleneksel dramatizasyonu reddedenler” arasına alır, Brechtçi bir estetik çizginin uzantıları olarak değerlendirir. Tabii ki tanrı üzerine soruları olan-idealist (felsefi olarak) Bergman’ı Marksist Brecht ile yan yana getirmek anlamsız ama 60’lı yıllarda Brechtçi bir estetik uygulamanın sinemada karşılığını bulmak sessiz bir “zafer” sayılacağı için, Bergman'ın The Virgin Spring/Kaynak (1960) filmini Brechtçi görsel stile yaklaştırır. (Kaynak filmi içerik olarak, Paganizm ile Hristiyanlık, bu iki kültür arasında çatışmaları hikayeleştirir - teolojik ve dindar Varoluşçu öğeler içerir-.) Film, Bergman’a ilk Yabancı Dilde En İyi Film Akademi Ödülü’nü getirmiştir.
Neyse ki, Brecht öğretisi ve yöntemine tartışmasız yakınlaştırılabilecek, McCarthy döneminde komünist avında kara listeye alındığı için Amerika’dan sürgün, Brecht’in oyunu ve birlikte sahneledikleri Galileo’yu kaçışı sonrası filmleştirecek, Aldatan Kadın (Eva), Mr. Klein, Gizli Merasim gibi Brecht’e yakın estetikte filmleriyle Joseph Losey vardır. Belki de Brecht’i haklı çıkarmıştır:
“Diyalektiğin en iyiöğrenildiği yer, sürgündür.”
Ve sonra Çinli Kız, Hafta Sonu, Bir Artı Bir, İtalya’da Mücadele, Her Şey Yolunda filmleri örneğinde olduğu gibi Jean-Luc Godard yeni dalga rüzgarını geride bırakır, Brecht estetiğine yakınlaşır.
Tatbikat, 36 Günleri, Gezgin Oyuncular gibi daha başlangıçtaki filmleri ile “sanatsal kişiliğini silinmez bir damga olarak basmayı başarmış” (D. Fainaru) sinemacı Teo Angelopulos’un epik yönelişinde etkisi olan Bertolt Brecht’ten başkası değildir.
“Brecht bize sadece siyasal film yapma yolunu değil, onları siyasal yapmayıdaöğretti.”
Tatbikat ve 36 Günleri’nin değerlendirirken, “Sonuç farklı bir sinema dili, adeta estetik bir yaklaşım oldu.” diyecektir.
Peki, Angelopulos kendisine yöneltilen Bergman sorusuna ne yanıt verdi?
“Kendi çalışmalarımla Bergman’ınkiler arasında herhangi bir benzerlik görmüyorum. Benim sinemam psikolojik değil, epiktir;öyküdeki kişi psikanalize tabi tutulmadan tarihsel bağlama yerleştirilir.”
Brecht’e çok uzak olsa da gençlik çağımın ilk izlediğim Bergman filmi olan Sessizlik görüntüyle anlatan sinemanın (Sven Nykvist’in unutulmaz siyah-beyaz görüntüleriyle) en iyi örneklerinden biridir.
Bu filmin içine girmenin zorluğu, öncesindeki Aynadaki Gibi ve otobiyografik Kış Işığı filmlerini izlemek gerekliliğidir. Aynadaki Gibi ile Bergman “Tanrı sevgidir” söylemine olan bağlılığını sorgular, ardından inanca giden yoldan uzaklaşır. Kış Işığı filminden sonra dinsel korkuları azalır, görünmez olur. Diğer iki filmle Bergman’ın kurmak istediği dünyanın eksik-üçüncü parçası Sessizlik, “tükenmişlik, iletişimsizlik, varoluşsal acıları” öne alır. Ancak dış satımı yapılan ülkelerde gözleri cinsel içerikli sahnelerden başkasını görmeyen sansür kurulu ile başı derde girecektir. Hatta, filmin Arjantin’deki dağıtıcısı bir yıl hapisle cezalandırılır.
Bergman için Farö adası “insanın kendisine benimsettiği yalnızlığa katlanmak güç değildir” dediği yer olmuştur, sadece bir kişi dışında, eşi Ingrid.
“Bergman kendi ölümünü yönetti. Her şeyi öncesinden planladı. Mezarın yerini, tabutun ağacını ve cenazesinde ne giyeceğini.” açıklamasını yapar Chris’e Bergman’ın çalışma odasını açan genç Hamsun. Her ikisi de bahçede, basit, sade ve aynı mezarda gömülüdür.
Mia Hansen-Løve iç içe geçen kurmacalarla hikayesini anlatırken, adada yürüyüşe çıkar, ada koyunlarını, kamış çatılı ahırı, Rauk kayalarını keşfeder.
Bergman ile ilgili Mia’nın gösteremediklerine belgeselinde Marie Nyreröd ayna tutar. Bergman sekiz yaşındadır, Uppsala’da yaşadıkları günlerde teyzesi ağabeyi Dag’a bir sinematograf armağan etmiştir, kendisine de oyuncak bir ayı. Ama kurşun askerlerden ordu kurmaya bayılan ağabeyinden yüz elli kurşun asker karşılığı sinematograf aletini satın alır.
Bergman TV programcısı Marie Nyreröd’a adada oturdukları bir yerde, Cannes’da gösterilen, ona ün ve güven kazandıran Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri'nden (Jüri filmi için alışılagelmişin dışına çıkarak bir ‘Şiirsel Mizah Ödülü’ yaratmıştı), ardından Yedinci Mühür’den söz eder.
Eliyle kıyıyı gösterir, “Yedinci Mühür burada başladı” diyecektir.
“Babamla birlikte kiliseleri ziyaret etmeyi severdik. Uppland’daki bir kilisede (Täby), kilise tavanında ünlü kilise ressamıAlbertus Pictor’un (1440-1507) bir freski var. Resim,ölümle satranç oynayan adamı betimliyor. Başları üzerinde "Jak spelar tik matt/Seni mat ediyorum” yazısı okunuyordu. Filminözü beni dehşete düşürenölüm. Can acıtıcı olabileceğinden değil, hiçbir zaman uyanamayacağım korkunç düşlerle dolu olabileceğinden korkuyordum...”
Bu korkunun dışında onu dehşete düşüren bir şey daha var ki, veba, atom bombası felaketi gibi korkular… Yedinci Mühür’ün “Tanrı var mı? Yok mu?” sorularını açıklamadığını belirtir.
Yedinci Mühür’den dört yıl sonu çekeceği Aynadaki Gibi filminde bir ailenin adada geçen 24 saatini anlatacağı için yeniden Farö adasındadır.
“Bir dönemeci döndük, karşımızda tıpkı benim senaryoda anlattığım gibi karaya oturmuş bir gemi enkazı. Rus yapısı bir balıkçı teknesi vardı. Eski ev, yıllanmış elma ağaçlarının bulunduğu küçük bir bahçe içinde olacaktı. Bahçeyi bulduk, evi yapabilirdik.”
Tezer Özlü’nün çevirisiyle filmdeki ilk görüntüler şöyledir:
“Kıyının denize inen uzun kumsal burnunda yapayalnız durmaktadır ev. Hava şartları alabildiğine yıpratmıştır onu. İki katlı olan evin güneş almayan rutubette kalan tahtaları koyu yeşil bir renge bürünmüştür. Arkası büyük, bakımsız bir bahçe….”
Aynadaki Gibi “…stilini ve sinema dilini en iyi belirleyen, Bergman’ın düş ve tutkularını en iyi dile getiren anahtar film” (Pierre Marcabru) olarak nitelenir. En İyi Yabancı Dilde Oscar ödülü alır.
“Tam olarak ne oldu bilmiyorum. Eğer insan ciddi olmak isterse kendi yuvamı buldum diyebilir, gülünç olmak isterse yıldırım aşkı denebilir.”
Bergman’ın en şaşırtıcı ve en aykırı ya da bir varoluşsal yolculuk filmi olarak nitelenebilecek Persona da Fårö adasında çekilmiştir. Tabii ki “savaşın, daha doğrusu savaş fikrinin çarpıcı bir betimlemesi” olarak gösterilen Utanç filmini de eklemek gerekir.
Aynadaki Gibi filminde pişirilen yemeği merak ettiğim bir sahne vardı: Akşam sofrası bir ağacın altına kurulmuştur. David içinden nefis kokulu dumanlar çıkan bir tencere getirir. Kapağını kaldırınca herkes şaşırır.
Karin: - Sen eşsiz bir aşçısın baba.
(Günümüzde eğer bir gezi için Bergman adasına gidecekseniz, önerilenler, iki kız kardeş tarafından işletilen bir fırın ve kafe, krep ve tuzlu galette yenilebilecek Crêperie Tati.)
Bergman, geçmişte köylülerin ahır olarak kullandığı, onun önce stüdyo ve şimdi sinema yaptığı salonu Marie Nyreröd’a gösterir. Her doğum gününde Chaplin’in, yani Şarlo’nun polisten kaçarken kazara girdiği sirk çadırındaki gülünç serüveninin filmi Sirk’i izlemeyi alışkanlık haline getirmiştir.
Bergman’ın ölümünden 16 yıl geçmesine karşın, şimdi turistik bir ada olan olan Farö’da ne yeni bir market, ne katlı binalar görülür. Dilimin altında yatan şu: bizde, örneğin Halikarnas Balıkçısı’nın mekanlarını, bir zamanlar Farö benzeri görünümdeki Bodrum’u keşke saklayabilseydik.
Ankara İstiklal Mahkemesi’nin kalebentlik cezası verdiği ve aylarca süren, yürüyerek/at sırtında ulaşabildiği Bodrum’a Çevat Şakir de Bergman gibi ilk görüşte tutulmuştu.
“Heyy! Açılan kapı, birdenbire gözlerime ve gönlüme açık denizleri, kıyı ve adaları verdi. (..) Kıyıda beyaz evler pembeleşmiş, denizin mavisi de koyu menekşe olmuştu. Dalgalar eve doğru gelirken, tepeleriyle güneşin son ışığını kaplıyorlar, uçlarından kırmızı kırmızı kıvılcımlar savurarak kapının iki adımötesinin pembe köpükleriyle yalıyorlardı. Köpükle kapı arasında kum ve gümüş teller gibi parıldayan kuru yosunlar vardı. Çocukluktan beri ilk kez çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayarak kapıya dizüstü düştüm.(…) O deniz, o adalar, güzellikle en aşırı hayalin cennet diye gözönüne getirebileceğinden bir kat daha güzeldi.”
Cevat Şakir de, Bergman da kendi adasını bulmuştu…
Bergman Adası filmi sonlanırken dinlediğim şarkının sözlerini çok beğendim.
Kim küreği olmadan kürek çekebilir?
Kim sevgilisine hoşça kal diyebilir ağlamadan?
Ben rüzgar olmadan denizlere açılabilirim.
Ve küreğim olmadan kürek çekebilirim.
Ama sevgilime hoşçakal diyemem ağlamadan.
“Bir Ada Hikâyesi”ne gelince, aslında hepimizin hikayesi: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları, Çıplak Deniz Çıplak Ada. Tarihimizdeki acılar, mübadele-göçler, savaşlar-asker kaçakları, adaya sürgün insanlar...
Angelopulos Ulyses'nin Bakışı'nda sorduğu sorunun şu olduğunu söyler: "Hala görebiliyor muyum?"
“Ya biz, görebiliyor muyuz?”
———————————————————-
Kanelbulle (Tarçınlı Çörek)
Kuzey Avrupa’da yaygın tarçınlı çörek. Tarçın ile tereyağının buluştuğu bu tatlı çörekler İsveç’te kanebulle, Danimarka’da kanelsnegl, Norveç’de skillingsboller ve Finlandiya’da korvapuusti olarak biliniyor. 4 Ekim, her yıl İsveç'te Kanelbulle günü (Kanelbullens Dag) olarak kutlanıyor.
1 su bardağı süt
1 paket kuru maya ya da yaş maya
1/4 su bardağı toz şeker
4 yemek kaşığı eritilmiş tereyağ
3 su bardağı un
1çay kaşığı öğütülmüş kakule
Tuz
İçi için
1/4 su bardağı esmer şeker
1 yemek kaşığı tarçın
4 yemek kaşığı tereyağı
Üzerine
1 adet yumurta (sarısı)
4 yemek kaşığı badem (ince dilimli)
Erimiş tereyağı süt karışımına, un,şeker, kakule, tuz ve maya ekleyerek uzunca süre yoğurun ve kabarması için 50 dakika bekletin. Hamuru iki parçaya bölün ve dikdörtgenşekilde açın. Hazırladığınız tarçınlı karışımı hamurların üstüne sürün ve rulo yapın, 2 cm kalınlığında kesin. Yağlanmış tepsiye ya da yağlı kağıda dizin.Üzeriniörterek yarım saat tekrar dinlenmeye bırakın. Yumurta sarısını bir yemek kaşığı su ile karıştırın, çöreklerin üzerine sürün, badem serpin ve fırına verin. (220 derece, 15 dakika, üzeri kızardığında çıkarılacak.)