Bir filmin içeriğinde uzay, bilim, robot, zaman ve belirsizlik gibi kavramlar olunca insan ister istemez heyecanlanıyor. İnsan soyunun ‘uzay’ ile kurduğu ilişkinin doğasında da ilkel çağlandan bu yana bu durum değişmiyor. İlk bilimkurgu eserlerinin uzayın keşfine dair olmasının bu hevesle de bir ilgisi olmalı hiç kuşku yok ki.
Uzayda geçen bir hikayenin seyircinin ilgisini çekmesinin iki yolu var aslında. Ya “2001: Bir Uzay Macerası, Yaratık, Gravity ve Interstellar” gibi uzay ve bilinmezi bir araya getirip seyirciyi tedirgin eder ve dikkatini filmden ayırmamasını sağlarsınız ya da ‘Star Wars, Star Trek, Galaksinin Koruyucuları” gibi işin gerilim ve bilimsel taraflarını bir yana bırakıp sadece maceraya odaklanır işinizin görürsünüz. İlki uzayı yalnızca karakterleri için değil, seyirci için de bilinmez kılar. Bu bilinmezlik, bir noktada kendisini tehdide bırakır. “2001”in tekinsiz bilgisayarı Hal ya da Yaratık’taki tanımlanamayan canlıları gibi… İkincisinde ise mevzu gerçeklik değildir. Dünyada kurabileceğiniz bir hikayeyi evrene taşımak ve kültürler, galaksiler arası mücadeleleri oraya modellemek esastır. Seyirci artık anlatının bilimsel yanıyla değil, taraflar arasındaki gerilimle ve mücadelenin şiddetiyle ilgilenecektir.
HİKAYE VAATKAR
Bu hafta gösterime giren “Uzay Yolcuları” ikisini de beceremeyen yapımlardan. Başlıkta “yılın ilk hayal kırıklığı” olarak ifade ettik, bu bizim için geçerli tabii. Film ABD’de Aralık ayında vizyona girdiği için orada geçmiş bir hayal kırıklığı olarak kayıtlara geçmiştir muhakkak ki. Aslında hikaye vaatkâr. Dünyadan umudunu kesmiş 5 bin insan, mürettebat ile birlikte ‘soğuk uyku’ halinde bir uzay gemisinde yepyeni bir gezegenin yolunu tutmuştur. 120 yıl sürecek bu yolculuğun bitimine birkaç ay kala uyanacaklar ve yepyeni hayatlarına başlayacaklardır. Maharetli tamirci Jim Preston da bu yolculardan birisidir. Ancak yolculuk esnasında beklenmedik bir kaza oluşur ve Jim tahmin edilenden 90 yıl kadar erken uyanır. Koca gemide tek başına kalmıştır. Bir süre meseleyi çözmek için uğraşır ama başaramaz. Geriye tek çözüm kalır: Kendisine yarenlik edecek birisini daha uyandırmak. Tabii ki en güzel ve en akıllı kadını seçer. Yani Aurora’yı. Hikayenin bundan sonrası, evrende tek başlarına kalan Jim ve Aurora’nın çabaları, âşık olmaları, gerçeğin ortaya çıkışıyla yaşananlar, yaklaşan felaket, the end…
UYAYAN GÜZEL’DEN HAVVA İLE ADEM’E
“Prometheus” ve “Doktor Strange” filmlerinden tanıdık Jon Spaihts’in senaryosunun iki esin kaynağı var. İlki meşhur “Uyuyan Güzel” hikayesi. Malum orada da kralın kızı 16 yaşına geldiğinde küçükken öngörülen kehanet gerçekleşir ve parmağına iğne batar. Böylece prenses ile bütün saray halkı yüz yıllık bir uykuya dalar. Yüz yıl sonra prens gelir, prensesi öper ve lanet bozulur. Herkes hayatına kaldığı yerden devam eder. Filmdeki uzay mekiği de bu saray gibi düşünülmüş belli ki. Ancak burada işler biraz ters gidiyor. Prens biraz erken uyandırıyor prensesi. İkinci ilham kaynağı ise Havva-Adem anlatısı. Yaratılışta olduğu gibi önce Adem dünyaya geliyor. Fakat yalnızlıktan fazlasıyla mustarip olunca da Havva’yı buluyor. Bu filmin ayartıcısı yani şeytanı ise android bir robot olan barmen Arthur olmalı. Çünkü önce Jim’i kendisine bir Havva bulması için ikna ediyor ama sonra genç çiftin cennetinin cehenneme dönmesini sağlıyor.
Peki, film bütün bu hikayeleri, dinsel efsaneleri nereye bağlamaya çalışıyor. Aslında hiçbir yere. Filmin temel derdi bir aşk hikayesi anlatmak ve ‘doğru insanın’ uzayda, hatta bomboş bir gemide bile olsa sizi bulacağına inandırmak. Buna inandık diyelim, peki koskoca gemiyi ne yapacağız. “Enigma” filmiyle dikkat çeken Morten Tyldum’un yönetmenlik maharetleri burada fazla işlemiyor maalesef. Uzay, uzay gemisi bir kimliğe/tehdide güçlü şekilde dönüştürülemeyince filmin mekân ile kurduğu ilişki de değersizleşiyor. Buna bir de o kadar gelişmiş teknolojinin kimi basit sorunlara çözüm bulamaması, ilerleyen süreçte geminin yetkili personelinden birisi de onlara katılmasına rağmen gemideki teknik arızayı çözecek yetkili birinin uyandırılmasının akıl edilememesi gibi bir sürü tutarsızlıklar eklenince elimizde tutacak malzeme kalmıyor.
“Uzay Yolcuları”, yazının girişinde bahsettiğimiz iki anlatıyı da kullanmak istiyor. Hem “boş verin şimdi uzayı falan, aşka bakın siz” diyor hem de “bakın burada bir sorun var, uzay o kadar da tekin bir yer değil galiba” hissi uyandırmak istiyor. Ama işte gözlerimiz ne aşktan buğulanıyor ne de tedirginlikten kapanıyor.
ORİJİNAL ADI: Passengers
YÖNETMEN: Morten Tyldum
OYUNCULAR: Jennifer Lawrence, Chris Pratt, Michael Sheen, Laurence Fishburne
YAPIM: 2016, ABD
SÜRE: 117 dk.
VİZYON TARİHİ: 13 Ocak 2017