Uzaylıların var olmaması yararımıza olabilir

Yeni sonuçlanan bir araştırma, evrende yalnız olabileceğimizi gösteriyor. Ancak yalnızlığın bizim için bazı avantajlar sağlaması da söz konusu. Henüz ET ile karşılaşmamış olmamız bir üzüntü kaynağından ziyade mutluluk nedeni olabilir.

Abone ol

Jim Al-Khalili *

İtalyan doğumlu Amerikalı Nobel ödüllü fizikçi Enrico Fermi, 1950 yılında en önemli bilimsel bulmacalardan biri üzerinde oldukça derin etkiler yaratan çok basit bir soru sordu: Dünya’nın dışında hayat var mı? ABD-New Mexico’da bulunan Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndaki meslektaşlarıyla bir öğle yemeği sohbetinde, mesele, uçan daireler konusunda soruların sorulmasına kadar ilerledi. Sohbet oldukça aydınlatıcıydı ve bu seçkin gruptaki bilim insanlarının herhangi birinin uzaylılara inanmadığı ortadaydı. Yine de Fermi yalnızca bilmek istiyordu: “Herkes nerede?”

Vurguladığı şey şuydu; evrenin yaşı o kadar fazla ve genişliği o denli büyük ki, yalnızca Samanyolu’nda bile yüz milyarlarca yıldız var; o halde, Dünya olağanüstü derecede özel olmadığı müddetçe, yaşam evrenin her yerinde olmalıydı. Bu fikir, uzay yolculuğu yapmak için gereken bilgi ve teknolojiye sahip olacak derecede gelişkin akıllı türleri de içerebilir. Şu âna dek tüm galaksiyi kolonileştirmiş olmalıydılar. Peki, neredeler?

UÇSUZ BUCAKSIZ EVRENDE YALNIZ MIYIZ?

Son dönemde, Stephen Hawking de (konuyu) benzer cümlelerle tartışmıştı. “Yalnızca sayılar bile, matematiksel beynime uzaylıların (varlığının) mantıklı olduğunu düşündürmeyi başarıyor,” dedi. Hawking, Fermi ile aynı popüler önermeyi sözcüklere döküyordu: Evrenin uçsuz bucaksızlığı, başkalarının varlığını zorunlu kılıyor.

Geçtiğimiz yıllarda, bilim insanları konuyu tekrar ciddiye almaya başladı. Gökbilim alanındaki en heyecan verici araştırma konularından biri, Güneş Sistemi dışındaki gezegenlerin, yani, bizim yıldızımız dışındaki yıldızların yörüngesinde dönen dünyaların keşfedilmesi. Birçoğu, büyüklük ve iklim açısından Dünya’ya benziyor gibi görünüyor. Günümüzde, gökbilimciler, birçoğu yaşam açısından uygun koşullara sahip olan bu dünyaların sayısının milyarlarca olduğuna inanıyor. Bu durumda, yaşam ihtimali, en azından birinin bile üzerinde akıllı yaşam bulunması ihtimali çok yüksek olmalı.

DRAKE DENKLEMİ YALNIZ OLDUĞUMUZU DÜŞÜNDÜRÜYOR

Diğer yandan, Oxford’da bulunan ve isabetli bir isimle anılan ‘İnsanlığın Geleceği Enstitüsü’ndeki bilim insanları, Hawking ve diğerlerinin iyimserliklerinin üzerine soğuk su döktüler. Yaşamın ortaya çıkması için var olan tüm materyallerin birleşim olasılıklarına dayanan ve dünya dışı yaşam olasılığını hesaplamamızı sağlayan “Drake denklemi” adıyla bilinen bir matematiksel ilişkiyi inceleyerek, istatistiksel açıdan anlamlı bir analiz gerçekleştirdiler.

Öncelikle, Drake denkleminin çok da bilimsel olmadığını açık biçimde belirtmem gerek; bunun nedeni, (verilerle) desteklenmesi gereken kimi etkenlerin bu aşamada sadece varsayımlardan ibaret olması. Bunların en mühimi, en büyük soru değil: Yaşamın oluşması için gerekli olduğuna inandığımız tüm etkenler (enerji kaynağı, sıvı halde su ve organik moleküller) göz önünde bulundurulduğunda, yaşamın ortaya çıkma olasılığı ne kadardır?

Yeni çalışmanın yazarları, biri kötümser ve diğeri daha eğlenceli olan iki yaklaşım ortaya koyuyorlar. İlki, Fermi paradoksunun çözülmesinin kolay olduğu. Yani, E.T’den mesaj almıyor olmamızın nedeni, orada bir E.T olmaması. Evrende tek başımıza olma olasılığımızı yüzde 39 ilâ yüzde 85 oranlarında ve kendi galaksimizde tek başımıza olma olasılığımızı yüzde 53 ilâ yüzde 99,6 arasında olacak şekilde hesaplıyorlar. Kısacası, “heyecanlanmayın” diyorlar.

ELDEKİ BİLGİLER ANLAMAMIZA YETMİYOR

Tabi ki biyologlar tüm bu saçma spekülasyonlardan nefret ediyorlar. Yaşamın burada, Dünya’da nasıl ortaya çıktığını hâlâ tam anlamıyla bilmediğimize dikkat çekiyorlar; bu durumda, hayatın başka bir yerde var olup olmadığını öngörme konusunda kendimize nasıl güvenebiliriz? Yaklaşık 4 milyar yıl önce gezegenimizde doğru koşulların oluşmasının ardından, Dünya’daki hayatın oldukça hızlı bir biçimde ortaya çıktığını öne süren insanlar var; söz konusu dönem, gezegenimizin sıvı su açısından yeterince soğuduğu bir zaman dilimiydi. O halde, bu durum, (hayatın) başka yerlerde de kolaylıkla ortaya çıkabileceği anlamına gelmiyor mu? Aslında hayır. Bir kişinin ortaya koyduğu istatistiksel örnek, bizler için bir anlam ifade etmiyor. Biyolojinin kimyasal bir sürpriz, gözlemlenebilir evrende başka hiçbir yerde gerçekleşmeyecek oranda imkânsız, çılgın bir yerel sapma olması gayet mümkün.

O halde, durduğumuz yer neresi? Kısacası, önümüzdeki on veya yirmi yılda, şu ya da bu şekilde bir cevaba ulaşabileceğimize inanmak için sebeplerimiz var. Astrobiyologlar, gelişmiş yeni nesil uzay teleskoplarını kullanarak mikrobiyal yaşam tarafından üretilen gazlar hususunda dış-gezegenleri araştırmaya başlamak üzereler. Ayrıca, Jüpiter ve Satürn’ün birkaç uydusundaki buzların altında, gezegenimize daha yakın bölgelerde mikrobiyal yaşam bulunması ihtimali de var.

Araştırmanın kısmen neşe verici olduğunu söylemiştim. Kimileri E.T’yi henüz bulamadığımızı, çünkü zeki bir yaşam formunun (biz dahil) yıldızlararası yolculuk ya da iletişim için gereken teknolojiyi başarılı biçimde geliştirmeden önce, her seferinde kendi kendini yok ettiğini öne sürüyor. Buna karşın, belki de sessizliğin nedeni, kısaca, bu türden yabancı bir medeniyetin olmaması. Bu sebeple, yazarların da altını çizdiği üzere, kendi geleceğimize ilişkin karamsarlığa düşmeye gerek yok. Belki tek başımıza olabiliriz ama bu sayede hayatta kalabiliriz.

*Jim Al-Khalili bir fizik profesörüdür ve Surrey Üniversitesi’nde bilimde halk katılımı dalında öğretim görevlisidir.

Yazının aslı The Guardian'da yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)