1978 yılında doğmuştu. Aslında doğduğu andan beri de parlak bir çocuk olacağı belliydi. Öyle de oldu. Ama doğuştan büyük bir şanssızlığı vardı. O da ağabeyi. Zira ailenin ilk göz ağrısıydı ağabeyi. Ne yaparsa yapsın ilgi hep onun üstündeydi. İyi bir şey yapsa gündem zaten ağabeydi. Kötü bir şey yaptığında ise morali bozulmamalıydı. O sebeple pamuklara sarılıp saklanıyordu.
Buna rağmen hiç kıskanmadı ağabeyini. Belki içten içe ufak tefek hasetleri oldu lakin o kadar. Ailesi için ağabeyi neyse onun için de öyleydi. Mesela babası harçlık verecek olsa ağabeyine 10, ona 1 verirdi. O ise aldığı 1’in bile yarısını ağabeyine verirdi. Yetmezdi çünkü ağabeyinin fiyakasına 10 lira. Hep daha fazlasına ihtiyacı vardı. Hep güzel, hep yakışıklı, hep güçlü gözükmesi lazımdı ağabeyinin. Sadece kendisi değil, tüm kardeşleri için geçerliydi. Onlar da kendisine gelen harçlıkların en az yarısını, yarı gönüllü yarı gönülsüz ona veriyordu.
Buna rağmen neler neler yapıyorlardı kardeşleriyle. Gözler ağabeylerinin üzerindeydi ama aileyi aile yapan, soyadlarının dilden dile dolanmasını da sağlayan aslında kardeşlerdi.
1933 doğumlu kardeşi mesela Avrupa’ya gitmişti okumak için. Pek beklenti yoktu tabii ki. Destek de.
ÖNCÜ AİLENİN DEĞERİNİ BULAMAYAN KARDEŞİ
Ama ne olduysa eğrisi doğrusuna denk geldi. Sadece okumakla kalmadı küçük kardeşlerden biri. O seneyi okul birincisi olarak tamamladı. Döndü, ülkesinde de girdiği kursta en iyi dereceyi aldı. Üstüne iki tane de yarışa girdi. Hepsini de kazandı. Bırakın aileyi, çevrelerinde bunu yapabilen kimse yoktu. İlkti yani. Zaten aile olarak öncü olmakla övünüyorlardı. Bu vesileyle bir süre küçük kardeş, ağabeyinin ailenin gözündeki yerine oturacak gibi oldu.
Hadi doğruyu söyleyelim. Kendisini o mertebeye (!) layık gördü ama ailesinden o karşılığı alamadı. Bunca başarıya karşın ilgi aynı, harçlık aynı, ne yurt içinde ne de yurt dışında destek gördü ailesinden. Sustu. Sonuçta ailesi için ağabeyinin konumundan daha önemli değildi bu.
Sonra diğer kardeş ortaya çıktı. Hani şu yazının başında bahsettiğim 1978 model. 10 sene boyunca okulda kendisini geçebilen kimse yoktu. Onur ödülleriyle okul birincisiydi hep. Öğretmenleri ondan bahsediyordu. Ne kadar değerli bir öğrenci olduğundan dem vuruyorlardı. Ailesine durumu anlatmaya çalışıyorlardı. Ama ailesi de bir sırtını sıvazlayıp geçiyordu. Girdiği testlerde son dört yıldır onu geçebilen kimse olmamıştı.
KENDİ YAĞINDA KAVRULDU
Arada yaz okulu niyetine yurt dışına da gitmişti. Avrupa’daki akranlarıyla kıyaslandığında da hiç kötü durumda değildi. Hani ağabeyine verilen desteğin birazını ona verseler dünyaya adını duyuracak seviyedeydi. Ama o da diğer kardeşleri gibi kendi yağında kavrulmak zorundaydı. O da öyle yaptı. Hiç şikayet etmedi. Bildiği yolda çalışmaya devam etti.
2004’ten beri danıştığı bir akıl hocası vardı. Ailesinin bilgisi dahilinde Müfit Arın’a gidip danışıyordu. Müfit Arın da hep doğru yolu göstermişti ona.
Birlikte çalıştıkları süre boyunca hep Avrupa’yı denediler. Ama biraz çekingendi. O çekingenliği de üzerinden atması belli bir süre aldı. Ama Müfit Hoca, hep denemesi gerektiğini söyledi ona. O da hep denedi. Son iki senesinde gördü ki artık kendisini daha fazla gösterebiliyor. Yavaş yavaş tutukluğunu da atmış. Evet evet, yeni yıl ona da iyi gelmişti. Artık ne yaptığını, ne yapabileceğini ve ne yapamayacağını çok daha iyi biliyordu. Bu kendini tanıma süreci güvenine de yansımıştı. İyi gidiyordu işler.
LİYAKAT GELENE KADAR...
Tabii ki ailesinden pek bir destek yoktu. Ama zaten alışmıştı o. Kendi göbeğini kendisinin kesmesi gerektiğini daha ilk nefes aldığı anda öğrenmişti. Ne yaparsa yapsın, diğer kardeşleri gibi ağabeyinin gölgesinde kalacağını biliyordu.
Yukarıda okuduğunuz paragraflar, başarısız bir hikaye yazarının ilk girişimi değil. Yaşanmış ve yaşanmakta olan bir hikayeden alıntıdır. Ailenin adı Beşiktaş’tır. Ağabey tabii ki futbol, 1933 doğumlu kardeş kulübün basketbol şubesi, 1978 model olan ise kulübün hentbol şubesidir. Şimdiye kadar hep üvey kardeş muamelesi gören hentbol şubesi, Müfit Arın yönetiminde yine büyük başarılara imza atıyor. 10 sene üst üste Türkiye ligini kazanan, Hentbol Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde son iki sezonda gruptan çıkmayı kıl payı kaçıran siyah beyazlılar, bu sene yine şansını deniyor. Bu yazı yazıldığı sırada VELUX EHF Şampiyonlar Ligi’nde dördüncü maçını henüz oynuyorlardı. Kazandılar kaybettiler bilmiyorum. Bildiğim bir şey var. Futbolun hegemonyası altında ezilen diğer branşların neler neler başardığını görmek için artık gözümü açmak zorundayız. Futbolun sığlığından çıkıp hak edene hak ettiği değeri vermediğimiz sürece, hiçbir büyük organizasyonu hak ettiğimizi iddia edemeyiz. Etmeyelim de.