Akademisyenler, yetkin iktisatçılar, merkez bankası başkanları ya da hazine uzmanları… Artık bu kişileri dinlemiyoruz. Artık siyasetçiler, popüler kanaat önderleri ya da “milli iradenin” temsilcisi olduğunu iddia edenler, uzmanların yerini aldı. Brexit oylamasını ve D. Trump’ın seçim kampanyasını uzaktan da olsa izleyenler, bu söylediklerimin sadece Türkiye ile ilgili olmadığını hemen fark edecekler. Peki ne değişti? Neden bir dönem sözüne güvenilen uzmanlarına şimdi burun kıvrılıyor?
UZMANLARIN YÜKSELİŞİ
Belli bir konu hakkında derinlemesine bilgi ya da becerisi olan kişileri uzman olarak adlandırıyoruz. Ancak uzmanlığın tarihsel gelişimi bu basit tanımla sınırlı değil. Platon’un “filozof kral” görüşünden, modern teknokrasi-demokrasi tartışmasına kadar konunun çok kapsamlı bir çerçevesi var. Modern anlamda uzmanların yükselişi, toplumsal üretim yapısında işbölümü ve uzmanlaşmanın giderek daha önemli hale gelmesiyle beraber gelişti. Kapitalist üretim tarzının, üretim birimleri arasındaki sistematik rekabet üzerine kurulmuş olması, teknik bilginin iş süreçlerine uygulanması zorunluluğunu beraberinde getirdi.
Uzmanlar, sadece artı değeri ençoklaştırmak için işe koşulmadı, aynı zamanda yeni üretim tekniklerinin ve teknolojik buluşların geliştirilmesi ile de görevlendirildi. Bu sürecin sonucunda uzmanlık, sürekli üretkenlik artışına dayanan kapitalist üretim tarzının gelişimi ile birlikte sosyal olarak da saygı gören bir statü halini aldı. Hatta zamanla, mühendisler gibi üretim süreciyle ilgili uzmanlar dışında siyasal ve sosyal alanlarla ilgilenen sosyologlar ve iktisatçılar da saygın uzmanlar haline geldiler. Özellikle iktisatçılar, ekonominin işleyiş kurallarının bilgisine sahip uzmanlar olarak giderek daha fazla söz sahibi olmaya başladılar.
PLANCI TEKNOKRATLAR
Ancak özellikle ekonomi alanında toplumsal güç ilişkilerinden azade ve tarafsız bir teknik bilginin mümkün olmaması nedeniyle iktisatçılar, her dönemde hakim güç ilişkileri ile şekillenen ihtiyaçlar doğrultusunda bilgi ürettiler. Örneğin 1945 sonrasında, eski sömürgelerin tasfiyesi ile ortaya çıkan yeni ulus devletlerin ekonomik sorunları ile ilgilenen bir uzmanlık alanı olarak ortaya çıkan Kalkınma İktisadı disiplinine mensup iktisatçılar, bu ülkelerin ekonomik gelişmesinde söz sahibi uzmanlar olarak kritik görevler aldılar.
Farklı ülkelerdeki kalkınma planlaması deneyimleri, bir yandan uzmanların toplumların kaderini belirlemede ne kadar etkili olabileceğini gösterirken, diğer yandan bu etkinin sınırlarını ortaya çıkardı. Çoğu zaman plancı teknokratın teknik olarak “en iyi” olarak belirlediği öncelikler, siyaset alanına geldiğinde sınıfsal güç dengelerince yeniden şekillendi ve “teknik olarak” en iyi olan ile sonuçta uygulanan arasında büyük bir açı farkı oluştu.
ANTİ-POPÜLİST NEOLİBERAL UZMANLAR
Tarihsel olarak hakim güç ilişkilerinin değişimi ile birlikte, uzmanlar arasında bir nöbet değişimi yaşandı. Plancı teknokratların etkin rolleri gerilerken, bunların yerini neoliberalizmin uygulayıcısı teknokratlar aldı. 1970’li yıllarda yaşanan kriz sonrasında, krizi sermaye lehine çözmek için geliştirilen neoliberal politikalar da, bir çeşit teknokratik ideolojiye dayanıyordu.
Buna göre ekonomi, kendine has kuralları olan bir “bilimdir” ve iktisatçıların bu bilimi üreten uzmanlar olarak ekonominin gidişatında daha fazla söz hakkı olması gerekir. O nedenle, ekonominin kurallarını bilmeyen ve sürekli yeniden seçilebilmek için popülist politikalar uygulayan siyasetçiler yerine, ekonomi politikaları uzmanlar tarafından oluşturulmalıdır. Ancak bu uzmanlar artık kalkınma iktisatçısı plancılar değil, piyasa sisteminin işleyişinin en etkin kaynak dağıtım mekanizması olduğuna gönülden bağlı yeni klasik iktisatçılardan oluşmalıdır.
Bu yeni yaklaşımın en uç örneği “Anayasal İktisat” olarak adlandırılan akımla temsil edilir. Anayasal İktisat yaklaşımına göre, iktisat kuralları neredeyse fizik kuralları kadar kesin olduğu için bunların değiştirilemez olması gerekir. Bunun en sağlam yolu ise, ekonomi politikası tercihlerini anayasaya yazarak, siyasi iktidarların değiştiremeyeceği hale getirmektir. Hatta merkez bankası bağımsızlığı teorisinin, bu teknokratik ideoloji ile yakın akrabalığı vardır. Buna göre para politikaları, kendi çıkarını düşünen siyasetçinin dokunamayacağı bir noktada konumlandırılmalıdır. Böylelikle kim seçilirse seçilsin, para politikası değişmeyecektir. Örneğin günümüzde Avrupa Birliği Merkez Bankası, bu şekilde yapılandırılmıştır.
NEOLİBERAL UZMANLARIN DÜŞÜŞÜ
Dünya genelinde geçtiğimiz 40 yıldır yaşanan deneyim, neoliberal modelin ve bu modelin uygulayıcısı teknokratların giderek daha fazla sorgulanması ile sonuçlandı. Özellikle 1980’den sonra IMF’nin koşullu kredileri ile neoliberal politikaların dünya geneline yayılmasında temel rolü yine neoliberal uzmanlar üstlendiler. 1990’lı yıllarda bu politikaların getirdiği yıkım anlaşılınca bu sefer program tadil edilerek, Post-Washington Uzlaşması temelli politikalar ortaya çıktı ancak uzmanların rolü değişmedi.
Ancak neoliberal uzmanlara en büyük darbeyi 2008 krizi vurdu. Yukarıda özetlediğim neoliberal teknokratik modelin en önemli teorisyenlerinden, Nobel ekonomi ödülüne sahip olan Robert Lucas, 2003 yılında kendinden emin bir şekilde makroekonomi biliminin “depresyonlar” sorununu, yani ekonomik krizler konusunu artık çözdüğünü vurgulayan bir konuşma yaptı. Ancak Lucas’ın bu konuşmasından kısa bir süre sonra, 2008’de ABD ekonomisi 1929 krizinden bu yana gerçekleşen en büyük kriz ile sarsıldı. 1990’lar ve 2000’lerde gelişen ve finans piyasalarının etkinliğine dayanan finans teorisi, 2008 krizi ile sarsıcı bir şekilde yanlışlandı. Dolgun ücretli uzmanlar yanılmıştı!
UZMANLARA İSYAN
Batıda liberal demokratik sistemin belkemiği olduğuna inanılan “orta sınıflar” (ya da daha doğru bir tabirle işçi sınıfı), 1970’lerden beri anlamlı bir gelir artışı sağlayamadılar. Buna karşılık, bu toplumlardaki en zengin yüzde 1’lik kesimin serveti inanılmaz şekilde arttı. Türkiye’de de 2000’lerde kurulan neoliberal popülist model, ortalama vatandaşı daha zenginleştirmedi. Aksine daha da borçlandırdı.
Daha kötüsü, güvencesizlik her alana yansıdı. İş güvenliği, artık bir istisna. Sosyal güvenlikten yararlanmak giderek zorlaşıyor. Geleceğin belirsizliğinin yarattığı ağırlık, şimdinin üzerine çöküyor ve bu çalışma hayatına fazla çalışma ve düşük ücret olarak yansıyor. Kısacası neoliberalizmle donanmış uzmanların gerek dünyayı gerekse Türkiye’yi getirdiği yer uçurumun kenarı.
SORUNLAR
Güncel olarak popülizmin yükselişi tartışmasının önemli bir kısmını, yukarıda özetlediğim “uzmanlara isyan” oluşturuyor. Ancak burada üzerinde daha fazla düşünmeyi hak eden sorunlar var. Örneğin sağ popülist liderlerin sürekli teknik bilgiyi aşağılamaları ve toplumda yükselen anti-entelektüalizm, önümüzde duran sorunları çözecek bir perspektif yaratmıyor. Aksine ortaya çıkan, demagojik bir uğultu oluyor. O zaman, teknokrasi ile demokrasi arasındaki dengenin nasıl kurulması üzerinde daha fazla düşünmeliyiz.
Bu sorunu Türkiye’deki hakim tartışma dili ile söylersek “milli irade” ile “bürokratik oligarşi” arasındaki denge nasıl kurulacak? Ya da atanmışlar ile seçilmişler arasındaki ilişki nasıl düzenlenmeli? Örneğin merkez bankası bağımsızlığı konusu, sıklıkla gündeme geldiği gibi sadece faizin indirilmesi ile ilgili bir tartışma değil, burada özetlediğim daha genel tartışmanın bir parçası. Bu tip sorular, tek adam rejiminin giderek kurumsallaştığı günümüz Türkiye’sinde çok anlamlı olmayabilir. Ancak bu kâbus bitince, ortaya çıkan enkazı temizlemek için bu tip tartışmalar işlevli olacak.
Önümüzdeki hafta, uzmanların yükselişi ve düşüşü konusunu Türkiye özelinde ele alacağım.