Uzun bir 'otoriter kış'tan siyasal İslam’ın sonbaharına
Tunus’taki son gelişmelerin, Türkiye-Katar ekseninin, İhvan’ın Mağrip’teki etkisini genişletmek için stratejik olarak yerleştirdiği piyonları devirme potansiyeli bulunuyor.
Josef Kılçıksız
Tunus cumhurbaşkanı sürpriz bir açıklama yaparak, Ennahda'nın ana oluşumu olduğu Parlamento'nun faaliyetlerinin dondurulduğunu, hükümet başkanını ve Savunma Bakanını görevlerinden alarak, yürütme gücünü kendisinde topladığını duyurdu.
Tunus’ta İhvan’ın iktidar mekanizmalarından tamamen uzaklaştırılması için esaslı bir yol temizliği yapılmasını savunan köktenci laiklerin yanında bir de Mısır senaryosunun tekrarlanmasından korkan çevreler de bulunuyor.
Müslüman Kardeşler'e bağlı İslamcı-muhafazakâr Ennahda partisinin lideri Raşed Gannuşi destekçilerini sokaklara çıkmaya ve parlamentonun önünde kamp kurmaya çağırırken, siyasi cepheler de giderek sertleşmeye başladı.
Jakoben laikler en son İhvan kırıntılarını da sokaklardan süpüreceklerine ve Tunus'u medeni yüzüne kavuşturmak için ardından sokakları sabunla yıkayacaklarına ant içtiler.
Süpürme ve püskürtme terimleri, kaçınılmaz olarak Al Sisi’nin Mısır’da uyguladığı kanlı önlemleri çağrıştırdı.
Siyasal İslamcılar ise olayları, Tunus devriminin kazanımlarını yok etmek amacıyla Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin laik ajanlarınca başlatılan açık ve şiddetli bir savaş olarak görüyor.
İki “mahalle” arasındaki bu tehlikeli konuşlanma, sekiz yıl önce Mısır'da yaşananların neredeyse bugüne kadar tekrarı niteliğinde bir olaylar silsilesini anımsattı.
İki Körfez ağır sıkleti Riyad ve Abu Dabi ise Kais Saied'in kararını coşkuyla selamladı.
Türkiye, Tunus'ta ortaya çıkan siyasi rejimin anayasal olmayan popülizmini bir yandan kınarken, bölgesel izolasyondan kurtulmak endişesinin bir işareti olarak da diğer yandan, Mursi’nin 2013 yılında devrilmesine müteakip gösterdiğine kıyasla daha az şiddetli bir tepki gösterdi.
3 Temmuz 2013 hatırlanacağı üzere, Mareşal Abdel Fattah Al-Sisi'nin, Mısır'da Müslüman Kardeşler'in Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye karşı darbesinin tarihiydi.
Tunus’taki son gelişmelerin, Türkiye-Katar ekseninin, İhvan’ın Mağrip’teki etkisini genişletmek için stratejik olarak yerleştirdiği piyonları devirme potansiyeli bulunuyor. Çünkü Türkiye-Katar iş birliğini, İhvancı ajandanın ideolojik içeriği ile birlikte okumak gerekiyor.
Nitekim geçen pazartesi, Katar'ın medya kolu El Cezire'nin Tunus bürosu polis tarafından basılarak kapatıldı.
Türk ve Katar medyası Doha ve Ankara'nın hoşnutsuzluğunu, Kais Saied'in "darbesini" şiddetle kınayarak belli etti ve Said’i hem Batı’nın hem de BAE'nin kuklası olmakla suçladı.
Türkiye’de ana akım medya Tunus’taki gelişmeleri, 2011'de Zeynel Abidin Bin Ali'nin düşmesi ve ardından demokratik bir geçişin sağlanmasının ardından kurulan kurumsal düzene nihaî darbenin vurulması olarak görüyor.
Tunus'taki durum hakkında kesin ve güvenilir güncellemeler almak için olayları TRT’den takip etmeyi sürdürenler, orada olup bitenin yanlış bir resmini çekiyor. Türkiye’deki siyasal İslamcı rejim de hakikatin bükülmüş halini İhvancıların mağduriyet hanesine yazdırmak için elinden geleni yapıyor.
Siyasal İslam'a dayalı bölgesel bir vizyonu savunan Doha ve Ankara, özellikle 2011 ve 2013 yılları arasında Tunus’ta İhvancı Ennahda’nın varlığı sayesinde son on yılda Tunus ile bağlarını güçlendirmeyi başarmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Raşed Ghannuşi ile arasındaki kişisel ilişki, siyasal İslam’ın uzun soluklu iktidar yürüyüşü bağlamında daha da güçlendi. Tunus'taki İslamcı-muhafazakâr hareket, Erdoğan'ın Türkiye'sini İslam ve demokrasiyi uzlaştırmayı başaran bir model olarak görüyordu.
Erdoğan, Tunus ile ilişkileri, nüfuz ve güç için siyasal İslam’ın bölgesel rekabet prizmasından görüyor. Tunus, İhvancı siyasal İslam’ın Akdeniz’deki jeopolitik konuşlanması için stratejik bir savaş alanını temsil ediyor.
Saied'in Tunus'taki “sivil darbesi”, Türk-Katar çıkarlarını tehdit etmeye başladı. Sivil darbe Tunuslu liderleri Emirlik'in etki yörüngesine taşırsa, Doha ve Ankara için siyasi ve ekonomik olarak maliyeti ağır olacak. Tunus'a yakınlaşmak için ekonomik ve ticari diplomasiyi kullanan Doha, son yıllarda Tunus'ta önde gelen Arap yatırımcısı olmuştu. Katar’ı ikinci sırada Abu Dabi takip ediyor.
Saied'in siyasi darbesi, iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğini baltalarken, 2013'te yürürlüğe giren ve Türkiye'den yapılan ithalatın 2011 ile 2018 arasında ikiye katlandığı bir serbest ticaret anlaşmasını da tehlikeye soktu.
Tunus için verilen mücadeleyi, tüm Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler'e karşı verilen savaşın bir parçası bağlamında okumak gerekiyor. Kahire ve Abu Dabi tarafından desteklenen Mareşal Halife Haftar'ın kuvvetleri Trablus'a yürürken Raşed Ghannouşi, Ocak 2020'de, Ulusal Birlik Hükümeti'ne (UMH) askeri desteği “Reis” ile görüşmek üzere Türkiye'ye gitmişti. Bu ziyaret Tunus cumhurbaşkanı ile gerilimi arttırmıştı.
Bana göre Tunus'ta olanı, bir darbe olarak değil de, laik cumhuriyetin kendini anayasal sınırlar içinde savunma refleksi olarak okumak gerekiyor. Bence Kais Saied, cumhurbaşkanlığı ayrıcalıklarını, yasal sınırlar içinde kalarak, ülkeyi İslamcı sürüklenişe karşı savunmak için kullandı.
Kais Saied, buna müteakip, bazı İslamo-solcu naiflerin “ılımlı” İslamcılar olarak gördüğü, demokrat kılığındaki takiyyeci teokratlar tarafından yönetilen tek ve son Arap ülkesinin tarihinde bir dönüm noktası oluşturacak kararlar aldı.
Kais Saied’in kararları, uzun zamandır beklenen, İslamcıların halk tarafından reddedilişinin ideolojik depremini de tetiklemiş oldu.
Tunus’ta yaşanan kırılma, Türkiye’deki siyasal İslamcılar için sadece uluslararası siyasi arenada giderek daha fazla yalnızlık anlamına gelmeyecek, aynı zamanda siyasi bir proje olarak İhvanizmin tarihin çöp sepetine atıldığı bir tarih olarak da onların zihinlerine kazınacak.
Bana sorarsanız, ılımlı siyasal İslam diye bir şey yoktur. Şimdiye kadar yapılan “Müslüman demokratlar, İslami-muhafazakârlar, ılımlı İslamcılar ya da ilerici Müslümanlar” gibi güzellemeler, siyasal İslam’ın 1928'de Mısır'da başlayan ve iktidarı fethetmeyi amaçlayan tarihsel, ideolojik ve politik karanlık yürüyüşünü hep gizlemeyi amaçladı.
Müslüman Kardeşler'den DEAŞ'a ve oradan El Kaide’ye uzanan siyasal İslam’ın “ılımlı” ve radikal tüm sürümlerinin, aynı teokratik, totaliter ve şiddet doktrininden yararlandığına dair pek çok siyasal bağlam ve olay bulunuyor.
Siyasal İslamcıların çoğulculuk oyununu oynama yetenekleri, onları yalnızca şiddetin kaydıyla sınırlayan karamsar kehanetlerin, sanı ve kanıların üstüne inşa ettikleri doxa’larının asında bir distopya olduğunu gösterdi.
Türkiye’de AKP Sünni İslamcı düşünceyi politik ajandasının taşıyıcı kolonu haline getirdi. Rejimin taşıyıcı kolonu olarak Ihvancılık sanki taklit edilemez bir şekilde bir modern politik teoriye dönüştürüldü.
Türkiye’de iktidarın hedef kitlesi “müminler”, başından beri işte böyle bir dinci resepsiyona maruz bırakıldı.
Böylece, dinin sınır sorularına yanıt vermekten aciz, laik-şeriatçı indirgemeci düalizminin kapanında bir rıza, itaat, itikat ve tevekkül ordusu oluşturuldu.
Bu kitle, giderek rejimin Sünni İslamcı-Turancı metafiziğinin hedefindeki “anlatı varlıkları” olarak tanımlandı.
Din, mezhep, yıkıcı milliyetçilik, negatif diyalektik, Makyavelizm ve sosyal Darwinist, nihilist şiddet, gerilim ve kutuplaştırma kontekstlerinde ortaya çıkan siyasi araçlar olarak rezonansa girerken, İhvancılık, siyasi kanon olarak arka plan işlevi gördü.
Öte yandan, İhvan asla hatasından ders almıyor. Oysa 2013'te Mısır'da ve 2019'da Sudan'da yok edilmişti.
Siyasal İslamcılar, Mısır’da, Sudan’da, Endonezya’da, Afganistan, Pakistan, Moritanya, İran ve Gambiya’da oluşturdukları otoriter restorasyonun karmaşık matrisini sorgulamayı reddederken, yüzde yetmiş gibi bir halk desteğiyle seçilen Kais Saied’in otoriter bir restorasyonu amaçladığını ileri sürüyor.
Kısacası, Kais Saied Tunus’u, Müslüman Kardeşler'in laik düzeni kundaklamalarından, aşındırmalarından ve tacizinden kurtarmaya devam edecek.
Ve 5 Şubat 1937’de, ülkemizde olduğu gibi, son sözü bir kez daha vatanlarına ve özgürlüklerine sadık halklar ve yöneticiler söyleyecek.