Uzun konuşmaların ve büyük suskunlukların yazarı: Javier Marías
Marías, hem başka bir zamana hem günümüze aitti; bir yanıyla çağın dışında, bir yanıyla tam ortasındaydı. 11 Eylül'de, zamanına yabancı olmayan, aynı anda geçmişe yaslanan böyle bir yazarı kaybettik.
11 Eylül 1973’te Salvador Allende’yi CIA destekli bir darbeyle devirip 1990’a kadar Şili’de terör estiren Augusto Pinochet’nin kurbanları ve 11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleştirilen ve ABD-İngiltere eliyle tüm dünyada bir karşı-terör dalgası yayılmasına neden olan saldırılarda ölenler törenlerle anılırken ajanslara bir haber düştü: Yayıncısının ve ailesinin yaptığı açıklamada, yazar ve çevirmen Javier Marías’ın öldüğü duyuruldu.
İlk hikâyesini on dört yaşında kaleme alan, ilk kitabı yayımlandığında on sekizinde olan, çocukluğu ve ilkgençliği ABD’de ve İspanya’da geçen, 1970’lerin ikinci yarısından itibaren edebiyat çevrelerinde adı duyulmaya başlayan, üniversite yıllarından itibaren İngilizceden İspanyolcaya çeviriler yapan ve Oxford Üniversitesi’nde uzun yıllar Çeviri Kuramı dersleri veren, 1986 sonrası yazdığı romanlarda çevirmenleri ana karakter hâline getiren Marías; hem kalburüstü kalemlere hem de kenarda köşede bırakılmış isimlere yer verdiği denemeleriyle, tarih-politika-aşk üçlüsünün hâkim olduğu romanlarıyla, uzun ve vurucu cümleleriyle, ABD’nin ve İspanya’nın geçmişindeki benzerlikleri ve benzemezlikleri işlediği metinleriyle çıktı karşımıza.
Marías, karanlığı ve aydınlığı, gerçeği ve kurmacayı, duygusallığı ve katılığı buluşturarak yazarlığını zirveye taşıdı; bazı roman karakterleri gibi hem zamanında hem de zamanının dışında yaşamayı başardı. Dostluğu, aşkı, entrikaları ve belirsizlikleri anlatırken hepimize sesleniyor, gizin ve muammanın zenginliğine işaret ediyor, çılgın ve ayağı yere basan kişiler arasındaki tuhaf dengeye dikkat çekiyordu. Kısacası yazmanın da yaşamanın da bir macera olduğunu ısrarla hatırlattı.
ZAMANSAL MUAMMANIN ANLATICISI
Marías’ın yazarlık ve yaşam macerası birbiriyle paralel ilerledi. Romanlarının ve hikâyelerinin olay akışındaki ani değişimler, hayatına yön veren gelişmelerin birer yansımasıydı. 'Zamanın Karanlık Yüzü’ndeki cümle, kendisini mi, yoksa romanın başkarakterini mi anlatıyordu pek belli değildi: “Yaşamı, düş gücünün ürettiği ya da öyküleyip kaleme aldığı ve yayımladığı şeyler sayesinde zenginleşen ya da o yüzden lanetlenen ya da sadece değişen yazarların ben ne ilkiyim ne de sonuncusu olacağım.”
Yazarlığını özel kılan şey, Marías’ın geçmiş ve şimdi arasında kurduğu dengeydi. Dün ve bugün arasında kalma durumuna kafa yormuştu, roman karakterlerinin birbiriyle ilişkisinin arka planında da bu zamansal muamma bulunuyordu çoğunlukla. Yüzeyle yetinmeyip derine inerek yapbozlar kurmasını, ilişkiler ağıyla dönemsel geçişler kurgulamasını ve okuru düşüncelere itmesini sağlayan da buydu.
SUSMANIN VE ANLATMANIN BEDELİ
Marías iyi bir hikâye anlatıcısıydı; efsane üçlemesi 'Yarınki Yüzün’ün ilk cildi 'Ateş ve Mızrak'taki cümleler, anlatma ve susmanın “zehrini” gösteriyordu bize: “İnsan asla hiçbir şey anlatmamalı, bilgi de vermemeli, hikâye de aktarmamalı, hiç var olmamış, yeryüzüne ayak basmamış, dünyayı dolaşmamış ya da bu dünyadan geçmiş ama tek gözü kör, kararsız unutuşa gömülerek yarı yarıya kurtulmuş varlıkları da insanlara hatırlatmamalı. Anlatmak hemen her zaman bir armağandır, anlatılan hikâye zehir taşısa ve saçsa bile; aynı zamanda bir bağdır, güven duymaktır; er veya geç ihanete uğramayan güven ise nadirdir; dolanıp düğümlenmeyen, sonunda sıktığı için bıçak ya da jiletle kesilmesi gerekmeyen bağ da nadirdir. Benim güvenip verdiğim onca sırrın kaçı olduğu gibi korunmuştur? Ben ki içgüdülerime o kadar inanır ama her zaman onlara kulak vermezdim, fazlasıyla uzun zaman boyunca saftım.”
Susmanın ve anlatmanın bedeli, Marías’ın aşk ve tarih ağırlıklı metinlerinin önemli izleklerindendi. Güvensizliği, tereddütleri, yıkımları ve ulaşılmak istenen ışığı (ya da çıkışı), yalan ve gerçek arasındaki belli belirsiz sınıra taşırken "adaletin bir yanılsamadan ibaret olduğunu", hatta muktedirlerin elinde kolayca bir oyuncağa dönüşebildiğini söylemişti yazar.
SORAN VE SUSAN İNSANIN RUH HALİ
Çevirmen ve yazar Marías, romanlarında insanı tercüme edip yorumlamaya çalışırken topyekûn savaşlardan ABD ve İspanya İç Savaşı’na, aşk ve karakter gerilimlerinden hem bireysel hem de toplu olarak gerçekleştirilen geçmişle hesaplaşmalara sıçramalar yaptı. İnsanın ruh hâli ve zihninin karışıklığını, toplumsal ve politik karmaşalarla kıyaslarken icat edilen ve yaşanan mutsuzluğa dikkat çekti:
“Bak ne diyeceğim dendiğinde biz de bakarız, çoğu zaman bakar, dinleriz, kâh korkarak kâh koltuklarımız kabararak; bir şeyi lütfetmek ya da reddetmek durumunda olmak: Günümüzün gidişatına göre ve tamamen keyfi biçimde, o anda işsiz güçsüz, cömert ve can sıkıntısı içinde mi, yoksa müthiş telaşlı, harcayacak zaman ve sabırdan yoksun mu olduğumuza göre, ruh hâlimize göre, karşımızdakini borçlu duruma sokmak mı, kararsız bir bekleyiş içinde tutmak mı, yoksa bir taahhüt altına girmek mi istediğimize bağlı olarak ‘Evet’, ‘Hayır’, ‘Bakalım’, ‘Belki’, ‘Bir düşüneyim’, ‘Yarın cevap veririm’ ya da ‘Karşılığında şunu isterim’ diyebileceğimizi bilmek, bunu düşünmek, ilk anda dünyanın en gurur okşayıcı şeyidir, ayrıca -pek çabuk açığa çıkar ki- en yapışkan ve tatsız şeyidir çünkü lütfettiğimizde ya da reddettiğimizde -her iki durumda da belki sırf kulak verdiğimizde bile- ricacıya bulaşırız, belki ağına düşeriz ya da düğümleniriz” (Yarınki Yüzün: Dans ve Rüya).
Geçmiş-şimdi-gelecek bağlantısının yanı sıra bunaldığı bugünde kaçış yolu arayan insanın ruh hâlini, sürüklenişini ve gölgelere hapsoluşunu iç içe geçirdiği hikâyelerle anlatan Marías, belleğin kişinin tepesinde âdeta Demokles’in Kılıcı gibi sallandığını hatırlatmıştı. Yalanlara, şüphelere ve paranoyalara sığınmanın da anımsayıp hesaplaşmanın da seçenekler arasında yer aldığını; bunlardan hangisinin tercih edileceğinin, hem kişilerin hem de toplumların geleceğini belirlediğini anlatmıştı.
SÖYLENEMEYENLERİN ANLATTIĞI
Marías, sormak ve susmak arasında kalan; konuşulanlardan öte söylenmeyenlerin bazı zamanlarda çok daha fazla şey anlatabileceğini vurguladığı 'Beyaz Kalp’te, bahsi geçen hesaplaşma-sümen altına itme ikileminin, insan ilişkilerini nasıl kırılgan hâle getirdiğini gözler önüne sererken ölülerin sesine yer vermişti: “Diğer insanlara olanlar, yokluklar, felaketler, cinayetlerin hepsi bize çok uzaktır, sanki yoklarmış gibi. Hatta bizim başımıza gelen şeylere bile bir kez olup bittikten sonra yabancılaşırız. Tüm hayatı boyunca böyle olan insanlar vardır, sonsuza dek genç olanlar; büyük talihsizliktir. İnsanlar söyler; kelimeler bedavadır ve bazen kendiliğinden pervasızca taşar insanlardan (…) Kelimelerin normalde sahip olduğundan daha kötü sonuçlar doğurmadığı çok nadirdir.”
Marías, sıradan (görünen) insanların korkunç ve hiç beklenmedik eylemlerinin aslında şaşırtıcı olmadığını ve sormayı unuttuğumuz bir sorunun yanıtında gizlendiğini hatırlatmıştı: “Size şiddet uygulama imkânı verilseydi bunu kullanır mıydınız?” Benzer bir durumun kadın-erkek ilişkisine de uyarlanabileceğini 'Karasevdalılar’da öne sürmüştü. Kusursuz görünen çiftlerin, aslında öyle olmadığını; Pandora’nın Kutusu açıldığında ortalığa karanlık epey nokta çıkacağını, suçun ve sözün sınırının kolaylıkla kaybolabileceğini anımsatmıştı. Makyajlı ve maskeli bir yaşamın ardına gizlenenleri, bazen aşk ve ilişki çerçevesinde, bazen toplumsal ve psikolojik çözümlemeler eşliğinde, uzun monolog ve diyaloglarla anlatan Marías, buradan doğan birlikteliklerin ve kopuşların altını çizmişti. Kısacası kurguyu gerçeklerle, gerçekleri de kurguyla bütünlemişti.
DENEMECİ MARÍAS
Marías, yaşadıklarından parçalar kattığı, gözlem ve çözümlemeleriyle kurmacayı birleştirdiği metinlerinin yanı sıra başka yazarların yaşamlarına ve olup bitenlere de merak duymuştu. Bu da romancılığının, öykücülüğünün ve çevirmenliğinin yanına denemeci sıfatının eklenmesini sağladı.
Denemeci Marías, âdeta birer roman kahramanı gibi düşündüğü ünlü yazarların yaşamlarından bölümleri, eğlenceli biçimde yeniden “kurgulamıştı.” Hayattan keyif almayı bilen ya da buna uzak düşen isimlerin ciddi taraflarını veya tuhaflıklarını öne çıkardığı denemeler kaleme alırken kadınların koruyuculuğuna soyunan Arthur C. Doyle’un boksörlüğünü, kişilik bölünmesinden mustarip Turgenyev’i, “ciddiye alınma takıntısıyla ömrünü tüketti” dediği Thomas Mann’ı, zehirlenme korkusuyla yaşamı kendisine zehir eden Mişima’yı, esin perisini aşklar eşliğinde bekleyen Rilke’yi, sabah sildiği virgülü akşamüzeri yeniden koyan Oscar Wilde’ı, kadınların oy hakkı için her şeyi yapan Violet Hunt’ı ve pek çok entelektüeli bir araya getiren Julie de Lespinasse’ı muzip bir dille anlatmıştı Marías. Diğer bir ifadeyle kendi zamanı ile uzak ve yakın geçmiş arasında bağ kurarken matrak anekdotlarla trajediler içinden mizahı çekip çıkarmıştı.
Sıkı bir Real Madrid taraftarı olan Marías, 1992-2000 arası çeşitli gazetelerde, kendi ifadesiyle “dinlence” yazıları kaleme almıştı. Bu futbol yazılarında sahayı, yedek kulübesini, tribünleri ve saha dışını izleyen, hayat ve futbol arasında ilinti kuran, politikanın ve futbolun hangi noktalarda kesiştiğini yorumlayan, oyun bağlamında ve hatıralarından hareketle futbolun çocuklukla ilişkisini ortaya koyan bir Marías’la karşılaşmıştık. 'Vahşiler ve Duygusallar’da şöyle demişti yazar:
“Sadece kazanmanın yetmediği bir faaliyettir futbol, her sezonda, her turnuvada, her maçta, hep kazanmak gerekir. Bir yazar, bir mimar veya bir müzisyen, muazzam bir romana, harikulade bir binaya veya unutulmaz bir albüme imza attıktan sonra birazcık durup dinlenebilir. (...) Futbolda ise aksine, durup dinlenmeye yer yoktur, son derece başarılı bir geçmişe sahip olmak veya önceki sene şampiyonluğu kazanmak pek bir para etmez. Asla başarıya ulaşıldığı düşünülmez, bir sonraki maçın da kazanılması gerekir (oyuncuların kendilerinden beklentileri budur), sanki her şey sıfırdan başlar, her maçın başındaki skor gibi. Hayattaki diğer faaliyetlerden farklı olarak sporda (ama her şeyden önce futbolda) hiçbir şey birikmez ve muhafaza edilmez, kupaların sergilendiği salonlara ve her geçen gün daha da kıymete binen istatistiklere rağmen. Dünün en iyisi olmanın bugün bir anlamı yoktur, yarından bahsetmeyelim bile.”
SORU VE SORGULAMALARIN YAZARI
Tutkunun, aşkın, ikilemlerin, soru ve sorgulamaların yazarıydı Marías; zahmetli ve maceralı yaşamları, yoğun diyaloglarla ve uzun cümlelerle kurgulayıp anlatmıştı. Ardına bakmadan gidenlerle, yağmurdan kaçarken doluya tutulan âşıklarla, kavgadan kavgaya koşanlarla, fırtınanın ortasında kalanlarla ve tarihin ağırlığını sırtlananlarla buluşturmuştu bizi. Düğümler atmış ve çözmüştü, geçmişle olduğu kadar bugünle de hesaplaşmayı denemişti. Konuşarak döndüğüne inanılan dünyada susarak da epey bir şey anlatılabileceğini düşünmüştü. Yaşarken unutulanların ve öldükten sonra hatırlananların, sahte ve gerçek kahramanların hikâyeleriyle birlikte, yıkıntıları ve yeniden kurulanları getirmişti önümüze. Böyle baktığımızda Marías, hem başka bir zamana hem de günümüze aitti; bir yanıyla çağın dışında diğer yanıyla tam ortasındaydı. 11 Eylül 2022’de, zamanına yabancı olmayan ve aynı anda geçmişe yaslanan böyle bir yazarı kaybettik.