Bir ülke ki iktidarı eliyle bölünür!
Terörmüş.
Hadi canım sende!
Terör çuvalına atılmayan kim kaldı bu ülkede?
Kayyım atamalarıyla, HDP adaylarına oy veren seçmen çoğunluğunu terörist ilan etmeye kimsenin hakkı yok! Hak, hukuk dinleyen de yok gerçi.
Hukuku uygulamak, adaleti tesis etmek için seçmenden yetki almış olan iktidar yetkisini, hukuksuz işlemler yapma gücü olarak kullanmayı seçti bir kere daha.
Seçilmiş belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine bürokrat kayyım atamayla yapılan seçmen iradesine ipotek koyarak, seçmeni cezalandırmaktan başka bir şey değil.
Hani 2019 yerel seçimleri, yeni sistem için bir nevi güven oylaması olacak deniyordu ya… Seçmen tercihi, sisteme güven duyulmadığını gösterdi işte.
Aynı zamanda Kürt illerinde uygulanan kayyım politikası da güvenoyu alamadı, yerel seçimde. Seçmen kayyımlara ve kayyım politikasına değil Kürt siyasetine oy verdi.
İktidar, yerel seçim sonuçlarını doğru okuyamadığını, yerel siyasete bürokratik darbeyle gösterdi. Darbelere karşı olduklarını iddia edenlerin darbeciye dönüştüğü ülke burası…
Sabaha karşı üçte başlatılan arama ve göz altılarla gelişen operasyonla yerel siyasete, güvenlik bürokrasisi ve iktidar eliyle darbe yapılmıştır. Seçilmişlerin yerine atanmışlar yerleştirildi.
Terörle iltisaklı(?) oldukları iddiasıyla İç İşleri Bakanınca duyurulan darbenin gerekçesi de yine aynı bakanlığın sitesinde yayınlandı. Zahmet edip 1501 sözcüklü açıklamada bulunmuşlar. Laf kalabalığı… Bin beş yüz bir kelime yazılmakla metinde tek bir hukuki dayanak, tek bir yargı kararı olmadığı, gizlenmeye çalışılmış.
Devam eden kovuşturma ve soruşturmaların listelendiği bu açıklamada üç ilin seçilmiş başkanları için ayrılan bölümlerin sonunda yer alan bir cümle, cezanın seçmene kesildiğini ifşa ediyor.
Diyarbakır bölümü: “… sayılı soruşturma yürütülen Adnan Selçuk MIZRAKLI Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştur.” Seçilmiştir değil olmuştur yazmak, seçmen iradesinin bu yönde tecelli edişini gizlemeye yetmiyor tabi. Asıl sorunun, atılı suçları işleyip işlemedikleri değil kovuşturma ve soruşturmaların tamamlanması, yargı karanının verilmesi de olmadığı açık ediliyor bu ifadeyle. Sorun suçlu olup olmamaları değil onlara göre sorun, seçilmiş olmaları. Yani asıl suçlu, asıl terörle itham edilen seçmen bu metinde.
Diyarbakır’da seçmenin yüzde 62,9’u terörist öyle mi?
Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk için de kopyala yapıştır aynı cümle yazılı. Yani Mardin seçmeninin de yüzde 56.24’ü terörle itham ediliyor.
Van’da 53.83’ü, Bedia Özgökçe Ertan’ı seçmekle terör tarafında yer almış kabul edilerek, iradelerine bürokratlar eliyle, iktidar kararıyla ipotek konulmuş oluyor.
Şaşırdık mı? Şaşıracak mecal kalmadığı için şaşırmamış değiliz. Seçimlerden önce kimin kazacağı belli bile değilken Süleyman Soylu, bu darbeyi ilan etmiş olduğu için şaşırmadık.
Hukuki gereklilik değil siyasi karar olduğuna dair tek dayanak Yüksek Seçim Kurulu, seçilme yeterliliği gördüğü halde seçimlerden haftalar önce Soylu’nun “Bir de bana sorsunlar, ben İçişleri Bakanıyım” beyanı değil. Aynı zamanda yayınlanan darbe gerekçesinde tek bir yargı kararının bulunmayışı… Devam eden soruşturma ve kovuşturmaların tamamlanıp, istedikleri kararı yargıdan çıkarttırabilecekleri gün gibi ortadayken böylesi bir hukuki dayanağa dahi ihtiyaç duymayışları.
Terörmüş. Terör ithamlarının inandırıcı olmayışının tek sebebi, son yıllarda herkese terör yaftası yapıştırılıp, hak arayan işçilerin, hatta işçi zamlarını protesto eden sendikaların bile terörle anılması değil. Aynı zamanda sırf birkaç oy için seçim öncesi tescilli bir teröristin TRT ekranlarına çıkarılıp, AKP için seçim propagandası yaptırılmış olması. Mesele terörle mücadele olsaydı Osman Öcalan ipine sarılınmazdı.
Mesele terör olsaydı meşru siyasi faaliyet çabası terörize edilmez tersine terörizmle mücadele için mevcut ve meşru siyasi organlara dört elle sarılarak, gençlerin terörden uzak tutulması için işbirliği yapılırdı. Siyaset yolu açılmadan terörün bitmeyeceği gerçeği göz ardı edilmezdi.
Mesele siyasi ihtiras… Mesele seçim sonuçlarını doğru okuyarak kendine çeki düzen vermek yerine seçmeni suçlama kolaycılığına kaçış. Sadece Diyarbakır, Mardin, Van değil İstanbul ve Ankara seçim sonuçları için de Kürt seçmeni cezalandırmak.
Bir soru var ki o da zamanlama. Zamanlamanın manidar olup olmadığını biraz düşünmek gerekiyor. Önümüzdeki günlerde belirginleşir bu da.
Toplumsal barış, Kürt Meselesi'nin onurlu barışla çözümü ihtiyacı geniş kesimlerde yükseldiği zamanlarda iktidarın, sorunu tırmandırma ve geniş kitleleri suçlu ilan etme alışkanlığı, yeniden sahneleniyor.
Bu gidiş ülkenin hayrına değil. Siyaseten iktidara ne kazandırır bilinmez ama ülkeye kaybettirdiklerinin, kaybettireceklerinin faturası çok yüksek. En önemlisi de artık giderek kendi barışımıza kendi içimizde karar verecek pozisyonları kaybediyor oluşumuz.
Hele şimdi ABD ile güvenli bölge bilinmezine saplanmışken. Bu bilinmezin çıkışında masaya ABD eliyle hazırlanmış bir çözüm dayatması sunulursa şaşırmayalım. Şunu da bilelim ki kendi sorunlarımızı demokratik yollarla kendimiz çözmek yerine silahlı mücadele ile siyasallaşmayı tek yol gören Ortadoğu karmaşasının bir parçasına dönüşme ihtimali var. Şu an kıyısındayız. ABD bir çözüm dayatırsa onun karşımıza çıkaracağı çözüm(!) “Lübnanizasyon” olur ancak. Ne Türklere ne Kürtlere ne de ülke siyasetine yarar.
İktidarı eliyle iç meseleleri, çözümsüzlüğe sürüklenerek, uluslararası soruna dönüştürülen ülke olmaya kapı açıyor, bugünkü yerel siyaset darbesi.
Yazık oluyor bu ülkeye, gerçekten çok yazık.