İstanbul Modern’deki retrospektif sergisi “İçinde Kim Var?” İnci Eviner’in kırk yıla yaklaşan sanat yaşamı boyunca içindeki doğal sesi arayışın billurlaşmış halini temsil ediyor.
“Vahşi Hayat ve Vahşi Kadın, ikisi de soyu tükenmekte olan türler. Zaman içinde kadına özgü içgüdüsel doğanın yağmalandığına, bastırıldığına ve ezildiğine tanık olduk. Uzun dönemler boyunca bu içgüdüsel doğa, tıpkı vahşi hayat ve vahşi topraklar gibi kötüye kullanılmıştır. Binlerce yıldır ne zaman arkamızı dönsek, ruhun en zavallı topraklarına fırlatılıp atıldığını gördük. Tarih boyunca Vahşi Kadın'ın ruhsal toprakları yağmalanıp yakılmış, buldozerlerle düzlenmiş ve başkalarını memnun etmek üzere doğal döngüleri, doğal olmayan ritimlere büründürülmüştür.”
Clarissa Pinkola Estes modernizmle birlikte insanın doğadan kopuşu ve kapitalizm içinde kayboluşundan yola çıktığı modern klasiği Kurtlarla Koşan Kadınlar’ı bu cümlelerle açar. Estes devamında kadınların yapması gereken ilk şeyin içlerindeki doğal sesi keşfetmek olduğunu söyler. İstanbul Modern’deki retrospektif sergisi “İçinde Kim Var?” İnci Eviner’in kırk yıla yaklaşan sanat yaşamı boyunca içindeki doğal sesi arayışın billurlaşmış halini temsil ediyor.
“Hepimiz vahşiye özlemle doluyuz. Bu özlemin kültürel olarak onaylanmış pek az panzehiri var. Bize bu tür bir arzudan utanç duymamız öğretildi. Uzattığımız saçlarımızı duygularımızı saklamak için kullandık.” Bir tarafı Amerikan yerlisi, bir tarafı da Macar göçmeni bir aileden gelen Estes ile Türkiye’deki orta sınıf bir aileden gelen Eviner arasında oluşan bu dayanışma içimizdeki Vahşi Kadın’a dair bir arayışın ürünü. “Benim de dahil olduğum 2. Dünya Savaşı sonrası kuşağı, kadınların çocuksulaştırıldığı ve mal muamelesi gördüğü bir zamanda büyüdü. Nadastaki bahçeler gibi korundular... ama ne mutlu ki, her zaman rüzgarla gelen yabanıl tohumlar vardı.” Uzak kıtadaki Estes’in arayışı devam ederken Türkiye’de de “Kestim kara saçlarımı” diyen kadınların sesi çıkmaya başlamıştı. “Yazdıkları şeyler yetkin görülmese de, kadınlar bir şekilde hep ışıldadılar. Yaptıkları resimler kabul görmese de, bir şekilde ruhu beslediler. Kadınların sanatları için ihtiyaç duydukları araç ve yerler için yalvarmaları gerekiyordu ve hiçbirini bulamadıklarında ise ağaçlarda, mağaralarda, ormanlarda ve dolaplarda kendi alanlarını yarattılar.” İnci Eviner boğucu ve erkek egemen Akademi’de benzer bir alanı kendine yarattı. İstanbul Modern’in bir kadın sanatçıya ayrılan ilk retrospektif sergisinin Eviner’e ait olması da tesadüf değil.
Eviner’in sergisi Kırık Manifestolar isimli duvarda iç içe geçecek kadar yan yana dizilmiş üç videoyla açılıyor. Gösteri, Şiddet ve Göçmenler başlıklı videolarda kendi yaptığı desenleri pankart gibi taşıyan kişileri kullanır. Eviner’in bir sahne gibi tasarladığı bu üç video yaşadığı evreni çevreleyen unsurların panoramasını çizmiş gibidir. Bu açıdan serginin girişinde izleyiciyi karşılayarak Eviner’in dünyasına da adım atılmış olur.
Eviner sergi boyunca içindeki vahşiliği arayan kadınların izini sürer. Gelin Başı, Ormanda Kaybolan Prenses Broglie, Daldaki Maymun, Kamuflaj desenleri bu arayışın en net metaforlar ve çizgilerle görüldüğü işlerdir. Çünkü, “Kurtların ve çakalların, ayıların ve vahşi kadınların benzer ünlere sahip olması da o kadar rastlantısal değildir. Ortak içgüdüsel arketipleri paylaştıkları için, yanlışlıkla da olsa, hepsi nankör, doğuştan tehlikeli ve kindar olarak tanınırlar.” Estes’in mitolojik anlatılardaki arayışıyla, Eviner’İn modern çizgilerdeki arayışı benzer sonuçlara varır. Kıtalar ve kültürler farklı olsa da kadın meselesi aynı yerde düğümlenir.
Estes’ten devamla... “Sağlıklı kurtlar ve sağlıklı kadınlar belirli ruhsal karakteristikleri paylaşırlar: Keskin bir duyarlılık, oyuncu bir ruh ve yoğun bir kendini adama kapasitesi.” Eviner’i anlatmak için birkaç kelime kullanmaya çalışsam benzer sözler dökülecekti benden de. 1980’de Akademi’den mezun olan Eviner sanatçı ve kadın olmanın para etmediği zamanlarda adanmışlıkla çalışmalarına devam etti. Kendi sanatına ve çalışmalarına dair bir röportajında içten ve mütevazı bir şekilde adanmışlığını ve eksikliklerini rahatlıkla ortaya dökebilmişti: “Sanatçı kimliğini hak etmek için, yani gerçekten bu konuda kendi arzularımı, eksikliklerimi karşılayabilmek için hep olağanüstü bir tutkuyla hareket ettim. Bu beni yaşatan ve hayatın anlamsızlığıyla baş etmeyi sağlayan tek yol gibi gözüktü. Adını şimdi koyuyor olabilirim ama çocukluğumdan beri olup biten hayatın banalliği, sıkıcılığı, zalimliği ile başa çıkabilmenin yolu, onu dönüştürmekten geçti. Dönüştürmek için o yetenekleri kullanabilmek gerek ki bazen yeteneklerimle başa çıkamadığımı da söylüyorum Akademi’de. Çünkü yeteri kadar bilgim, entellektüel birikimim yoktu ve o arada bütün bocalamalarımda zaten yansıyor retrospektife.”
Eviner video çalışmalarında da kadın meselesini üç boyutlu bir hale getirir. Bana Kötü Bir Şey Oldu videosu duygusallıkla sertlik arasındaki çizgide salınır. Harem videosunda da tanıdık bir oryantalist harem gravürünü yeniden canlandırır. Orijinal gravürdeki fantezi unsuru harem kadınlarının özneleştirildiği bu video Eviner’in sanat hayatı boyunca amaçladığının harekete geçmiş hali gibidir. Oryantalizme ve hareme dair en doğru eleştirinin başka bir yerden değil de Türkiye’nin yaşayan en verimli kadın sanatçılarından birinden gelmesi bize mücadelenin yöntemi hakkında ipuçları verir. Parlamento videosunda ise Eviner meseleyi daha geniş bir düzleme alır ve problematiği Doğu-Batı ikiliğine çeker. 2010 tarihli bu iş görünürde Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle olan ilişkisine dair göndermeler taşısa da toplumsal ve siyasal yaşantımıza dair çatışmaları yansıtması bakımından Eviner’in retrospektifini çevreleyen bir etkiye sahiptir.
Retrospektif boyunca Eviner’in 77’de Darülaceze’de çizdiği gravürlerden 90’lardaki Coğrafya serisine ve son dönemde yoğunlaşan işlerine kadar birçok işi görüyoruz. Kronolojik değil, iç içe, oda oda sarmallardan oluşan ve yeni olanaklara açık bir retrospektif düşüncesiyle karşı karşıyayız. Eviner’in halen devam eden sanat serüveninin bu önemli durağı yeni başlıklar açmak için bir fırsat.