Son günlerde eskimeyen Yeşilçam filmlerinden Namuslu sık sık
aklıma düşüyor. 1985 yapımı Ertem Eğilmez filminde Şener Şen ve
Ayşen Guruda başrolleri paylaşıyor ve birbirinden değerli pek çok
sanatçı, filmi unutulmaz kıldı. Yönetmenin, oyuncuların başarısı
kadar senaryonun can alıcı gerçekçiliği, bir komedi filmiyle
zihinlerimize nakşetmesi etkiliydi unutulmazlığında. Kara mizahın
en sevimli örneklerindendi ve yazık ki hala konu itibariyle
güncelliğini koruyor. Hatta güncelliğini korumanın ötesine geçip,
80’lerde açılan “benim memurum işini bilir” yolunun günümüzde
“işini” bilmeyen memura hayat hakkı tanınmayan bir yere çıkacağını
belki senaryo yazarı Başar Sabuncu bile tahmin edememiştir belki.
Belki de aklından geçenleri bilmenin çoğu zaman imkansız oldu mizah
yazarlarından Sabuncu, kendi adıma ilk gösterimde çok absürt
bulduğum film konusuyla tam da bugünleri işaret etmek istemiş
olabilir. Yolun başında yönelinen istikametin varış yerini
kestirmeyi mümkün kılacağı aşikar aslında ama 40 küsur yıl önceden
bunu görmek herkesin harcı değil.
Şener Şen’in canlandırdığı memur karakteri işini bilenlerden
değildi. Dürüst bir çalışan ve işine sadık, çalışma ahlakına sahip
bir karakter. Yine tam o günlerin zihniyetiyle işini iyi yapmak
yerine kestirmeden “köşe dönme” hayalleriyle uyumlu bir veznedardı.
Düşük gelirli bir memur ailesinin rahat yaşamak isteyen bireyleri,
mahalleli, esnaf örgüsü içinde veznedarın köşeyi döneceği gün
bekleniyor, o gün geciktikçe namuslu memur horlanıyordu. Filmin
gerçekliğindeki horlama toplumsal davranış kalıplarında ve o günün
değer yargılarındaki inanılması zor değişimi gözümüze sokuyordu.
İnanılması zor olduğu için inanmayanlar, “yok artık” çekenler de
çoktu, izlendiği ilk yıllarda. Günümüz gerçekliğinde ise "Diyanet
dürüst, hak, hukuk bilir, beytülmale el uzatmaz memurlara hayat
hakkı tanımıyor olabilir mi?" sorusuna cevap arar haldeyiz.
Allah rahmet etsin Müftü Mehmet Deniz’in intiharı, inançlı bir
insanın intihara sürüklenişi olgusundan ibaret değil. Diyanet'in
hukuksuz işlemleri ve yargı kararlarını uygulamayışıyla da sınırlı
kalmıyor yapılanlar, yaşatılanlar. Her bir haberde ulaşılan yeni
bilgilerle kurumsallığın çöküşü, ahlaki zafiyeti ve dini emirlerin
neredeyse yüz seksen derece tersine gidişatı gün ışığına çıkarması
bakımından da önemli. Neler yaşadıklarını bilmediğimiz kaç Mehmet
Deniz, kaç Fatma Yavuz var acaba bu gayya kuyusuna dönüşmüş yapıda.
Kadınlara, çocuklara, LGBTİ+lara, Kobenê Davası'na verdiği katılma,
iddianameyi onaylama dilekçesiyle Kürt siyasetçilere bu dünyada
cehennemi yaşatan bir kurum şimdilerde Diyanet. Fakat anlaşılan o
ki tevatürlerde sıkça geçen ve cehennemin en derin çukuru olarak
Diyanet'in yayınlarında da yer verilen o gayya kuyusunun ta
kendisiymiş. İddialar doğruysa çalışanlarına kurum içinde cehennemi
yaşatıyormuş meğer.
2 Ağustos tarihli haberlerden öğrendiğimiz Müftü Mehmet Deniz’in
intiharı sonrasında iktidara yakın basının jet hızıyla merhumu
karalama kampanyasına girişmesi kurum içindeki çalkantı ve
çekişmelerle ilgili bir intihar olduğunu düşündürüyor. Ancak Mehmet
Deniz’in çok sık tayin edilmesi, İlçe müftülüğünden alınıp bir
başka ilin ilçe müftülüğünde vaiz olarak görevlendirilmesinin
nedenleri Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş tarafından açıklıkla
ortaya konmuş değil. Mehmet Deniz’in hakkındaki soruşturma, kınama
cezası verilmesine yol açan tahkikat içerikleri hakkında kurum
ketum davranıyor. Bu konuya ilişkin son haber ise Cumhuriyet
Gazetesi'nde salı günü yayınlandı. Habere göre yandaş
basının sık sık değindiği aykırı hayat tarzı gerekçesiyle
yöneticilik görevinden alınması “aşırı sade” giyinmesiyle
ilişkiliymiş. Gazete Duvar da kaynak göstererek yayınladığı aynı
haberde müftü iken makam aracı kullanmayışının halkta rahatsızlık
yarattığı iddialarına dayanıyor, yöneticilik yapamayacağı
kanaatiyle müftülük görevinden alınması.
Bir ilçe müftüsü kamu kaynaklarından emrine tahsis edilen makam
aracını kullanmak yerine kendisine ait motosikletle işe gidip
geldiği için halk rahatsızmış, inanırsanız. Halk “benim vergilerimi
kullanmak yerine ulaşım masrafını kendi maaşından karşılıyor”
gerekçesiyle müftüden rahatsız olabilir mi? Tersine alkışlanacak,
saygı duyulacak, hürmet duyguları uyandıracak bir davranıştır bu
halk nezdinde. Bir başka ilçe müftüsü kendisini ziyaret ettiğinde
“gelenek olduğu üzere Türkiye Diyanet Vakfı bütçesinden yemek
ısmarlamak yerine Deniz’in kendi cebinden simit peynir ısmarladığı”
notunu düşerek müftülük görevine ehil olmadığı kanaatini aktarıyor,
haberde ulaşılan rapordaki bilgiler doğruysa. Aşırı sade (ne
demekse) giyinmek, makam aracı kullanmamak, vakıf bütçesini
kullanmamak, vakıf bütçesinden karşılanan toplantılara katılmamak…
Bunlar erdemli bir müftü olduğunu gösteriyor Mehmet Deniz’in.
Bugünlerde arayıp da kolay kolay bulamadığımız kamu görevlisi
profili soruşturmaya dayanak olan raporlardan birisinde çizilmiş.
Hal böyle olunca aradığımız halde neden bulamadığımız da ortaya
çıkıyor. Dürüst, namuslu, erdemli davranışlara sahip insanlara kamu
kurumlarında hayat hakkı tanınmıyor düşüncesi oluşuyor insanda.
Diyanet kurum olarak ve Ali Erbaş yıllardır başkan olarak bu
konuda kamuoyuna bilgi/hesap vermeli. İlçe merkezindeki lojmanda
oturmak yerine ilçe dışında denilen ve tadilat masraflarını
kendisinin karşıladığı belirtilen bir evde oturması bir ilçe
müftüsü için kusur mu yoksa kamu kaynaklarını israftan kaçınması
nedeniyle erdem midir? Mesai saatleri dışında ve hafta sonlarında
bahçe işleriyle tarımla uğraşması müftülük, yöneticilik yeteneğine
zarar verebilir mi? Türkiye Diyanet Vakfı, adı vakıf olduğu için
bütçesi, vakfiyesinde belirlenen amaçlar dışında kullanılması dinen
yasak değil mi? Diyanet'in vakıf bütçesinden özel misafirlerine
yemek ikram etme geleneği olduğu doğru mu? Mehmet Deniz TDV
bütçesine el uzatmadığı, vakıf bütçesinden yararlanmak istemediği
için mi suçlu bulundu? Makam aracı yerine masraflarını kendisinin
karşıladığı bisiklet ve motosiklet kullanması, makama neden zarar
versin? Mehmet Deniz gibi bazı personelin kamu kaynaklarını ve
vakıf bütçesini kullanmaktan özenle kaçınması İslam’a uygun olan
değil midir? Hani Ömer’in mum hikayesi ve beytülmal anlayışı efsane
gibi anlatılırken günümüzde birilerinin bu özeni gösteriyor olması
neden suç ya da kusur sayılır? Birilerinin dürüst olması
Diyanet'teki kamu kaynakları ve vakıf bütçesini şahsi çıkar için
kullanma geleneği olduğunu mu düşündürüyor? Diyanet geleneğine
aykırı hayat tarzı ve kimi ifadeleri, paylaşımları denilirken
dürüst ve beytülmale titiz olma hali midir aykırı gelen hayat
tarzı?
Bu soruların cevabını öğrenmek hakkımız. Ancak alacağımızdan
şüpheliyim. Cevap vermekten çok birileri "Asıl mesele bunlar değil
cemaat çetelerinin Diyanet içinde hesaplaşması" ya da "Kendilerine
tabi olmayanları kurumdan uzaklaştırması" diyecektir. Eyvallah.
Bundan kimsenin şüphesi yok sadece detaylarını bilmiyoruz hepsi bu.
Asıl mesele de burada yatıyor bence. Gerçek nedenler gayya
kuyusundaki iktidar oyunları, güç savaşları, taraftarlarını
çoğaltma, büyütme, kurumdaki etkinliğini artırma amacıyla
insanların hayat ve haysiyetiyle kolayca oynanması ciddi bir sorun.
Sorunun daha büyük olanı ise soruşturma evrakında, resmi
yazışmalarda gerçekte erdemli davranışlar olan fiillerin suç ve
kusur gibi gösterilip görevden alma gerekçesi olarak yazılabilmesi
değil mi? “Halkı doğru dini bilgilerle donatma” görevi olan bir
kurum Müslümanların emrolunduğu “salih amel”i suç, kusur sayıyorsa
bu işte bir terslik yok mu?