Kime inanmak istersiniz, bilmiyorum.
Şöyle yapalım, şimdilik ikisine de inanmayalım:
1)CHP Milletvekili Ali Mahir Başarır, o meşum 20 Aralık gecesi, “Demirören Grubu ve 5 şirketin çok yüklü miktarda dövizi, dolar 18 TL iken bozdurduğunu, sonra 10,30 TL’den yeniden alım yaptığını, 3-4 gün içinde de yeniden döviz aldığını, 10 milyar dolar bozduran bu şirketlerin 16 milyar doları olduğunu” ileri sürdü; “kesin olarak bildiklerini” söyledi.
2) Demirören Grubu da yaptığı açıklamada, “Biz yerli ve milliyiz. Medya alanındaki faaliyetlerimizde de tamamen milli davranıyoruz. Böyle bir şey yok. İddiasını kanıtlasın. Hukuk yollarına başvuruyoruz. Özür dilerse vazgeçeriz. Görevinden istifa etmesini bekliyoruz. Grubumuz aleyhindeki karalamalara ve algı çalışmalarına karşı ilkeli duruşuna devam edecek” dedi.
Neden inanmayalım?
1a) “Kesin olarak biliyoruz” diyen muhalefet milletvekili kesin bir kanıt ortaya koymadı. Henüz. Koyması lazım.
2a) Yalan diyen ve medyada da faaliyet gösteren grup ise, tabii böyle bir şey olmadıysa kanıtını koyamaz ama o gece neler olduğuna dair kamuoyuna tek bir hakiki haber koyamadı. O gece karanlığında bozdurulan dövizin, yurt dışından yapılan işlemlerin kaynağının ne olduğuna dair tek bir “yerli ve milli haber!” Haberi bırak, tek bir soru!
Sorun şu:
Muhalefet milletvekilinin söyledikleri zaten, içinde CNN isimli kanal da olan “yerli ve milli medya”nın kapsama alanına girmiyor.
Yerli ve milli oluyorsunuz ama sadece “yerli malı.” Yani bir yerlinin malı! Konularınız arasında tüm yerliler, tüm milliler yok.
Elinizde, büyüklüğü kendinden menkul kalmış kadim gazeteler, TV kanalları vs. var ama mevzularınız, sorularınız, haberleriniz, yorumlarınız “yerli ve milli” tüm dertleri, soruları, kuşkuları, acıları, halkın yaralarını asla görmüyor.
Holding cevabı veriyorsunuz ama gazetecilik cevabınız yok!
Mümkün değil zaten.
Holding var, gazetecilik yok.
“İlkeli duruş”un yarısı doğru. Bir “duruş” var açıkçası, ama kimi karşısında esas duruş, kimi karşısında kafasına, gözüne vuruş.
Muhalefetin, söylentiyle muhalefet yapılamayacağını öğrenmesi lazım elbette.
Bunun böyle demir gibi, taş gibi “ilkeli duruş”ları zerre kadar etkilemediğini de görmesi lazım.
“İlkeli duran medya”nın da, eğer o sıra aklı “Kazı Kazan”da değilse, “Süper loto” ile başı dönmemişse, bunun ilkeyi bırak, ilkel gazetecilik dahi olmadığını, gazetecilik ruhunu ısrarlı ve tutarlı biçimde çoktan kuruttuklarını düşünmesi lazım diyeceğim ama…
Özür de dilemem gerekecek mi, bilmiyorum!
Çok basit bir şey:
Her siyasetçi yalan söyleyebilir ve her birinin yalanını ancak yalan söylemeyen bir gazetecilik ortaya çıkarabilir.
Medyadaki yalancılık ise, sadece söylenen ve bilinen yalanlarıyla değil, esas söylemedikleriyle, hakiki ve hayati yalanları gizlemesi sayesinde büyük ikramiye peşinde koşar!
Bu virüsün ilk ciddi varyantları maalesef, bugün iktidarın yerli malı gelmiş olan, iktidar medyası kadim gazeteler ile TV’lerin eski sahiplerinin, o güç sayesinde medya iktidarı kurma ihtirasıyla azmıştı.
Bugün “muhalif gazeteci” olan nicesi, o günkü medya patronlarına devlet korumalı bankacılık ve piyasada at oynatma hakkı veren kanunun borazanı olmuştu… Hem de bir uzantısı gazetecilere de hapis getiren cinsten kanun.
Borazan sesi çıkaramayan da, kanalizasyon borusu gibi kendini gömmüştü!
Google’a “RTÜK, medya, koalisyon, Sezer, veto” diye verin gazı, o günlerin o pis kokusunu getiriversin!
Kimlerin kustuğunu, kimlerin sustuğunu da seçersiniz belki! Belki tanıdık, kanka bile çıkar.
Öyle bir kusuyorlardı ki, o kanunu veto edecek (ve ilkinde eden, ikincide etme hakkı bulunmayan) Cumhurbaşkanı Sezer için “Lüks villası var” manşetleri düzüyorlardı. “Köşkün lüks perdeleri” bile manşetteydi.
Şimdi Demirören’in “ilkeli duruş medyası” olan o “AKP öncesi ilkeli vuruş medyası” da demiri tavında dövüyordu!
Tabii o kanun çıkmasaydı da bu iktidar alasını hazırlardı, kişiye özelini çıkarırdı. Hazırlamasına dahi gerek yoktu zaten; kanun, dudaktan kalbe akardı.
Fakat siz yine bakın. Bilhassa AKP üyesi, seçmeni, sempatizanı, tutkunu iseniz lütfen bakın:
Google’a da dedenize de sorabilirsiniz; medya patronlarına kıyak yapan kanuna karşı, AKP’yi doğuran Fazilet Partisi nasıl da “ilkeli” muhalefet yapıyordu, diye.
İktidar ortağı partilerden koca DSP içinde bir Uluç Gürkan, koca ANAP içinde de sadece Mehmet Ali İrtemçelik öyle rezil bir kanuna muhalif çıkmış, MHP’de o da çıkmamış; AKP kurucuları da dahil, Faziletçiler ise Sezer’in yanında, o “ilkesiz medya kanunu”na karşı cansiperane dövüşmüştü.
Beni arayıp o kanuna karşı yazılarımdan dolayı tebrik eden “muhafazakâr demokratlar” bile hatırımda!
Bu diyarda “ilke” öyle de böyle de bir şeydir gülüm!
Mal senin eline geçince, sen de mal olursun.
Halka mal olursun yani, ilkelerinle, yerli ve milli piyangolarınla!
Başına talih kuşu konar, ama tarih kuşu da pisler.
Derken ilkelim; herkesin sonu gibi, kibrin sonu da kabir.
O taşa da, “Çok ilkeliydi valla” yazıverir tarih.
Her hakikati saklasan bile, bu hakikatten saklanamazsın.
Özür dilerim yani!