2007-2008 yıllarıydı. Katledilişinin 18. yılına yaklaştığımız Hrant Dink’in aramızdan alınışının acısı daha tazeydi. İstanbul sokaklarında ona sıkılan kurşunların yaydığı barut kokusu havada asılı, akan kanının izi taze, yüreklerde açtığı yaralar yeniydi daha... Çiseleyen yağmur altında Şişhane’den Taksim’e doğru yolculuk ettiğimiz otobüsten inip meydana doğru yürürken birden karşıda, Tarlabaşı’na doğru koşuşturan bir grup polis gördük. Küçük bir gruptu ama epey telaşlı ve gürültücüydüler, o yüzden çevredekilerin bakışlarını da peşlerine takmış gidiyorlardı henüz çökmüş gecenin içinde. Neydi ki onları böyle koşturan? Bir sokak kavgası mı? Yok, sokak kavgası ayırmak için o kadar telaş etmez polis, başka bir şey olacak... Meydana doğru iyice yaklaştığımızda ‘hah tamam gerçekten bir şey var’ dedirten manzara çıktı karşımıza: Önde hızlanarak giden bir zırhlı polis aracı, arkada kalabalık bir çevik kuvvet grubu... Onlar da bir yandan birbirlerine hızlanmalarını söyleyerek yine Tarlabaşı tarafından yokuş aşağı bir koşuya kalkmışlar...
O sırada bizim bulunduğumuz Maksem tarafındaki sokaklardan çıkıp gürültünün nedenini anlamaya çalışan ve herhalde esnaf olan birileri geldi önümüze. Birine sorduk gayrı ihtiyari: "Ne oldu ki, böyle koşuşturuyorlar?” Karanlıkta yüzünü tam göremediğimiz birinden geldi yanıt, "Valla devlet o yana doğru gidiyor ama bilmiyoruz ki..."
Sonradan öğrendik, Kürt siyasetinin o dönemki partisi olan Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) Tarlabaşı’ndaki binası civarında ‘gençler’ toplanmış... Onca telaş ve koşturma onları dağıtmak içinmiş...
***
2018’de kurulan Cumhur İttifakı ile sadece hükümetin değil devletin de sahibi durumuna gelen iki siyasetçiden Devlet Bahçeli, salı günü partisinin grup toplantısında konuştu yine. Kendisinin açıklamaları ile başlayan yeni sürece dair ‘hız’ talep ediyordu bu kez. “DEM heyetinin yaptığı temas ve ziyaretler bizim nezdimizde müspet gerçekleşmiştir" diyerek ekliyordu: "DEM heyeti ile İmralı arasında yapılacak ikinci görüşme sonrası PKK'nın örgütsel varlığının bittiği hiçbir şart ileri sürmeksizin açıklanmalıdır. Kesin ve tavizsiz beklentimiz budur. PKK'lı teröristler ya silahlarını gömmeli ya teslim olmalı ya da kaçınılmaz sonları ile karşılaşmalıdır."
Ve ertesi gün Erdoğan konuştu. O da partisinin grup toplantısı kürsüsünde Suriye’deki rejim değişikliği ve kendisinin ‘dünya lideri’ olduğu propagandası eşliğinde epeyce bir süre CHP’ye yüklendikten sonra konuşmasının sonunda ‘mesele’ye kısaca değindi. "Silahı aradan çıkaralım, birbirimize sıkıca sarılalım. Türk, Kürt, Arap ayrımı yapmadan biz olalım istiyoruz” diyordu özetle ancak yine bunun nasıl olacağına değil de olmazsa ne olacağına vurgu yaparak konuşuyordu: “Eğer terör örgütü bu çağrıya kulak tıkarsa biz terörsüz Türkiye'yi başka yöntemlerle inşa ederiz.”
***
Gazete Duvar’da sürecin ne olduğuna ve ne olacağına dair sokak röportajları yaptık. Akademisyenlerin, siyasetçilerin, aydınların görüşlerini de aktardık. Bunları yapmaya devam da edeceğiz elbette. Ancak özellikle bölgedeki insanlarla görüşmelerimizde Bahçeli’nin ‘bir an önce olsun’ dediği, Erdoğan’ınsa nasıl olacağına dair bir şey demediği ‘sonuca’ nasıl ulaşılacağına dair oldukça çarpıcı sorular sorulduğunu duyuyoruz. Şüphe, endişe, karamsarlık içeren sorular çoğu. Umuda ve iyimserliğe yol açmayan sorular... Bir Diyarbakırlının sorusu örneğin: “Sabahtan beri kaç uçak geçti tepemizden sayamadık, nereye gittiklerini de biliyoruz, böyle mi ulaşılacak çözüme?”
Bu cümleyi duyduğumuz gün Milli Savunma Bakanı Güler’in yaptığı açıklama da o Diyarbakırlıyı teyit ediyor: “Dün kaç tane hava harekatı yapıldığını biliyor musunuz? Her şey devam ediyor.”
***
Bahçeli’nin yolunu açtığı ve desteklediği ancak şu ana kadar sadece İmralı Heyeti’nin görüşme trafiği etrafında yürüyen sürecin ne olduğu hakkında herhalde bugün yapılacağı duyurulan yazılı açıklama ile biraz daha bilgi sahibi olacağız. Ancak şu ana kadarki gidişat başta anlattığımız polislerin koşturmacasını izlerken şaşkınlıkla ‘devlet gidiyor ama nereye gidiyor bilmiyoruz ki’ diye soran esnafın halini hatırlatıyor. Üstelik uçakların nereye gittiği biliniyor da onlar oraya giderken devletin başlattığı bu adsız sürecin nereye gittiği/gideceği bilinemiyor! Sadece İmralı Heyeti’nin açıklamalarıyla ve ikna yeteneğiyle devam edilebilecek mi bundan sonrasında? Yoksa halkın aklındaki sorulara az buçuk açıklık getirecek, hayırlı bir hal yolu bulunduğuna ikna edecek ve bütün aktörlerin söz söylediği bir yeni sayfa görebilecek miyiz? Sakızın bile ‘piar’sız satılamadığı çağda, 40 yıllık bir davanın halline dair bu kadar az şey konuşularak devam edilebilir mi?