Var bir ‘Ajitatör’, yok bir ajitatör…
Yedi yıl önce ilk kitabı Şêy’r‘azadlar ile okurla buluşan Barış Yıldırım’ın ikinci kitabı “Ajitatör”, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY) tarafından yayımlandı. Yıldırım’ın şiir dilindeki kara mizah ve ironinin altını çizmek gerekiyor. Alaycılık, kara mizah aslında acıyla başa çıkmanın yollarından…
Bahtin’e göre “saf metin yoktur, olamaz da”… Öyleyse şiirde de yer alan saf olmayan, dolayısıyla melezleşmiş metinlere ne ad vereceğiz? “Metinsel” yapıtlar diyebilir miyiz? Bize mümkünmüş gibi geliyor… Metinsellikten kastettiğimiz formun mensur (nesir, düzyazı) şiir olmadığını da belirtmek istiyoruz.
Modern Türkçe şiir, Nâzım Hikmet’le birlikte manzum olmaktan çıkmıştır. Nâzım’ın egemen şiir kalıbını bozarak öncelikle sesi özgürleştirmei yönündeki girşimi, dikkati çeken ilk adım olmuştur. Nâzım Hikmet’ten önce de manzumu “reforme/deforme” etmeye yönelik girişimler olmuştur. Ama modern Türkçe şiirin manzumdan kurtulmasına yönelik ilk büyük ve kararlı adım Nâzım Hikmet’ten gelir. Şairin “Memleketimden İnsan Manzaları”, bu girişiminin en üst basamağını örneklemektedir. Nâzım’ın yapıtları arasında ayrı bir yeri olan “Memleketimden İnsan Manzaraları”, Bahtin’in sözünü ettiği ve bizim anladığımız anlamda “saf olmayan metnin” de tipik örneğidir diye düşünüyoruz.
Nâzım Hikmet’in açtığı çığırın ardından yükselen Garip ve İkinci Yeni dalgasıyla birlikte modern Türkçe şiirin ana omurgasını oluşturan dili ve kimliğiyle birlikte yeni bir forum çıkmıştır ortaya…
Yüz yılı aşan deneyim gösteriyor ki modern Türkçe şiirin gelişimi aslında, manzumun dışına çıkıp nesre doğru genişleme yönünde, yani melezleşme ya da metinselleşme doğrultusunda olmuştur… Kısaca söylersek modern Türkçe şiir süreç içinde gelişimini, düzyazıyla arasındaki sınırı, büyük ölçüde geçişken bir hale getirerek sağlamıştır.
Modern Türkçe şiirin başlangıcından itibaren lirizmle hemhal olduğu da bilinen bir gerçek… Öyle olmakla birlikte, doksanlardan itibaren daha belirgin, daha açık biçimde lirizmden kaçış başlar… Sonraki on yıllarda, yani iki binli yıllarda antilirik şiirin önünün açılmasını sağlayan, biraz da doksanlarda başlayan “kaçış” olmuştur.
Söylemek istediğimiz, artık lirik olanda da, antilirik olanda da modern Türkçe şiirin, formuna bir ad vermek gerektiği ve buna da “metinsel” diyebileceğimizdir. Bunun birkaç on yıllık bir gelişme olmadığını belirttik ama bir kez daha vurgulamak isteriz. Metinsel forma yönelim aslında modern Türkçe şiirin içinde hep var olmuş ve bugüne kadar da sürmüştür. Belki de doksanlı yıllara kadar modern Türkçe şiirin söyleyişine büyük ölçüde egemen olan lirizm, türler arası sınırların aşılarak ortaya çıkan metinsellik dediğimiz formun görünürlüğünü, dikkat çekmesini perdeledi, bastırdığı bir sorun oldu. Şu da var ki şiir geleneği içinde düzyazıyla şiirin ilişkisi, tartışılmamış bir konu da değildir. Bir yandan şiirin, düzyazıyla ilişkisinde “mesafe ısrarı”, tartışmalarda ve eleştirilerde sürmüş… Bir yandan şiirin, sınırları ihlal eden örnekleri çoğalmıştır. Zaman içindeki gelişme, “mesafeyi şart koşan” tezi çürütmüştür. Şiirin, modern Türkçe şiirin birçok avangart yapıtı, düzyazıya doğru sınır ihlali yaptığı noktada “büyüklük” kazanmıştır…
Şiirin manzum formunu terk edip düzyazıya ya da nesre doğru genişlemesi, bizim deyişimizle metinselleşmesi biçimi de, biçemi de, sözü de müphemleştirmektedir… Dildeki müphemlik, geniş çağrışım olanağı sağladığı için şiire genişlik ve derinlik kazandırır… Ünlü düşünür Zygmunt Bauman, “müphemlik, dilde ya da dilin kullanımında yatan bir patolojinin sonucu değildir, dilsel pratiğin sıradan bir unsurudur” diyor. Bauman devam ediyor. “Müphemlik dilin ana fonksiyonlarından birinin sonucudur: Adlandırma ve sınıflandırma. Müphemliğin boyutları, bu fonksiyonun icrasındaki etkinliğe bağlı olarak artar. Dolayısıyla müphemlik dilin alter egosu, daimi yoldaşı, düpedüz normal halidir.” Zygmunt Bauman’ın sözlerinin, şiir ve şiirin diğer türlerle arasındaki sınırın müphemliği konusunda da referans olabileceğini düşünüyoruz. Kısaca, şiirin öteki yazınsal türlere doğru genişleme temayülünün artık metinsellik dediğimiz formu oluşturduğunu, bunu dikkate almak gerektiğini belirtmek istiyoruz… Şiir artık manzumun yoğrulduğu tekneden taşmanın çok ötesindedir…
Öte yandan şiirin metinselleşmesi ya da saf metin olmanın sınırlarını ihlal etmesi, şiir okuru açısından sorun olmuştur. Anlaşılan odur ki şiir okurunun beğenisi, değerleri şiirle aynı hızla değişmiyor; büyük bir bölümünün değer yargıları ve beğeni ölçüleri şiirle hizalanmakta zorlanıyor… Oysa şiir okuru, ancak şiirin değişim hızına ayak uydurarak var olabilir. Bir zamanlar benimsenmiş manzum ve lirik şiire ait değerlerle ve beğenilerle şiirin gelişimini izlemek artık mümkün değil gibi. Oysa okurun –genç yaşlı- büyük bir bölümü manzum şiirin hizasında duruyor…
Bir başka sorun da şu: Yenilik arayışı içinde olan ve “deneyen” şiirlerle yeni kuşakların teması da pek gerçekleşmiyor… Sonuç olarak şiirdeki yeni yönelimler, arayışlar, girişimler karşılığını istendiği ölçüde bulamıyor diyebiliriz…
Görünen tablo böyle olmasına karşın şiir için hiç de umutsuz bir durum yok diyebiliriz. Çünkü şiir hâlâ yazılıyor ve yayımlanıyor… Hem de şiiri şiir yapan en önemli özelliğini koruyarak; yenilikçilikten, arayış içinde olmaktan vazgeçmeksizin…
Yedi yıl önce ilk kitabı “Şêy’r‘azadlar”la okurla buluşan Barış Yıldırım’ın ikinci kitabı “Ajitatör”, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY) tarafından yayımlandı.
“Ajitatör”de, dört bölüm başlığının altında yirmi üç şiir yer almakta. Bazı şiirlerin adı aynı zamanda bölüm başlığı olmuş.
Yıldırım’ın anne ve babasına ithaf ettiği kitabı, şiir sarkacı şairin ben sorunuyla felsefenin ben sorusu arasında gidip gelen bir şiirle başlıyor. “Ben Bir Coğrafyadır” başlıklı şiirden örnek bir parça okuyalım:
kusursuz bilgi eksik hayat koyaklarında Tanrı oyuncakları
ayaklarım coğrafya bakışım istilâcı
Boşlukta durmak zor zanaat bu derece kanatsız
kürek kemikleri gemiler dolusu
gurur dağına gizlenir annesinde son haramî
karşıda arzular insan karşıyı bir coğrafyadır ayna
yedi kat yerin dibinde bir zelzele kelimeler elinizde titrer
acı katranında coğrafyanın tarih uzun sürer
tarih bir coğrafyadır ve istilâcı
(…)
askıya aldım kendimi davut boşluğumda
olmak istilâdır olmamak coğrafya; ağaçta dilek istilâcı
Ben bir coğrafyadır ben bir istilâcı
ben iki kere iki coğrafyadır bir istilâcı
Barış Yıldırım, öznenin varlık ve varoluş sorununu yakın plana aldığı ilk şiirden sonra olmanın halleri diyebileceğimiz sorunsala yöneliyor… Kitabın ikinci şiirinden önceki şu tek dizenin örneklediği gibi: “Bir kamyon yokuşları gırnatayla tırmanan”.
Şairin “Ajitatör”de meselesini; öznenin varlık, varoluş, olma ve olmanın halleriyle ilgili bireysellik alanından toplumsal düzleme doğru bir kamera hareketiyle genişlettiğini söyleyebiliriz. “Suruç’ta yitirdiğimiz düş yolcularına” ithaf edilen “Matmazel Dünebakan” başlıklı şiir de onlardan biri, ama “Cenk Bayırı” bu yönden daha çok öne çıkıyor gibi. Şiirden bir bölüm paylaşıyoruz:
müdürlerce; neyim varsa verdim Türkiye’nize:
“artık kanatlarım yok, artık kürek kemiklerim var”
neon dantellerin evrimi yendi örümcekleri Victor
küçük olan her şey büyük olanı yendi
yedi evinin dişisini evinin erkeği bıyıklı tarantula
bırakarak yüzünü avuçlarımızın hiç görmezden geldiği
bir kuş; tehditkâr merdivenini topladı - anlayarak
mutluluk dediğiniz cehennem içimde bir Tanrı yarattı
açtı cesedim torbasını cinayetlik ağzıyla: sizdeki papalık kaç papel?
Kitaba adını veren “Ajitatör” şiirindeki şu dizelerin de Yıldırım’ın uğraştığı sorunsala ilişkin önemli ipuçları sağladığı söylenebilir.
İndirdim nihayet kendimi çarmıhtan
kendimi gerip unuttuğum
gömdüm sonunda sırtımdaki ölüyü
(…)
değilmişim ben, ajitatör
Barış Yıldırım’ın şiir dilindeki kara mizah ve ironinin de altını çizmek gerekiyor. Alaycılık, kara mizah aslında acıyla başa çıkmanın yollarından… Yıldırım’ın ironisi de, kara mizahı da öyle; şiirin imkânları içerisinde acı acı gülüyor bakıp haline ve gördüğü, tanık olduğu hallere, “Türkiye’nin Ruhu” başlıklı bölümünde yer alan şiirlerde olduğu gibi… Bu bölümde daha belirgin biçimde görülüyor şair, yalnızca bir “Türkiye fotoğrafı” çekmiyor… İroninin geniş penceresinden bakıyor Türkiye’nin o tuhaf, hiç de komik olmayan trajik ruhuna, acılarla dolu tarihine… Okuyacağımız dizeler “Otogar Cumhuriyet” başlıklı şiirden:
Türkiye beni çoğaltmasın
ben kendimi sağaltırım ben Türkiye’yi ah ah!
Barış Yıldırım’ın ikinci kitabını okurken Ece Ayhan’ın meşhur şiiri “Meçhul Öğrenci Anıtı” geliyor aklımıza. Elbette oradaki “Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu” dizesi de… Ece Ayhan’ın şiirinde sorunun yanıtını veriliyor… Ama Barış Yıldırım, devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu kendisine yöneltilmiş gibi bu soruya karşılık bulma sorumluluğunu üstleniyor…
Batman’da birkaç yıl önce art arda gerçekleşen genç kadınların, ergenlik çağındaki çocukların intiharları gündeme gelmişti. Yıldırım, “AsimetrikA” başlıklı şiirde bu trajik intiharlara dikkati çekiyor:
Uzanırken ellerimiz ağaca ve kurda meyvedeki
çocuklar kurşuna dizildi, geri kalanlar ipte
öksürüğe uzandık biz de, öksüzlere nazaran
iyi yaşıyoruz dedik bu utançla yerde yatanlara nazaran
Barış Yıldırım, şair duyarlılığı ve farkındalığıyla kültür, tarih, coğrafya kıskacındaki bireysel ve toplumsal bir varlık olarak öznenin yaşama ve dünyaya tepkisi sorunuyla uğraşıyor diyebiliriz… Uğraşıyor fiilini özellikle kullandık… “Ajitatör”, şiirin çetrefilli yollarından, sözcüğün en geniş anlamıyla şairin “uğraşı”sı sayesinde geçiyor.
Yazımızın başında şiirin yeni formu ekseninde değindiğimiz “metinsellikle” ya da “melez metin” meselesiyle Barış Yıldırım’ın kitabı arasında şöyle bir ilişki var: Yıldırım’ın “Ajitasyon” kitabında yer alan şiirlerdeki formun, “metinsel” olduğunu düşünüyoruz.
Son olarak şaire kitaptaki yazım tercihiyle ilgili bir notumuz olacak. Türkçede inceltme imi olan ve şapka olarak da bilinen imlerin doğru kullanımı önemli… Ancak Barış Yıldırım’ın kitabında birçok sözcükte yersiz ve gereksiz kullanıldığı görülüyor…
Şairin ajitatör ve dolayısıyla ajitasyon kavramlarıyla neden ilgilendiğini ayrıca merak edilebilir. Merak edenler için açıklama ya da yorum yapmak yerine kitabı önereceğiz…