“Piyasada bahar rüzgârı” ifadesini görünce etrafıma bakınıyorum:
Hani kuşlar, ağaçlar, bin bir renkli çiçekler? Click-bait manşetler
bir yana, böyle bir rüzgâr beklentisi diğer yandan da kuruluşunun
üzerinden 2 yıl geçmiş Türkiye Varlık Fonu (TVF) ile
ilişkilendiriliyor. TVF sitesinde ise, kurumun ne yaptığına ve
yapacağına dair aylardır aynı ifadeler bulunuyor. Ben de yeni
kostümlerine alışamamış devlet nobranlığı ile tekrar karşılaşınca
bazı soruları sıralama vaktidir diye düşündüm.
TVF sitesinde halen şunlar yazıyor:
“Türkiye Varlık Fonu, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı
olarak çalışacaktır. Varlık Fonu’nun stratejisi, yatırım planları
ve programları orta ve uzun vadeli olarak, Bakanlar Kurulu’nun
onayına tabidir.”
Artık Türkiye’de Başbakanlık yok. Bakanlar Kurulu da yok. Uyum
yasalarına benzetilmek suretiyle her gün kararnameler çıkartılıyor.
200 milyar dolarlık bir portföye ulaşması hedefiyle kurulan (Nihat
Zeybekçi 300 milyar doları da telaffuz etmişti!), kamu bankaları ve
şirketler yanı sıra çeşitli
gayrimenkullerin sahibi kılınmış, hırsı büyük kendi bodur
kalmış TVF de Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı. Ancak ne zaman
faaliyete geçeceği ve kimin tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin
varlıklarının yönetildiği aslında henüz doğru düzgün
bilinmiyor.
'FAKAT SONRA DÖNÜŞ OLMADI…'
Sayıştay Kanunu, Kamu İhale Kanunu, Devlet İhale Kanunu, Devlet
Memurları Kanunu, özelleştirmeye ilişkin yasalar ile kamu kurum ve
kuruluşlarına uygulanan kısıtlamalardan muaf bir varlık, Varlık
Fonu. Tuhaf bir varlık, kısacası. Strateji planı 1 yıl boyunca
rafta bekletilen sonra kendisini denetleyecek ve gözetleyecek
Başbakanlık gibi birimler ortadan kalktıktan sonra, adına
portföyünü yönetmek için kurulan şirketi faaliyete geçmemiş,
aslında ortada bırakılmış bir “fon”.
TVF Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Oral Erdoğan, geçtiğimiz
hafta katıldığı bir programda Fon’un henüz bir faaliyetinin
bulunmadığını
şu cümlelerle açıklıyor:
“Ağustos 2016'da çıkan ilgili kanunun 2. Maddesinde [aslında o,
3. Madde, y.n.] 'Stratejik plan onaylandıktan sonra bu faaliyetleri
yerine getirir' ifadesi vardı. O stratejik plan 10 Ağustos 2017'de
Bakanlar Kurulu'na onaylanmak üzere gönderildi. Fakat sonra dönüş
olmadı…”
Türünün bütün kötü özelliklerini bünyesinde barındıran bir kurum
olarak TVF ve onun portföy yönetim şirketi, ekstra kaynağı olmayan,
tasarruf fazlası bulunmayan, doğal kaynaklardan yüksek gelir elde
etmeyen (hatta açık veren) bir ülkede niye kuruldu sorusunun cevabı
verilemiyorken, yeni bir soru daha var: neden bir yıldır dönüş
olmadı? AKP’deki klikler arasındaki kavgalara ilişkin rivayet
muhtelif, ama sonuç baki.
BİRİKEN SORULAR
TVF ile
hedeflenenler aslında oldukça açıktı. Eski Ekonomi Bakanı’nın
“Bütün
gayrimenkul ve taşınmazları tek tek kâğıda çevireceğiz.”
ifadesinde özlü şeklini bulan bir finansallaştırma hamlesi TVF.
Benim devletin finansallaşması olarak nitelediğim genel dönüşümün
bir parçası. Süreç, sadece devletin temel politika yöneliminin
finansal piyasa standartlarına göre biçimlendirilmesini değil,
ayrıca devletin gelir ve istihdam yaratma araçlarının da finansal
piyasa dolayımından geçmesini, devletin varlıklarından elde edeceği
gelirin kapitalizasyonunun sağlanmasını öngörüyor.
Ancak bir türlü
adım atılamıyor. Atılacak adımlar öncesinde
sorular çoğalıyor.
Türkiyeli yorumcuların ve politikacıların vurgulamayı sevdiğinin
aksine TVF
ikinci bir Hazine değil. Çünkü Hazine devletin iç ve dış borç
yönetiminden sorumlu ve devletin nakit akışını düzenliyor. TVF’ye
dış borç alma yetkisi geçen yıl verilmiş olsa da karşımızda
devletin finansal hesaplama ve mekanizmalara göre biçimlendirilmesi
uğraşının ifadesi bir sermayeleştirme girişimi duruyor. Resmi
amaçlar kısaca “sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve
derinliğine katkı sağlamak, yurtiçinde kamuya ait olan varlıkları
ekonomiye kazandırmak… stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak
etmek” diye özetleniyor. Bu, paralel Hazine yaratmak değil, mevcut
varlığı kaynak yaratmak üzere finansallaştırmak olarak
nitelenebilir. Eski soruların cevabı verilmemiş olsa da yeni
sorular sorma vaktidir. Kısaca sıralayacak olursam ilk akla
gelenler şunlar:
- Yatırımcılar ve TVF arasında sürdüğü bildirilen görüşmelerde
yatırımcılara ne gibi taahhütler verilmiştir/verilmektedir?
- 2017’de oluşturulması ve Başbakanlık’a iletilmiş olması gereken
5 yıllık değer yaratma programlarının içeriği ve akıbeti
nedir?
- 6741 sayılı yasanın daha önce öngördüğü Meclis denetimi yeni
rejimde nasıl gerçekleşecektir? 1 no’lu kararname ile
Cumhurbaşkanlığı’na bağlı kılınan TVF, Meclis tarafından
denetlendiğinde herhangi bir usulsüzlükte ya da Cumhurbaşkanlığı
denetim raporu onaylanmadığında kim hesap verecektir?
- Hazine ve Maliye Bakanlığı ile “ilgili” kılınan kamu bankaları
TVF’nin portföyündeyken niye yine de bir bakanlıkla “ilgili”
kılınmıştır? Kanunla açıkça düzenlenmemiş bu vesayet Hazine ve
Maliye Bakanı’nın Varlık Fonu A.Ş.’nin portföy yönetimine, teminat
ve kredi işlemlerine doğrudan müdahalesi anlamına gelmeyecek
midir?
- Bu belirsizlik altında TVF’nin elindeki varlıkların “en yüksek
değerine ulaşması” ya da uygun koşullarda kredi bulunması mümkün
müdür?
- TVF’nin uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından kredi
notu alma girişimi ile siyasi iradenin bu kuruluşların komplosundan
bahsetmesi nasıl bir arada yürüyecektir? 2018 yılı programında yer
alıp, yıl bitmeden kurulacağı açıklanan “yerli ve milli”
derecelendirme kuruluşu TVF için de not verecek midir?
- Kamu kurum ve kuruluşlarına uygulanan kısıtlamalara tabi
olmayan Piyasa İstikrar ve Denge Fonunun Türkiye’de piyasa
işlemlerine girişmesinin önüne herhangi bir sınırlama getirilmiş
midir? Bu alt fon piyasa işlemlerine giriştiğinde Türkiye’de hisse
alıp satarken bazı şirketleri zor durumda bırakması ve bazılarını
aşırı değerlendirmesi önünde bir engel bulunmakta mıdır?
PEKİ, NE YAPMALI?
TVF’nin Kuruluşu sırasındaki yapısını değerlendiren
ilgili çalışmasında Doç. Dr. Meltem Kayıran fonun yatırım
stratejisinin izlenmesinin olanaksız göründüğünü belirtmiş, yurtiçi
uzun vadeli yatırımlara yönelik girişimlerin riskleri artıracağını
vurgulamıştı. Aslında yapılabilecekler de buradan
çıkartılabilir.
Bir maymuncuk gibi kullanılması amaçlanan TVF’nin strateji
belgesinden, yatırım kararlarına her türlü işlemini sürekli olarak
kamunun gözü önüne taşımalı, Fon’un verdiği zararların dökümünü
sunmalıyız. Ekonomik anlamda biriktirilen riskleri ve bu
risklerin/zararların nasıl toplumsallaştırıldığını anlatmalıyız.
Ancak bu sayede söz konusu girişimin vereceği zararları engellemek
değilse de sınırlandırmak söz konusu olabilir.
Meselenin son bir önemli noktası da şu: milyarlarca doları
kontrol edecek bir finansal yatırım, menkul kıymetleştirme ve gelir
yaratma mekanizmasını nasıl idare edeceğini iki yıldır karara
bağlayamamış bu rant koalisyonunun, tutarlı bir ekonomi programı
uygulayabileceğini düşünebiliyor musunuz? Yoksa “sonra dönüş
olmadı” mı?