Varol Ürkmez: Kaleden ve baştan çıkarmanın oyuncusu
Varol’un kalesinin kafesi içinde oradan oraya uçtuğu, akşam oldu mu ilk gece kulübüne konup avını beklediği yıllarda durum başkaydı. Futbolcu bedeni henüz potansiyel bir suç aleti değildi. Futbolcular, henüz topçuydu. Meslek sahibi olmaktan çok oyuncuydu. Pabuçlarının burunlarını yırttıkları için babalarından dayak yemiş, azar işitmiş çocuklardı onlar.
Bazı isimler, verildiği kişinin hayatının gidişatını etkiliyor
olmalı. Düşünsenize, daha küçücük yaştan itibaren okulda
defterinize, sıranıza… Okulda defterime, sırama, ağaçlara
yazarım adımı… Nasıl seviyorsam Zülfü Livaneli’nin bu
şarkısını, yine bir vesileyle söylemeye başladım işte, ama “adını”
yerine “adımı” demişim. Livaneli’nin Ey, özgürlük şarkısı
ile tanıdım ben Paul Éluard’ın Liberté adlı şiirini.
Türkçe’ye Melih Cevdet Anday ve Orhan Veli Kanık Hürriyet
adıyla çevirmiş, daha sonra A.Kadir aynı şiiri bu defa
Özgürlük diyerek tercüme etmiş. Şiir şöyle başlıyor ve
devam ediyor:
Okul defterime
Sırama ağaçlara
Kumlar karlar üstüne
Yazarım adını.
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Taş, kan, kâğıt veya kül
Yazarım adını.
Yaldızlı tasvirlere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
Yazarım adını.
En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Nişanlı mevsimlere
Yazarım adını (…)
Devamı var şiirin, uzun bir şiir olmasına daha başında karar
vermiş Éluard, okumadıysanız tamamını okuyun derim, çok güzeldir,
müthiştir, ama ben yine, bu defa da, müzikal gerekçelerle kimi
dizelerin atlandığı, kiminin yerinin değiştiği o güzel Livaneli
şarkısının sözleri üzerinden hatırladım şiiri… Şarkılar böyledir,
dolanıverir insanın diline, dolanıverir yazıya, çıkamaz insan bir
türlü girdiği o yoldan. Yazmak yoldan çıkmaktır halbuki… O yüzden
de ben artık Varol Ürkmez’e yönelmeliyim. Önce şu isme bakın bir:
Adı Varol Soyadı Ürkmez… Ürkmezsin ve böyle var olursun yani. Öyle
mi? Evet, öyle.
Varol Ürkmez
Varol Ürkmez, hayatı boyunca bir şekilde adını düstur bilmiş
gibi. Sanki eline nüfus kağıdı değil de, bir yaşam reçetesi
tutuşturulmuş doğduğunda.
Arzuların, heveslerin, tutkuların fırtınalı sularında savrula
savrula ama yalpalamadan bir şekilde sürdürülen bir hayat oldu
onunki. Futbolun henüz masum olduğu bir çağda, büyük paranın
aksiyomunun daha sığlaştırmadığı bir futbol düzeninde, futbol
hayatının serüvenlere imkân tanıdığı bir ortamda, gol yeme riskini
göze alıp her arzu nesnesine atlayan, yaşama iştahı doymayan bir
maceracıydı o. Bir sergüzeştçi.
Onun futbolculuk dönemi, özellikle de bir kalecinin bir efsane
olabilmesi için salt iş bölümünün kendisine bahşettiği daracık
alanda değil, o iki sırık bir kalas arasında değil yani, hayatın
her alanında gol kurtarıp gol yemesinin, risklerine rağmen hayatın
geniş alanında oradan oraya planjon yapmasının gerektiği
zamanlardı.
Popüler kültür ile kitle kültürünü(mass
culture) birbirinden ayıran kriter, gösteri ürününün veya
figürünün pazarın, piyasanın tezgâhında henüz total bir
standartizasyona uğramamış ya da çoktan uğramış, henüz direniyor ya
da hepten boyun eğmiş olmasıdır.
Popüler kültür çokluk, kitle kültürü
tektiptir.
Futbolcuların, artık antrenman ajandasına değil bir tür kışla
terbiyesine tabî olduğu, saha dışında attığı her adımın mütecessis
muhasiplerce gözetlendiği, özel hayatının potansiyel suç mahalli
olarak dikizlendiği, bedenine transfer parası karşılığı kapitalist
işletmece el konulduğu bir dönemden, bugünden yani bakınca bir yere
koymakta zorlanabilirsiniz Kaleci Varol’u.
Ama dedim ya, futbolun henüz popüler kültür olduğu bir dönemin
kahramanıydı Varol Ürkmez, bir kitle kültürü figürü değildi.
Henüz.
Hâlâ girişemiyorum onun yaşam
öyküsünü anlatmaya, tedirginim, ne yapmak istediğimin net
anlaşılması çabası içindeyim. Başka bir futbol
estetiğinden söz edeceğim çünkü. Skordan değil sadece, daha
çok serüvenden, yenilen gollerden değil, kırılan hayallerden,
kırılan kalplerden… Endüstriyel futbol rejiminin futbolcu bedeni
üzerindeki anatomipolitik tahakkümünden, kulüp CEO’sundan
bahis kumarbazına kadar her ilgilinin - burada bir kavram üretmem
gerek - anatomiekonomik perspektifinden değil, o genç ve
sağlıklı bedene yönelik anatomiestetik bir bakış, bir arzu
ve kabulden bahsedeceğim…
60’lı yılların ünlü kalecisi ve akabinde değil, yanı sıra sinema
oyuncusu Varol Ürkmez, 1937 yılında Adapazarı’nda doğmuş. 13
yaşında geldiği İstanbul’da Selimiye ve Sultantepe kulüplerinde
oynadıktan sonra 1953 yılında seçmeleri kazanıp Beşiktaş’a geçiyor.
17 yaşında Beşiktaş kalesini korumaya başlıyor. 19 yaşında
Beşiktaş’ın as kalecisi oluyor ve o sezon ve bir sonraki sezon
kalesini koruduğu takımı, art arda Federasyon Kupası’nı kazanıyor.
Futbol kulüplerinin vefasızlığını ilk o zaman anlamış olmalı
işte.
Varol Ürkmez planjonu
1958-59 sezonunda Beşiktaş ilk defa Şampiyon Kulüpler Kupası’na
katılacaktır. Beşiktaş yöneticileri takımın kalesine Necmi
Mutlu’yu geçirmeye karar verir ve transfer ederler. Takım, Real
Madrid ile eşleşmiştir. Varol, yöneticilerin kararına rağmen
İspanya için sıkı hazırlanır, dönemin teknik direktörü Remondini
de, kulüp yönetimine direnir ve Real Madrid maçında Varol’u
oynatır. Varol, o maçta çok iyi bir performans gösterir, ilk yarı
gol yemez, ikici yarı iki tane yer, sakatlanır ve maçtan çıkar.
Akabinde Real Madrid, Varol Ürkmez’e transfer teklif eder ama genç
kaleci, ailevi sebepler öne sürerek bu teklifi kabul etmez. Hayatı
boyunca 5 nikah, 52 de nişan yapan, kariyerinin daha başında
İstanbul gece hayatının müdavimi olan, domestik hayattan
her daim kaçan Varol’un böyle bir teklifi ailevi nedenlerden
reddetmiş olması pek mantıkî değil ama. Sahalarda ve gece
kulüplerindeyken mangalda kül bırakmayan, sahada da özel hayatında
da risk almaktan çekinmeyen Varol Ürkmez, ürkmüş olmalı burada.
Real Madrid’in büyüklüğünden.
Ailevi sebepler, futbolcu hayatında kavram düzeyinde
ancak 1990’lı yıllarda önem kazanacak, endüstriyel futbol,
oyuncuların hayatlarının tamamını bir dönemliğine satın alıp ya da
kiralayıp, bedenlerini ve arzularını sıkı kontrol altına aldığında
oyuncular da artık domestize olacak, kulüp yönetimlerinin,
takım arkadaşlarının, taraftar ve medyanın vefasızlığından ailenin
yasal tescilli kalıcılığına sığınacaklardır.
Varol’un kalesinin kafesi içinde oradan oraya uçtuğu, akşam oldu
mu ilk gece kulübüne konup avını beklediği yıllarda durum başkaydı.
Futbolcu bedeni henüz potansiyel bir suç aleti değildi.
Futbolcular, henüz topçuydu. Meslek sahibi olmaktan çok
oyuncuydu. Pabuçlarının burunlarını yırttıkları için babalarından
dayak yemiş, azar işitmiş çocuklardı onlar.
Varol Ürkmez, sonrasında oyunu bütün hayatına yaymış
olmalı. 5 evlilik hadi tamam da, 52 nişan herhangi bir mantığa
sığacak gibi değil, olsa olsa oyunun mantığına sığar.
Nişanbozanlık da, bir tür oyunbozanlık olarak
oyunmuş demek – ki oyunbozanlık da oyuna dairdir.
Varol Ürkmez, hayatı boyunca bir homo ludens olarak
kaldı. Saf, soy bir homo ludens. Johan Huizinga,
Homo Ludens (1938) adlı kitabında oyun oynayan insanı,
yani homo ludens’i modern insanın evriminde homo
sapiens ve homo faber(alet yapan insan)
kavramlarının yanına üçüncü bir alternatif olarak koyarken, oyunu
bütün insani faaliyetlerin başlangıcına yerleştirir. Oyun, herhangi
bir çıkar gözetmeksizin ve tam bir gönüllülükle girişilen bir
faaliyettir.
Madrid Panteri Varol Ürkmez
Beşiktaş’ın Real Madrid’le oynadığı maçtaki kurtarışlarıyla
aldığı Madrid Panteri ve Kedi Kaleci lakabını
hâlâ taşıdığı dönemlerde yine de olmayacak goller yediğinde
kendisine sorulan sorulara cevap verirken futbolu zevk için
oynadığını, maçlarda gol yiyip yememesine değil zevk alıp
almadığına baktığını ifade eder. Daha 1964 yılında yediği bazı
goller yüzünden panter ve kedi lakaplarının yanı sıra
şikeci lakabı da verilmişti Varol’a. Bu yüzden saldırıya
da uğramıştı. Ama o bunu da şakaya ya da oyuna vuruyor ve bazen
dostlarının ricasını kıramadığını ama rica üzerine de maç
kaybetmediğini, gol yemediğini ancak kimi maçlara özellikle
asıldığını söylüyordu.
1959-60 sezonunda Varol Ürkmez, gece hayatının verdiği
yorgunluktan olsa gerek formasını Necmi Mutlu’ya kaptırdı ve bütün
sezon boyunca maça çıkarılmadı. 1960’ta Altay’a transfer oldu.
Altay yılları Varol’un kendisine stadyumlar ve gece kulüplerinin
yanı sıra bir oyun alanı daha açtığı döneme denk gelir. Bu
yeni oyun alanı, sinemadır. Kavgasız Yaşayalım (1963),
Şekerli Misin Vay Vay (1965), Aklın Durur (1965)
ve Tavan Arası (1965) bu dönemde oynadığı filmlerdir. İlk
film teklifini aldığında koştuğu şart, filmde Leyla Sayar ve Suzan
Avcı’nın oynatılmasıdır. Ve bu isteğini yapımcılara kabul ettirir,
sonradan da Suzan Avcı ile büyük bir aşk yaşar ve hayatındaki 52
nişandan birini Avcı ile yapar.
Varol Ürkmez, 1968’te Galatasaray’a transfer olur. Sinemaya ara
verir. Ancak ilk sezon sadece birkaç maçta oynatılır ve burada da
kaleyi genç kaleci Nihat Akbay’a kaptırır. 1969-70 sezonunda
Galatasaray kalesinde Yasin Özdenak dönemi başlar ve Varol
yedekteki yerini de kaybeder. Varol, Galatasaray’dayken, 1969
yılında bir otomobil kaçakçılığına adı karıştığı için cezaevine
girer ve 2 ay kalır. Galatasaray, Varol’u 1970’te Manisaspor’a
kiralar. Ancak 1971’te Varol, bir kez daha otomobil kaçakçılığı
suçlamasıyla hapse düşer. Ve futbola ara vermek zorunda kalır.
1974’te hem futbola hem de sinemaya geri döner. İstanbul mahalli
lig takımlarından Tekelspor’un kalesini korumaya başlar. Aynı yıl
Şiribim Şiribom adlı filmde rol alır. Tekelspor’un amatör
ligdeki rakiplerinden biri de İETT Spor’dur. Tekelspor’un İETT Spor
ile yaptığı maçta Varol Ürkmez, dönemin İETT Spor oyuncusu, şimdiki
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan üç gol yer.
Varol, 14 Mayıs 1975’te futbolu
bırakmak üzere bir jübile yapar. Cemil Turan, Sanlı Sarıalioğlu,
Yasin Özdenak, Gökmen Özdenak, Vedat Okyar, Ziya Şengül gibi
isimler bu maçta Tekelspor formasıyla Varol Ürkmez’in yanında
sahaya çıkar. Ancak jübileden sonra da Varol, yöneticilerin ısrarı
üzerine Tekelspor’da top tutmaya devam eder. Varol Ürkmez’in,
futbol hayatı 27 yıl sürer.
Varol Ürkmez 2021 yılında kanser tedavisi gördüğü sırada
geçirdiği bir kalp krizi sonucu 84 yaşında öldü.
Varol, bir baştan çıkarma oyuncusuydu aynı zamanda. Bir
kalp kırma oyuncusu. Bir kalp kırıcı
(heartbreaker). 52 nişanına baktığımda, bu nişanlar, onun
baştan çıkarma oyunundaki en önemli taktiklerinden
biriymiş gibi görünüyor bana. Bunlar da bir oyundu, belli ki.
Yine de en büyük aşkı Fatma Girik’le yaşamış gibidir. Varol
Ürkmez ile Fatma Girik, 1957 yılında bir film galasında
karşılaşırlar. Ve aşk başlar. Fatma Girik, o dönemde Varol’a
yazdığı bir mektupta şöyle der: “Sakın beni aklından çıkarma,
çıkardığın gün senin de aklını başından alırım ama…”
Varol ile Fatma’nın aşkı, gazetelerde yakında evlenmek üzere
olduklarından bahsedildiği bir dönemde Varol’un çapkınlıkları
yüzünden biter.
Choderlos de Laclos’nun Les
Liaisons dangereuses (Tehlikeli İlişkiler) romanı dört filme
kaynaklık etmiştir. Sırasıyla Roger Vadim’in Les Liaisons
dangereuses (1959), Stephen Frears’ın Dangerous
Liaisons (1988), Milos Forman'ın Valmont (1989),
Roger Kumble’ın Cruel Intentions (1999). Tehlikeli
İlişkiler’de romanın ve romandan yapılan filmlerin
kahramanlarının başdöndürücü aşk oyunlarında bir kural işler. Buna
uymak zorundadırlar onlar.
Baştan çıkarma oyununda sadece bir kural vardır: Asla aşık
olma. (In the game of seduction, there is only one rule: Never fall
in love.)
Belli ki, profesyonel futbolun
ve kurumsal kadın erkek ilişkilerinin hiçbir kuralına
uymayan efsanevi kaleci Varol Ürkmez, bir oyunun kuralına sıkı
sıkıya bağlı kalmış. Baştan çıkarma oyununun kuralına.