'Varolmayan Müzisyen' ve Baloncuk Kız

Şarkıları yüz milyonlarca defa dinlenen, dolayısıyla 'halk' tarafından tarifsiz bir tutkuyla seviliyor olması beklenen bu kişiler, tek dişi kalmış magazin programları hariç medyada pek görünmüyorlar.

Abone ol

Yakın zamana kadar Covid-19 kısıtlamalarıyla canlı müziğin hayatın içindeki normal varoluşundan öylesine uzaklaşıldı ki, gerek müzisyenler gerekse onların etrafında kurulu oyunun bir yerlerinde dolaşan sektör bireyleri kendilerini varlıkla yokluk arasında, çetin bir arafta buldu. Birlikte çalıştığım sanatçılarla beraber bu durumdan etkilenenlerin arasındaydım ve o dönemin sıra dışı koşullarındayken “müzikte neler ol(m)uyor” üzerine düşündükçe İtalyan yazar Calvino’nun çok sevdiğim hikâyesi Varolmayan Şövalye aklıma geliyordu. Italo Calvino, 2020’lerin başlarında Türkiye’de müzikte neler olacağını umursamıyordu elbet 60 yıl önce bu dâhiyane öyküyü yazarken, ama öyküsü coğrafyamızda müziğin müstakbel ahvalini kısmen betimliyordu. Hikâyenin sinopsisinden bir kesit şöyle diyor: “Varolmayan Şövalye'nin kahramanı Agilulfo, çok yiğit ve soylu bir şövalye olmakla beraber, bir tek kusuru vardır: Varolmamaktadır. Daha doğrusu parlak, gösterişli bir zırhtan ibarettir, ama ne yazık ki zırhın içi boştur.”

Dijital müzik servislerinin ve yeni içerik platformlarının yerleşik müzik dağıtım ve iletim modellerini alaşağı etmesinin ardından değişen şey sadece dinleyicilerin müzik dinleme biçimleri olmadı. Müzikleri yaratan ve icra eden unsurların kendilerine dair algıları da radikal biçimde etkilendi. Sayıların niteliğe üstün geldiği, veya, niteliğin, her türlü kandırmaya ve manipülasyona açık, gerçekliği kusursuz olarak sınanamayacak veya kanıtlanamayacak sayısal verilere dayandırıldığı bu ortamda, kariyeri oturmuş ve genelde pop söyleyen şarkıcılarımızın veya henüz olgunlaşmakta olan birtakım genç sanatçılarımızın eserlerinin verileri türlü stratejilerle astronomik boyutlara ulaş(tırıl)ırken, benzer stratejiler ve sayısal veriler doğrultusunda kendini var sanan bir grup müzisyen de ortaya çıktı. Hayatlarında muhtemelen herhangi bir maddeyi veya ölçü birimini (mesela kibrit çöpü, pirinç tanesi, santimetre, kilogram) asla o sayılarda ve bir arada görmemiş olduklarından zihinsel ve doğrusal bir ilişki kuramadıkları ama kolayca telaffuz edebildikleri “yüzlerce milyon dinlenme/izlenme/tık” gibi sayılar üzerinden yaşadıkları sanrıyı, sayısal şuursuzluk ve yaygın izansızlıkla yoğrulan yığınlara da geçirmeleri kolay ve çabuk oldu.

'ON YÜZ BİN MİLYON BALONCUK'

Dijital nesil de diyebileceğimiz Z kuşağının büyük çoğunluğunun muhtemelen bilmediği, yaklaşık 35 sene önce hayatımıza giren bir gazoz reklamında “on yüz bin milyon baloncuk” yutan küçük kızımız pek sevilerek kült bir fenomene dönüşmemiş miydi? Nitekim bu reklamda henüz ilkokul çağına dahi gelmediği için sayılarla analitik ilişki kuramayan 5 yaşlarındaki bu küçük kız, bugün kendisinden 20–25 yaş genç Z kuşağı mensuplarının “on yüz bin milyon”larla kuracağı ilişkiyi haber veriyordu sanki.

Lakin ortada bir tutarsızlık var ki, şarkıları, klipleri yüz milyonlarca defa dinlenen, izlenen, dolayısıyla 'halk' tarafından tarifsiz bir tutkuyla seviliyor olması beklenen bu kişiler, tek dişi kalmış magazin programları hariç konvansiyonel medyada pek görünmüyor, daha ilginci, pek konser ver(e)miyorlardı. Kazara verdiklerinde de ya bir şirketin özel organizasyonunda, ya bir bayii toplantısında ya da münasip bir belediyenin, o da muhtemelen başkanın yeğeni o kişiyi internette görüp de çok sevdiğinden, muhtemelen adını oranın yöresel yiyeceğinden alan festivalinde yer alıyorlardı.

Bir önceki yazımda aklımı “görünen” ve “görünmeyen”le bozmuş olduğumu yazmıştım. Bu görünme/me hali varolma/ma haliyle çok benzer. Sayısal olarak devasa bir cüsse taşıma iddiasında olup gerçek hayatın içinde hiç de öyle olmayan müzisyenlerin kalabalık ettiği bu hengâmenin başlıca kazananları, aslında bu çarkı yaratıp, besleyip, sürdürürken perde arkasında kalmayı seçen, bir kısmı merdiven altı, bir kısmı merdivenin bile altında olmayan vekiller üzerinden dijital “strateji”lerini yürüten, kategorik olarak zaten aslında neredeyse görünmez olan müzik yapım şirketleriyle büyük video platformlarında faaliyet gösteren ve müzikle bağları müziği bulsalar bomba sanıp karakola götürecek düzeydeki MCN (Multi-Channel Network / Çoklu Kanal Ağı) sahipleri ve platformlardır. Belli bir vadede kazançlı gibi görünse de er ya da geç kaybedecek ve Şövalye Agilulfo’nun durumuyla yüzleşecek olansa müzisyenin kendisidir. Ne o baloncuklardan cebine doğru düzgün bir para girecektir ne de baloncuklar patlayıp söndüğünde esamesi okunacaktır çünkü. İşin bir de şu tarafı var; eğer bu yazıdaki savım geçerliyse ve bu ülkede müzik içeriğinin parasallaştırılması ve gelirlerin dağılımı böylesine hileli ve adaletsizse durum oldukça vahim. Ama eğer ben haksızsam ve sundukları genelde vasat ürünlerle ortalıkta koşturup on yüz bin milyonlarla oynayanların tüm istatistikleri gerçekleri yansıtıyorsa durum yine epey vahim.

Bu olgulardan bahsederken kötümser bir “boomer” gibi algılanma riskine rağmen, müzik işinin merkezine kökten bağlı dinamiklerle ilgili bazı doğruları da söylemek gerek. Ortaya çıkan bazı sayısal verilerdeki anomaliyi ilkokul 3. sınıf seviyesi aritmetik bilgi ve sarih bir analizle basitçe anlayabilecekken kafasını öteki tarafa çevirenlerden, anlamasına ve görmesine rağmen susanlara kadar çetrefil bir düzenin içinde evriliyor Türkiye’de müzik ve paydaşları günden güne. İşe, ticarete ve aritmetiğe kendisinden daha fazla aklı eren, kurnazlıkta da en az kendisi kadar mahir birtakım güçlü figürlere baba-kız, anne-oğul benzeri ilişkilerle bağlı olmayı marifet addeden olgun ve yeni yetme sanatçıları aynı noktada buluşturan, sağlıksız bir habitat bu. Bugün kendini göstermeye ve gönüllerde yer etmeye henüz başlamış bazı müzisyenlerin, dijital sayıların hesaplamalarının nasıl yapıldığını, ortaya çıkan verilerin ne ifade ettiğini, ata sporumuz olan makineleri, mekanizmaları, sistemleri kandırarak dolandırma işini gururla icra edenlerin kimler olduğunu çok iyi anlamaları ve yorumlayabilmeleri önemlidir. Bu sayıların belli şekillerle eğilip bükülmesinin, manipüle edilerek alenileştirilmesinin kimlerin çıkarına olduğunu, en yakınlarındaki paydaşlara ve iş birliği içinde oldukları yapılara bakarak iyi değerlendirmeleri kritiktir. Havsalalarının erişemeyeceği sayılar ışığında sanal tahtlara bir süreliğine oturan kral/içe olmaktansa nasıl kalıcı ve uzun ömürlü olunabilir diye bunu başarmış az sayıdaki abi ve ablalarının kariyerlerini etraflıca incelemek, hatta anlayabilmek, gerçekten yetenekli bir müzisyenin “varolma” çabasında öncelik olmalıdır.

Nispeten genç ve kanımca ancak alanının tartışılmaz denebilecek liderinin az vasıflı bir türevi olabilecek şarkıcının henüz 4-5 senelik “sanat yaşamı” hakkında belgesel çekilmesini uygun görmek, sayılara göre açık arayla en fazla dinlenen şarkısı bir bira devinin piyasadaki en ucuz ürününün ismini aynen taşır ve onun çıkış kampanyasıyla “var” olmuşken, müzik sektöründe “kuralları yeniden yazacak” kadar kuralcı olup aynı zamanda devrimci hissetmek benzer yerlerden beslenen haller. O yerleri de sektörün bugünlerde popüler ama bir o kadar da ezberden kullanılan tanımları “bağımsız” müzik veya müzikte bağımsızlıkla bağlantılı sanmaksa büyücek bir gaflet. Bu bağımsızlık meselesine yakın zamanda değinmek istiyorum, muhtemelen başarırım.