Vatan haini ilan edilmeden felsefe yapmanın imkânı
Evveli ve sonrasıyla, felsefe uğraşı; kentin tanrılarına, ritüele, geleneğe, yaygın inanca, güçlü söyleme, sağduyulu uzlaşıma ve dahası tüm toplumlar için ortak kutsal “vatan”a ihanetle yargılanacak bir suçu temsil eder. Yirmi beş asırdır izlediğimiz -ve izlemeye devam ettiğimiz/edeceğimiz bu tarihsellik, bugün için bizim neyi göze almamız gerektiğinin de altını çizer. Güçlü fikirler, kendi çağları için imha edilmesi gereken şeytanîliklerken, her koşulda tarih için saygındırlar. Ve bütün saygın fikirler, ancak ve ancak güçlü ruhların eseridir.
Hamza Celâleddin hamzacelalettin@gmail.com
“Her kimsen, o olmayı başar” ─ γενíο ώsδ ειδι (Pindaros akt. Gasset)
Antik Çağ’da Sokrates’in yargılanması ve ölümü, tarihzamanda hemen birazdan Boethius’un işkencelerle katli, hemen birazdan Ockhamlı William’ın ve hemen birazdan Baruch Spinoza’nın aforozu, hemen birazdan Fyodor Dostoyevski’nin “vatan haini” olarak idamın eşiğinden dönmesi, hemen birazdan sürgünler, belki biraz evvel alaylar, biraz sonra hapishane yılları, biraz evvel kapatma, dışlama, şeytanlaştırma, biraz sonra görmezden gelme, karikatürleştirme, biraz sonra Walter Benjamin’in Gestopa’dan kaçısı (1), biraz evvel Giordano Bruno’nun diri diri yakılışı… Evveli ve sonrasıyla, felsefe uğraşı; kentin tanrılarına, ritüele, geleneğe, yaygın inanca, güçlü söyleme, sağduyulu uzlaşıma ve dahası tüm toplumlar için ortak kutsal “vatan”a ihanetle yargılanacak bir suçu temsil eder. Yirmi beş asırdır izlediğimiz ─ ve izlemeye devam ettiğimiz/edeceğimiz bu tarihsellik, bugün için bizim neyi göze almamız gerektiğinin de altını çizer. Güçlü fikirler, kendi çağları için imha edilmesi gereken şeytanîliklerken, her koşulda tarih için saygındırlar. Ve bütün saygın fikirler, ancak ve ancak güçlü ruhların eseridir. Pekâlâ bu her zaman böyle midir? Yani “bedel ödemeden” felsefe ─lâkin öyle tarihçilik, uzlaşmacılık, toplumculuk değil; gerçekten ve gerçekten felsefe─ yapmak mümkün müdür?
Gök kubbeyi sonsuza değin omuzunda taşımakla cezalandırılan Atlas gibi, bir taşı bir tepeye sürükleyip ardından taşın yeniden yere yuvarlanışını hüzünlü gözlerle izleme yazgısını sonsuz kere yaşamakla cezalandırılmış Sisifos gibi, bir kayaya çırılçıplak zincirlenmiş halde, her gün yeniden oluşan karaciğeri yine her gün bir kartal tarafından kemirilen Prometheus gibi; filozof da, tarihsel yazgısına zincirlenmiş hâldedir. Kent kuşatılırken herkesin bir şeyle meşgûl olduğunu gören Diyojen’in, sırf bir şeyle meşgûl olmak adına sokaklarda fıçısını yuvarlarkenki edilgenliği dahi bir başkaldırı içeriyor iken (2); felsefenin her çağda şeytanlaştırılması, toplumsal düşmanlığın merkezi hâline getirilmesi ve taşlanacak nesne olarak işaret edilmesi pek de yadırganır bir şey değildir. Oysaki yurt sevgisi, tam da fıçı yuvarlamaktaki bilgeliği, vakarı ve asaleti gerektirir. Görüyoruz ki, mitolojik anlatılarda da, felsefe tarihinde de, güçlü söylemin karşısına yeni bir söylem koymak, aynı zamanda bir bedel ödemeyi göze almak demektir. Gelgelelim bugün felsefe, neyi göze almak olsa gerektir?
Tarihsel doğası gereği, otoritenin söylemine itirazı ve karşı-söylemi örgütleyen bir etkinlik olarak felsefe, her zaman ve her koşulda, kanıksanmış ve sıradanlaşmış ifadeyle bir “vatan hainliğini” gerektirir. Vatana ve kutsala ihanetle suçlanmayan felsefe ya da söylem -burada biz Galler yurttaşları, hemen coğrafî bir atama yapmak için heyecanlı davranırız, evet örnekse Galler-, güçlü söylemi dürtmüyor, onun rahatını bozmuyor ve tarihsel bir alana oturmuyor demektir. Gelgelelim zaten böylesi bir “kaçınma” gözetilmez de. Felsefe, daha en baştan cüret etmektir. Bir kaçınma refleksiyle, bir yumuşaklaştırmayla, bir uyumsamayla geliştirilen söylem, ne şimdiden felsefîdir ne de tarihsel bir derinliğe sahiptir. Demek ki, görünen o ki, çok açık ki, hiçbir zaman olmamıştır ve bugün de olmayacaktır ki; bir suçlamaya, bir saldırıya, bir dışlamaya, bir kapatmaya ya da en hafifi bir alaya konu olmayacak felsefe, en iyi ihtimalle sağduyu sahibi bir toplumbilimdir. Öyleyse soruyu şöyle güncellemek gerekir:
Cüret edebiliyor muyuz?
Yanıtını aramak için pek de gönüllü olmayan bir soru bu…
Dipnotlar:
- 1940 senesinde, Portbou’da, Gestapo’ya yakalanacağını anlayınca, aşırı derecede morfin alarak kendi istenci ile yaşama veda etmişti.
- Akt. Søren Kierkegaard, Önsöz: Felsefe Parçaları Ya Da Bir Parça Felsefe.