Asgari saygıyı falan hiç iplemeyen, acayip bir gerçeklik yitimine uğramış tuhaf bir toplum haline geldiğimizi tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor bu cinayet. Bence bu ürkütücü olayın en ürkütücü yanı da bu.
Yerde beline kadar sıyrılmış kırmızı gömleğiyle yatıyor. Kapının önünde. Çıkmaya yeltenmiş, çıkamamış gibi görünüyor. Ölüm onu kapıda yakalamış. Sırtından vurulmuş. Kırmızı gömlek. Kırmızı kan. Tüm detaylar, özellikle de sıyrılmış sırttan görünen ten bu görüntüyü öyle ürkütücü, aynı zamanda da öyle mahrem ve kırılgan bir hale getiriyor ki…
Öbürü, yatağın üzerinde bir kan gölünün ortasında yatıyor. Sere serpe açılmış kollarıyla. Sevdiğini bekler gibi. Ölmeye yatmış. Katil. Aşık. Kadın. Tehlikeli deli. İtalikli kısımlar ve daha fazlası ışık hızıyla zihnimden geçerken düşündüklerimden utanıyorum. Saniyelik bir dilimde bile ölüm karşısındaki düşüncelerimizin tümüyle bize ait olmamasından daha doğrusu. Çünkü fotoğrafı gördüğüm anda, tüm bunları ve daha fazlasını haber metinlerinde hayal edebiliyorum. Ölüm servisine eşlik eden müstehcenlik imaları ve klişelerin kaçınılmaz birleşimi.
Bu fotoğrafları görmemeliydim. Bu fotoğrafları hiçbirimiz görmemeliydik. Bu fotoğrafları herkes görebilir. Onları tanıyan, tanımayan herkes. Bu dehşet verici cinayet mahalli fotoğrafları şu an sosyal medyanın tümüne ne zaman karşına çıkacağını bilmediğin mayınlar gibi yayılmış durumda.
Vatan Şaşmaz (43), eski sabah şekeri, ünlü sunucu, hep ayın on dördü gibi gülümseyen, kameraya değil sanki bizzat bize göz kırpan adam, dün gece bir otel odasında ölü bulundu. Çeşitli gazete ve internet sitelerinde yer alan haberlere göre, dört kurşunla sırtından vurulmuş. Aynı odada bulunan eski manken Filiz Aker (54) sağ kulağının üstünden giren tek kurşunla ölmüş.
İlk deliller ve manzara Filiz Aker’in önce Vatan Şaşmaz’ı, sonra kendisini vurduğunu gösteriyor. Vatan Şaşmaz ve Filiz Aker'in otel odasına ayrı ayrı girişlerini gösteren video kayıtları her yerde.
Olayın nasıl gerçekleştiği olay yeri incelemeden otopsi ve balistiğe bir dizi uzun ve karmaşık sürecin, pek çok tanıklık ve verinin değerlendirildiği uzun bir soruşturmanın sonunda ortaya çıkacak diye umuyoruz. Rivayetse muhtelif… Eski manken Vatan Şaşmaz’ın eski sevgilisiymiş. / Bir ara bir şeyler olur gibi olmuş ama aslında eski sevgilisi mevgilisi değilmiş./ Kadın kafayı adamcağıza takmış, yıllardır platonik aşıkmış, “ya benim olacaksın ya toprağın” durumuymuş./Kadın bir nevi erotoman gibi, karşı tarafın her davranışını kendisine olan aşkı biçiminde yorumlayan saplantılı bir aşıkmış… / Kadın kendinden 11 yaş genç olan Vatan Şaşmaz’a yıllarca mühim miktarda “paralar yedirmiş,” bunun karşılığında adam karısını bırakmamakla kalmayıp hamile bırakınca delirmiş./ Mış mış da mış mış...
İkilinin yakınları arasında şu ana dek en açık ifadeyi veren kişi Filiz Aker’in, olay sırasında da otelde olan yeğeni. “Vatan’ın suçu yok, teyzem yıllardır ona platonik aşıktı,” demiş. İlkece doğruluğundan yine emin olamayacağımız bu tanıklık dışında benim görebildiğim elle tutulur, net bir bilgi de yok. Vatan Şaşmaz’ın eşinin 4,5 aylık hamile oluşu da olayı iyice trajik hale getiriyor. Ama ağızlar katiyen torba gibi büzülemiyor. Aksine, ölenin yakınlarını, sevdiklerini falan bir saniye bile düşünmeden ağzı olan konuşuyor. Konuşmakla kalmıyor, ağzı olan irin saçıyor. Olayın duyulduğu ilk birkaç saat içinde, o kadar çok tweet atılmış tutulmuş ki bu cinayet hakkında. Yakınları, sevenleri görür mü diye bir an bile düşünülmeden. Asgari saygıyı falan hiç iplemeyen, acayip bir gerçeklik yitimine uğramış tuhaf bir toplum haline geldiğimizi tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor bu cinayet. Bence bu ürkütücü olayın en ürkütücü yanı da bu.
Yirmi dört saati aşkın bir süredir bu konu üstüne tweetleyen binlerce insan aslında pek bir şey bilmiyor. O odada ne olup bittiğini bilmiyoruz. Olay bir tutku cinayetine benziyor. Kuvvetle muhtemel. Bu iki kişi arasında geçmişte başlamış, halen süren bir ilişki olabilir. Belki. İki kişiyi bambaşka biri vurmuş ve olaya bir cinayet/intihar süsü vermiş bile olabilir. Mümkün.
“Gerçek, sınırları belli, küçük bir aralıkta saklıdır, yanılgının ise ucu bucağı yoktur.” Bolingbroke Vikontu Henry St. John’a ait bu söze ilk kez bir polisiye romanda rastlamıştım. Bu uğurda ne kadar çaba harcanırsa harcansın bir cinayetin “tamamen” aydınlatılması mümkün değil. Üç kamera, üç farklı açıdan olay anını görüntülemiş olsa bile her açıdan gördüğümüz, gerçeğin farklı bir parçası olur ve bunları kurgulamaya kalktığımız anda da gerçekliği bir ölçüde dönüştürmüş oluruz. Kusursuz cinayet olmadığı gibi, kusursuzca aydınlatılmış bir cinayet de yoktur. Gerçeğe ancak, iğneyle kuyu kazarcasına bir çabayla, olabildiğince yaklaşabiliriz.
Ama bunun kimse için pek bir önemi yok. Cinayet zaten insanoğlunu, bu en gerçekçi detaylarına ulaşıldığında bile yoruma açık kalan, gizemli yanlarıyla da “büyülüyor”! Sırf gizemine duyulan merakla değil hem de. Dehşetiyle, aşırılığıyla bir trajediye tanık olma hissiyle, bunun bir başkasının başına gelmiş olmasının getirdiği sıra savma hissiyle…
Bir haber metnine çevrilen ölüm ister istemez pornografiktir. Edebi bir dille ifade edilen ölüm ve cinayete duyduğumuz merak da biraz öyle. “Hepimiz trajediyle besleniyoruz, vampirin kana ihtiyaç duyduğu gibi.” Tool’un bu sözleri içeren Vicarious adlı şarkısı ölüm karşısındaki bu tutumun, trajediyi neredeyse pornografik bir “haz” nesnesi haline getiren bu izleyicilik, bu başkaları üzerinden yaşama ve başkalarının acılarından beslenme durumunun da nefis bir anlatımı. Bizde tüm bunlara özellikle son zamanlarda artan bir tür saygısızlık eklendi. Hani çok moda bir tanım halini aldı son zamanlarda, “suçlu zevk,” deniyor. İşte bu tür haberlere gösterilen ilgi ve tepkiler gizli ve utanç verici bir haz olmanın çok ötesine geçti. Pek kimsenin utandığı falan yok açıkçası, görünen. Arenalarda parçalanan insanları izlercesine bir gösteri modunda, alkışlar, kahkahalarla izliyor sosyal medyanın büyük bölümü olan biteni.
Twitter 140 karakter sınırları içinde aklına geleni yazabildiğin, elinden geleni ardına koymadığın bir yer. Basitçe, elinde 140 karakter ve kelime oyunu, kötü şaka malzemesi yapılmayacak, hakkında ileri geri konuşulmayacak üç tane mevzu var: Şiddet, tecavüz, ölüm/cinayet. Ne kadar zor olabilir, değil mi? Oluyor işte. Dün Vatan Şaşmaz cinayetinden sonra gördüğüm tweetler kanımı dondurdu. Çok takipçili bir oyuncu tweet atmış mesela, “Vatan Şaştı”. Bunun gibi, daha beter “şakalar” gırla gidiyor! Mine G. Kırıkkanat, olay hakkında hemen “Çürümüş medyanın ünlü sunucu hali: biri yeğeniyle ensest ilişki kurbanı, diğeri otel odasında sevgilisiyle mevta…” demiş. İnanılmaz ama tweetlenmiş bu da. Kimin ne yaşadığını bilmediğimiz bir cinayeti, ensest ilişkiyle (Murat Başoğlu olayı) bir tutmak bir yanda, henüz ölmüş ve yaşarken de çok da fena biri gibi görünmeyen birine gizlenemez bir hevesle “mevta” demek öbür yanda…
“Ne işi vardı o otel odasında evli barklı adamın,” tabii en popüler yorumlar arasında. Ahlakın alanına giren bir konu açıldığında bizde hiçbir kesimde mangalda kül bırakılmaz. Dakika başı ahlaktan bahsederken ölümü otuz saniyede espriye tahvil edebilen son derece ahlaksız bir toplum halini almamız dehşet verici değil mi?
Dinden felsefeye çeşitli tanımları var. Ama en basit tanımıyla, nedir ahlak? Bu dünyada yalnız olmadığını bilmek ve yaşarken başkalarının yaşam hakkına, kişilik, özgürlük alanlarına saygı duymak değil midir? Benim anlayışıma göre en geçerli tanımı bu. Son zamanlarda buna başka bir şey daha eklendi işte sosyal medya insanımızın yukarıda bahsettiğim “tüyperticiliği” sayesinde: Ölenin arkasından şaka yapmak konusunda kendini tutabilmek. Ölen birinin ardından yapılabilecek en fırlama, en zeka ürünü, en cingöz esprinin bile aslında komik olmadığının farkında olmak. Ölenin, kısa bir süre önce yaşıyor olduğunu, bir zamanlar çocuk olduğunu, birilerinin oğlu/kızı, birilerinin kardeşi, sevdiklerinin bi’tanesi olduğunu unutmamak. Böğre oturan bir yas durumuyla başa çıkmaya çalışan insanları hayatın parlayan çelik gibi soğuk, zalim yüzüyle hemen o dakikalarda karşılaştırmamak. Ölüme ve ölene çünkü hayata saygı duymak…
Ne olduysa oldu, bu bizde hiç kalmadı. Bence esas bu değeri yitirdiğimiz için de, “ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi.”
Tüm bunların bilimsel açıklamaları var. Bizimki gibi şiddetin her türüne her gün çok fazla tanıklık eden bir toplumun tüm ayarlarının bozulduğunu varsaymak için elimizde yeterince delil var. Bunun uzun uzadıya bir tahlilini yapmaya çalışmak böyle bir yazının sınırlarını aşıyor. Ama “merhamet yorgunluğu” ve “duyarsızlaşma” (desensitizasyon) terimleri oldukça aydınlatıcı görünüyor bu konuda. Bildiğim kadarıyla tıbbi kökenli bu terimler son dönemlerde sosyoloji ve psikoloji alanlarında bu gibi durumlara verilen tepkileri anlatmak için de kullanılır hale geldi. Farklı kavramlar olsa da, basitçe, sık aralıklarla rastlanan benzer uyarılara karşı beynin bir tür defans geliştirip artık eski kuvvette uyarılmamasını anlatıyor. Sürekli olarak bedenleri “kesip biçen” bir cerrahın bu durumla arasına güvenli bir mesafe koymasının mesleki bir zorunluluk halini alışı gibi, toplum da benzer haberlerle, şiddetin çeşitli yüzleriyle karşılaştıkça hayret duygusunu yitiriyor. Gördüğüne giderek daha fazla mesafeleniyor. Aynı zamanda da hep daha, daha, daha… fazlasını ister hale geliyor. Bu aşırılığın bir yanıyla “pornografik” oluşunun nedeni de işte bu tatminsizlik hali.
“Mizah” (kötü mizah da dahil) işte bu mesafelenmenin üst noktası belki de. Mizah her zaman duygulardan çok akla yakındır, mesafe gerektirir. Aynı zamanda bir hayatta kalma mekanizmasıdır da. Cenaze ve yas durumlarında insanların kahkaha krizine girebilmesi gibi durumları da açıklıyor herhalde bu.
Yine de tüm bunlar ve daha fazlası, önümüzde bir klavye, düşünmek için de istenildiği kadar süre varken akıldan geçenlere ket vurmamayı, ölene dair yerli yersiz, aşırı hızlı yorumları hiçbir süzgeçten geçirmeden pat diye ortaya salmayı açıklamıyor. Sürekli ahlaktan bahsederken kelimenin en insani anlamıyla ahlaksız, çünkü kendisi dışındakine duyarsız bir toplum halini almamızı açıklamıyor. Cinayeti on saniyede espriye, belden aşağı yoruma, ne olup bittiğini bilmeden ahlak bekçisi, ağır cinsiyetçi tahlil ve aşağılamalara tahvil etmeyi açıklamıyor. Her gün neyle karşılaşırsak karşılaşalım, insan kalmak için bence çok daha fazla gayret sarf etmemiz gerekiyor.
Bu konu hakkında daha sayfalarca yazılıp çizilebilir. Kendi içinde analiz edilmeyi hak eden pek çok farklı yönü olan bir olay. Şu an için bu kadarını yazmak ve yıllardır şöyle ya da böyle hayatımızda olan “güleryüzlü” bir ekran figürünün ölümü ardındaki trajediye “mekanı cennet, sevenlerinin başı sağ olsun,” demek dışında içimden bir şey gelmiyor. Ölüme, çünkü yaşama bu kadar olsun saygı göstermek istiyorum. “Duyar”sa duyar!