AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumartesi günü
AKP’nin kuruluş yıldönümü için hazırlanan “Türkiye sevdasıyla
yaşımız hep 18” sloganı eşliğinde Kayseri’de partisinin kadın ve
gençlik kollarına seslendi. Konuşmasında vatandaşları partide görev
almaya davet ediyordu. Bir siyasi parti genel başkanının,
partisinin kadın ve gençlik kollarına yaptığı hitabette partisinin
üye sayısını ve aktif görev alanları artırmak için vatandaşlara
seslenmesinde ne var, diyebilirsiniz. Elbette partilerin, hele de
AKP gibi 18 yılını devirmiş bir partinin, üye profilini
gençleştirmek ve yerleşik kadrolardaki metal yorgunluğunu gidermek
için çokça çaba harcaması gerekir. Metal yorgunluğu, 16 Nisan
referandumunun hemen ardından teşkilatın yenilenmesi gerektiğini
söyleyen Cumhurbaşkanı tarafından dillendirilmişti. Üzerinden on ay
geçtikten sonra, yani 24 Haziran seçimlerinin birkaç ay öncesinde
de “artık metal yorgunluğu kalmadı, Afrin’le birlikte şimdi diriliş
hareketi tekrar başladı”
denilerek parti içinde kırılan kalpler tamir edilmişti. Afrin
operasyonunun seçim sonuçlarına etkisi olmuş mudur, olduysa daha
çok AKP’ye mi MHP’ye mi yaramıştır, tartışılır. Ancak o zaman
birlik çağrısı yapan Erdoğan’ın Afrin operasyonunun tırnak
içerisindeki başarısını parti içindeki kırgınlıkları gidermek için
de bir vesile olarak kullandığı görülüyor.
Diğer yandan, üye profilini gençleştirmek de, yıllar içinde
hantallaşan, hem parti hem de devlet bürokrasisi içinde yozlaşan,
hiçbir şey olmasa dahi hem liderleri hem de teşkilattaki kadroları
yaşlandığı için toplumun değişen beklentilerini kavramakta zorlanan
partilerin yaşam döngüsü bakımından bir zaruret olarak ortaya
çıkıyor. Hele ki, AKP gibi üye sayısı son bir yılda neredeyse 800
bin
azalan, dünyada başka bir örneği olmayan Cumhurbaşkanlığı
sisteminin de katkısıyla partinin ve parti içi mekanizmaların
işlevsizleştirildiği, çekirdek seçmeninin desteğini
kaybeden, gençleri partiye katmada ve
gençlerin oyunu almada eskisi gibi başarılı olamayan bir
partinin genel başkanı için gençlere seslenmek ve onları partiye
katılmaya davet etmekten doğal ne olabilir ki diye
düşünebilirsiniz.
Buraya kadar bir sorun görünmüyor. Yine de parti genel
başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı aynı kişide vücut bulduğu için
Cumhurbaşkanı’nın ağzından tüm vatandaşlara yapılan AKP
kadrolarında görev alma çağrısının yadırgatıcı bir yanı var.
Nihayetinde “cumhurun başı” olma görevindeki Erdoğan, “cumhur”u
genel başkanı olduğu partide görev almaya davet ediyor. Elbette,
cumhurun tümü AKP’ye üye olur ve AKP’de görev almaya başlarsa,
cumhurbaşkanlığı ve parti başkanlığını aynı bedende birleştirme
gibi bir tuhaflık üzerine kurulu olan cumhurbaşkanlığı sisteminin
çelişkilerinin en azından teoride ortadan kalkması da mümkün
olabilir. Bunun bir benzerini Kemalist Tek Parti rejiminin partinin
sınıfsız, homojen bir bütün olarak tüm halkı temsil etme
ideolojisinde görmüştük. Erdoğan’ın parti, devlet, yurttaş ve
seçmen arasında mutlak bir özdeşlik kurma özlemi, ister istemez
meydanlardan “bu Cehape” diye her seslenişinde çok eleştirdiği
Kemalist Tek Parti Dönemi’nin uygulamalarını anıştırıyor. Özellikle
son yıllarda parti teşkilatında görev almış isimlerin kamu
yönetiminden yargıya kadar tüm kritik mevzilerde konumlandırılmış
olduğunu görüyoruz. Ne var ki, parti ve devlet özdeşliğinde AKP’nin
Erdoğan’ın “Cehapesinin” çok daha ilerisine geçtiğini de
söyleyebiliriz. Levent Gültekin’in Medyascope’taki 17 Eylül
tarihli
programının 6. dakikasından itibaren açıkladığı liste, parti
teşkilatında görev almış isimlerin yargının çeşitli mercilerine
nasıl yerleştirildiğini tek tek gösteriyor. Gültekin, sayfalarca
olduğunu belirttiği bu listeye dayanarak “valiler, yargı
mensupları, polis artık AK Partili” diyor.
Bu durumda, Cumhurbaşkanının 82 milyonu AKP’ye katılmaya davet
ettiği konuşmasında söylediği sözlere bir kez daha bakmakta fayda
var. Erdoğan, tüm vatandaşları partide görev almaya davet ettikten
sonra, tüm açık sözlülüğüyle “Partimizde görev alan
arkadaşlarımızın daima önlerinde yeni kapılar da açık olmaya devam
edecektir” diyor. Bu yeni kapıların neler olduğunu ya da
olabileceğini AKP’nin şimdiye kadarki kadrolaşma ve kendinden
olmayana ekmek vermeme siyaseti, aslında net biçimde gösterdi.
Sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tuhaf gerekçelerle
elendiği Haydarpaşa Garı ihalesinin kime verildiği bile açılacak bu
yeni kapılara dair epeyce bilgi veriyor. Aydın Selcen, dünkü
yazısında ihaleyi alan Hezarfen şirketinin aynı zamanda TRT,
PTT, Anadolu Ajansı, THY gibi kurumların da işlerini yaptığına dair
Medyascope’taki
haberi dikkatimize sunuyor. Şirketin başında ise AKP İstanbul
teşkilatında görev almış eski bir belediye çalışanının bulunduğunu
öğreniyoruz. Cumhurbaşkanı’nın yurttaşları ve belki de işsiz,
umarsız, gelecekten ümidini kesmiş gençleri AKP’ye katılmaya teşvik
için söylediğini düşünebileceğimiz bu sözleri, aslında bize 18
yılın sonunda ve nihayetinde vardığı noktada AKP’nin seçmene vaat
edebildiği tek şeyin pastadan bir dilim alabilme ümidinden başka
bir şey olmadığını gösteriyor.
Ne var ki, bu sözler aynı zamanda AKP’nin nepotizmden
(eş-dost-akraba kayırmacılığı) ve klientalizmden (partizanca
kayırmacılık) başka siyaset üretemeyen bir döngüye hapsedildiğinin
itirafı. Üstelik, seçmenle kayırılan kesimler arasındaki uçurum her
geçen gün daha da görünür hale geliyor; ekonomik kriz gençlerin,
kadınların ve toplumun tüm kesimlerinin belini büken bir yük, bir
kambur gibi giderek yükseliyor; israfı itibar gibi göstermeye
çalışan zihniyet bizzat bu kamburun üzerinde ekleniyorken… Bu
şartlar altında AKP’nin hitap ettiği geniş halk kesiminin, partinin
tüm icraatlarında belirleyici olan klientalizm ve nepotizmin
yarattığı bu kaymak tabakayla özdeşlik, bir duygudaşlık kurması
artık neredeyse imkânsız. İşte bu nedenle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
ağzından dökülen bu itiraf, aynı zamanda AKP siyasetinin sorunları
çözme kapasitesinin ortadan kalktığının da kabulü anlamına
geliyor.