Ve kedi kahvaltısını yapıp AB'yi terk etti
İngiltere'de muhafazakar milletvekili Andrew Davies, Brexit ile breakfast'ı (kahvaltı) karıştırdığında AB'den ayrılma fikri bir şaka gibiydi. Şaka gerçek oldu ama İngiltere'nin ayrılık macerası da bir yılan hikayesine döndü. Öyle ki Fransa'nın AB Bakanı Nathalie Loiseau, sabahları kendisini sürekli uyandıran kedisine 'Brexit' ismini verdiğini ve kapıdan çıkarmaya çalıştığını anlatıyordu. AB'de bir dönem 31 Ocak'ta sona erdi. Kedi Avrupa'nın kapısından çıktı.
Ayşegül Dikenli Williams
Dün gibi hatırlıyorum, Gallerli muhafazakar milletvekili Andrew Davies’in dil sürçmesiyle ‘Brexit’ yerine ‘breakfast’ (kahvaltı) gafını yaptığı konuşmasını.
“We will make breakfast a success” (Kahvaltıyı başarılı kılacağız) sonrası yayılan internet ‘meme’leri.
Brexit çok yeniydi ve aklımızda hâlâ ‘kahvaltı’ gibi sıradan mevzular da vardı. Bu gaf belki de referandum travmasının son eğlenceli anıydı Birleşik Krallık’ta. 2016’daki referandumun ardından hemen her gün protestolar ve yüz binlerin katıldığı dev yürüyüşler yapıldı. Bu kelimeyi o kadar sık duyar olmuştuk ki Fransa’nın AB Bakanı Nathalie Loiseau, sabahları onu miyavlayarak uyandırdığı halde kapıyı açınca dışarı çıkmayan kedisine Brexit ismini koymayı uygun bulmuştu. ‘Brexit kapı açık neden çıkmıyorsun minnoş?’ Sorun da buydu; karar verilmişti peki neden çıkmıyorlardı?
Geçen cuma (31 Ocak 2020) bu uzun yolculuk sona erdi. Boris Johnson’a genel seçim kazandıran ‘Get Brexit done’ (Brexit'i hallet) vaadi gerçekleşti ve İngiltere resmi olarak AB’den ayrıldı. Ülkenin yarısının bu durumdan memnun olduğu Boris’in seçimden güçlü çıkmasıyla onaylandı. Bu sonuç tekrar referandum isteyenleri kelimenin tam manasıyla pes ettirmişti.
KIRSALDAKİ İNGİLİZ'İN OYUYLA BENİM OYUM NASIL EŞİT OLUR!
Durumu anlamak için dört yıl öncesine o güneşli haziran sabahına gitmemiz gerekiyor. Sanırım Birleşik Krallık’ta yaşayan kimse unutamaz o sabahı. Halkın yüzde 51.9’u referandumda Avrupa Birliği’nden ayrılma yönünde oy verdi. Cam fanusta yaşayan birçok şehirli gibi ben de çok şaşırmıştım bu sonuca. "Yok ya olamaz. Tabii kandırdılar insanları yalanlarıyla. Zaten ayrılalım oyunu verenler ‘yaşlılar ve cahiller ve taşralı’ tarzı tepkilerle başlayan kabullenememe sendromu büyük protestolar ve yıllarca sürecek tartışmaları da ateşlemişti. Bu değişen atmosfer belki de ilk kez Türkiye’deki toplumsal uçlaşmayı hatırlatmıştı. Bir ülkede yaşayan insanların yarısı nasıl olur da tamamen başka bir maceraya atılmak isterdi? Kırsaldaki İngiliz’in oyuyla benimki nasıl eşit olurdu? Bu tepkiler bana o kadar tanıdık geliyordu ki.
REFERANDUM MESELESİNİ BAŞIMIZA KİM NEDEN SARMIŞTI?
Referandum öncesine göz atmadan bu hikayedeki boşlukları doldurmak imkansız. Çevremdeki eş dost, yazar çizer tayfa kesinlikle ihtimal vermiyordu referandumdan ayrılık çıkacağına. "Her yer Londra değil. Kırsalı anlamıyorsunuz" tarzı pek popüler olmayan ya da duymazdan gelinen çıkışlar yaptığımı anımsıyorum. Sonrasında “ben demiştim“ demek eğlenceliydi gerçi.
Peki bu referandum meselesini başımıza kim neden sarmıştı? 'Ayrılalım' kanadı, Birleşik Krallık’ın 1973’te Ortak Pazar’a katıldığından beri vardı. Muhafazakar Parti’de her daim bunu savunan milletvekilleri olur, sesleri ve etkileri cılız olsa da devamlılıkları vardı. Referandumun mimarı, ironik bir şekilde ısrarlı ‘kalalımcı’ kanattan olan Başbakan David Cameron ise aslında kendi politik kariyerinin de çivilerini çakmıştı.
Partisindeki ‘ayrılalım’ kanadının sesini kesip parti içi popülerliğini artırmak, yükselen milliyetçi parti UKIP’in -buranın MHP’si- gücünü azaltmak ve en önemlisi de referanduma karar verecek kadar meclis çoğunluğuna erişeceklerine ihtimal vermemesini nedenler arasında sayabiliriz. Olamaz denen olmuş, Cameron seçimlerden koalisyonsuz hükümet kuracak yükseklikte oyla çıkmıştı. Seçim kazandığı için pişman olan az başbakan vardır tarihte.
DEAL OR NO DEAL?
Seçim sonuçlarına uyandığımız o güneşli haziran sabahına dönecek olursak. İlk iş Cameron hemen istifa etti. O günden sonra kendisini bir daha görmedik. Bazen karavan sevenler derneğinin dergisine röportaj veriyor ya da kitap yazıyor. Samimi olarak pişman olduğunu düşünüyorum. Ülkeyi tam ortasından ikiye bölmek az buz bir başarısızlık değil.
Parti içinde popüler olmayan ve seçimsiz gelen yeni, geçici Başbakan Theresa May ise ‘enkaz aldık’, ‘elimizi, taşın altına koyacağız’ demeyi çok sevdi. Oysa sıra çetrefilli ayrılalım ama 'anlaşmalı mi anlaşmasız mı' tartışmalarına gelmişti. ‘Deal or no deal’ savaşları son dört yılda ana haber bültenlerinin tek konusu olmaya devam etti. Terasa May de kalalımcı kanattandı ama referandum sonuçlarına saygı duyduğunu ve Brexit’i hayata geçireceğini vurguluyordu. Sorun şuydu ki parlamentodan ne ‘No deal’le ayrılalım çoğunluğu çıkıyordu ne de ‘deal’sız. May, paketlerini hazırlıyor, sunuyor ama çoğunluk çıkmıyordu. Ayrılamıyorduk, hiçbir şey olmuyordu. Sokaklar hareketliydi. Referandumun yenilenmesini isteyen yeni hareketin adı ‘People’s Vote’ oldu. Bu hareket ana muhalefet İşçi Partisi’nin de dengelerini etkileyecekti.
ARRIVEDERCI AVRUPA, TEKRAR BULUŞANA KADAR
İşçi Partisi’ni destekleyen şehirli kesim referandumu kabul etmiyordu. Partinin sol kanadından lider Jeremy Corbyn ise orta ve kuzey İngiltere’deki tabana da kulak kesilmesi gerektiğini düşünüyor, orta sınıfın referandum tekrarı talebine mümkün olduğunca mesafeli yaklaşıyordu. Orta ve kuzey İngiltere seçmeni ekonomik anlamda sol ama kültürel olarak Brexit’çiydi.
Hızlı sarıp günümüze, Boris Johnson’ın inanılmaz genel seçim zaferine ve İşçi Partisi’nin, geleneksel kuzey tabanını kaybedişine dönecek olursak, referandumun yenilenmesi kampanyası trajik bir şekilde ters tepmişti. Boris Johnson’ın propaganda cümlesi ‘Get the Brexit Done’ ezici bir zaferle kazandı. Johnson’ın ‘soft Brexitci’ olduğunu ve başarısıyla aslında ‘hard Brexit’çi kanadın da sesini kestiğinin altını çizebiliriz. Ya da bazılarının dediği gibi bu bir züğürt tesellisi. AB Parlamentosu'nun İtalyan Başkanı David Sassoli "Biz ‘arrivederci’ deriz elveda değil" diyerek veda etti Birleşik Krallık'a. Tekrar buluşana kadar şimdilik elveda demekmiş İtalyancada.