Acaba şu muazzam altüst oluşu vesile kılarak, bazı yalanlardan, safdillik desen uymayan, bilinçli saptırma desen oturmayan, tamamen de kendimizi kandırmayla izah edilemeyecek birtakım tavırlardan kurtulmaya girişebilir miyiz? Kurtulmak gereken illetlerin başında, okkalı laf söyleme konusundaki tutkulu arzu da geliyor. Bundan vazgeçebilirsek, büyük lafları ederken takındığımız, en az o laf kadar boş ifadelerden, gizlenemez sahteliğin bakılmaz kıldığı yüzümüz ve çekilmez kıldığı sesimizden de kurtulabiliriz. İhtişamlı boş lafı söylemekle duyacağımız tatminin lafı söyler söylemez hızla eriyip gideceğini bilmek, bu yüzden duyulan tedirginlik, söyleyişimizi baştan kötü oynanmış role dönüştürüyor. Zaten.
Muktedirler, hapishanelerdeki muhalif siyasetçileri, yazar-çizerleri, gazetecileri ya da Osman (Kavala) gibi, sivil toplum ve kültür alanındaki faaliyetlerini şu veya bu nedenle zararlı buldukları insanları salgın hastalığın pençesine terk etmek istiyor. Öte yandan, özellikle iktidar ortağı MHP’nin -bazılarımızın çok iyi bildiği, ama pek çoğumuzun anlamamakta direndiği sebeplerle- sahip çıktığı eli kanlı suçlular, uyuşturucu kaçakçıları cezaevlerinden tahliye edilecek. (Siz bu satırları okurken belki de bu konuda Meclis’te adımlar atılmış, yalnızlık ve güzellik ve ülkemlerle dolu tarihimizde yeni bir kara sayfa açılmış olacak.) Katiller ve uyuşturucu satıcılarıyla birlikte, günümüzün din simsarı muktedirlerinin müthiş hassasiyet gösterdiği, umuma açık yerde izahı zor duygudaşlık içinde bulunduğu, kadın ve çocuklara karşı cinsel suçlar işlemiş kimseler de parmaklıklar ardından kurtulacak.
Amaçlanan, yalnız iktidar ortaklarının çıkar bağlarını sıkılaştırarak ilişkilerini güçlendirmeleri değil. Evlerine gönderilecekler kadar gönderilmeyecek olanlar, kafalardaki planı açığa vuruyor. Cezaevlerinin zaten sağlıksız ve kötü koşullarında, ne derece kontrol edileceği belirsiz, ne derece kontrol edilmek isteneceğiyse o kadar belirsiz olmayan salgının âdetâ insafına bırakılacak, siyasî tutuklu ve mahkûmlar. Cezaevlerinde kalacak olanları salgından korumak için kimse kılını kıpırdatmayacak değil elbette. Ancak genel olarak devlet görevlilerinin, hele gözlerine terörist, vatan haini, devlet düşmanı olarak gözüken birilerinin hayatını esirgemek, korumak için hangi kıllarını ne kadar kıpırdatacakları hakkında iyi kötü fikrimiz var. El ayak çekilip de gardiyanla, müdürle başbaşa kalan tutuklu ve mahkûm, artık muhtemelen, virüsü kapıp kapmayacağını değil, ne zaman kapacağını düşünecektir. Hapistekileri, nereden nasıl geleceğe belli olmayan bir sinsi katilin tehdidi altında hücre-koğuş koşullarında yaşatmak, iktidar tetikçisi mahkemelerin bile öngörmediği ekstra ağır ceza. Merak ediyorum, aslında ortadan kaldırmak istedikleri, ama o kadarı bizim şartlarımızda bile fazla kaçacağı için şimdilik “asmayıp besleme” yoluna gittikleri mahpuslardan, ellerini kana bulamadan kurtulma ihtimalini kendilerine sunan korona virüsünü “allahın lütfu” olarak coşkuyla bağrına basan muktedirler var mıdır yok mudur? Toplantılarda, “Efendim, cezaevlerindeki yoğunluk noktasında böylece kendiliğinden azalma olur orada…” filan diye konuşanlar var mıdır? Yoksa şöyle mi sormalıyım: “Yok mudur?”
Mevzuma döneyim. Bu insanlara, “altında kalırsınız”, “vebali büyük olur” gibi şeyler söyleniyor. Yahu biz kime ne diyoruz? Ahaliye yaklaşımı “tohumuna para mı verdik”le toparlanabilecek birilerine vebalden bahsediyoruz!.. Ne vebali? Vebal ne, takan kaldı mı bu ülkede?
ARKA KAPI, ÖBÜR ASANSÖR
Birkaç haftadır herhalde birbirinden en çok nefret edenler dahil pek çok insan, doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar konusunda birleşmiş halde.. Başımızdaki felaketi olabildiğince az can kaybıyla ve bir an önce aşabilmemiz için onların fedakârca çabalarından başka tutunacak dalımız olmadığını kavramayan herhalde yok. Ve sağlıkçılar, yalnız ön cephe savaşçıları değil, salgınla mücadelede en yakın risk altında olan kesim. Onlara alkışlı teşekkür ve destek eylemi, devletin minarelerden resmî dua yayını sabotajı, “içeriden” de, “iktidarın arkasına dizilme” diye muhteşem bir apolitik bozgunculukla kesilince, sağlıkçılara manevî desteğimizi de ancak sosyal medya mesajlarıyla belirtebiliyoruz. Hiç yeterli değil.
Böyleyken, sitedeki apartmanın girişine kağıt asmışlar; orada oturan sağlıkçıların arka kapıdan girip çıkmasını, herkesin kullandığı asansörü kullanmamasını istiyorlar! Bunu yazmışlar, yazıcıdan çıkış alıp asmışlar girişe! “Aklımız sizde, kolay gelsin, bir ihtiyacınız var mı” filan diyeceklerine, “arka kapıdan girip çıkın da bize virüs bulaştırmayın” diyorlar.
Kim diyor? Şu koşullarda internetten giysi, ayakkabı, elektronik eşya, makyaj malzemesi sipariş eden, rengini beğenmediği için değiştirmeye kalkışan birtakım insanlar olmalı bunlar. Kimler olacak, meşhur büyükşehir insanları. Toplumun kıçı rahat, ipi kuşağına denk, başkasını umursamaz, kendini mücevher sanan kesimi. İşçilerin yüzlerle, binlerle, toplu ulaşım araçlarıyla işe gitmesini, kalabalık yemekhanelerde dipdibe oturup yemek yemesini, her gün, ailelerine bizzat hastalık taşıyıp taşımadıklarına dair iç karartıcı şüpheyle evlerine dönmelerini gayet normal karşılayan, “ulan bu kurye ne yapıyor acaba?” diye bir soruyu kendine asla sormayacak olan, çünkü kendilerinden alttaki birilerinin varlık sebebinin onlara hizmet olduğunu bellemiş, insanlık durumuna dair temel bilgisi bundan ibaret olanlar. Hayat tecrübeleri, alttakiler itiraza kalkışırsa “ayaklar baş mı olsun!” diye üzerlerine sürecek birilerini hazır bulundurmayı öğütleyenler.
Suriyeliler konusunda toplumumuz nasıl bugüne kadar görülüp görülebilecek en muazzam birlik-beraberlik ruhuna erişti sanıyoruz?
Muhalif mahpuslara yaklaşımda sağlanacak birlik-beraberlik bu seviyelere varamasa da, işin içinde Kürt siyasetçiler ve gazeteciler, Fethullahçılıktan hapsedilmiş birçok insan ve Ahmet Altan bulunduğu için, apartmana “sağlıkçılar arka kapıdan girip çıksın” yazısı asanlar ile, 15-18 yaş arası çocuklarla cinsel ilişkiden hüküm giymişlerin cezasını azaltanlar bir defa daha millî birlik duygularını paylaşabileceklerdir.
Vebal mi? Bir taraf için bu kavram zaten yok. Öbürü için de, ahiret ve cehennem kavramlarıyla birlikte çoktan inşaat temel kazılarının dibini boyladı da üstüne gökdelenler dikildi.
Hak isteyelim, ne yaparsak düzgün, uygar insanlar oluruz, saygılı, demokratik toplum hayatımız olur, dile getirelim, talep edelim, eziyet çekene sahip çıkalım, haksızlığa, itiraz edelim, zulme engel olmaya, adaletsizlikten kurtulmaya çalışalım. Elbette. Ama vebal falan derken, günün muktedirlerine nasıl da sahip olmadıkları veya çoktan terk ettikleri değerler atfettiğimizi görelim allahaşkınıza.