Vedat Aydın, neden?

Vedat Aydın cinayetiyle ilgili davanın zaman aşımına uğraması sıradan değil, en az Vedat Aydın cinayeti kadar korkunç, dehşet verici, sembolik bir olay.

İrfan Aktan iaktan@gazeteduvar.com.tr

Devlet içi bir çete olarak görülen JİTEM’in “faili meçhul” cinayetlere hız vermesi tam 30 yıl önce bugün başladı.

Şimdilik son halkası Deniz Poyraz cinayetiyle bağlanan bu tür siyasi cinayetler zincirinin göstere göstere işlenmesi, hukuk ve siyaset zemininde sulandırılması, manipüle edilmesi ve nihayet faillerinin korunup fiilin “üstlenilmesi”, varlığını bir nevi Vedat Aydın cinayetiyle ilan eden JİTEM’den mirastır.

Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın 5 Temmuz 1991 tarihinde kendilerini “Siyasi Şube polisleri” olarak tanıtan bir JİTEM ekibi tarafından, “ifade vermek için emniyete götürülmek üzere” evinden kaçırıldı. 7 Temmuz 1991 tarihinde Ergani-Maden yolunda bulunan bir erkek bedeninin Maden Mezarlığı’na defnedildiği öğrenilince savcılığa başvuruldu, mezar açıldı ve ağır işkence izleri taşıyan bedenin Vedat Aydın’a ait olduğu anlaşıldı. Aydın’ın cenazesi 10 Temmuz 1991’de ailesine teslim edildi. O gün yapılan cenaze törenine on binlerce insan katıldı. Fakat polis kitlenin üzerine acımasızca ateş açtı. Aydın’ın cenazesinde sekiz kişi katledildi, yüzlerce kişi yaralandı ve o katliamın da failleri hiçbir zaman “bulunup” yargılanmadı. O meşhur “1990’lara” bu katliamla start verildi.

BİR ‘LEHENG’ OLARAK VEDAT AYDIN

1990’lar “konseptine” Vedat Aydın cinayetiyle başlanması tesadüf değildi.

28 Ekim 1990 tarihinde (yani katledilişinden yaklaşık 9 ay önce) Ankara’da gerçekleştirilen İnsan Hakları Derneği Genel Kurulu’nda söz alan mülayim görünümlü Vedat Aydın, Genel Kurul divanı dâhil dönemin pek çok İHD üyesinin tahammülsüzlüğüne rağmen, aşağılanmış, yok sayılmış, yok edilmek istenmiş olan anadilinde bir konuşma gerçekleştirdi. Aydın’ın Kürtçe yasağına dikkat çektiği bu konuşması, hem şahsı hem de Kürtler açısından bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Nitekim Kürtçe konuştuğu için yargılandığı mahkemede de savunmasını anadilinde yapmakta ısrar etmişti.

Çevresinde “leheng” (yigit-kahraman) olarak tanınan Aydın, 12 Eylül darbesinden sonra tutuklanarak Diyarbakır Cezaevi’ne konur. Darbeden birkaç gün sonra Bismil’de gözaltına alındığında, orada görevli polis Bülent Orakoğlu “Büyük bir tavşan yakaladık” der. Hazırcevaplığıyla bilinen Aydın’ın yanıtı: “senin gibi tazılar oldukça, büyük tavşanlar da olacak.”

Diyarbakır Cezaevi’ndeki her türlü vahşete rağmen neşesini yitirmeyen, işkencecisini çileden çıkaran “sinikliğini” elden bırakmayan Aydın’la ilgili hapishane arkadaşı Kudbettin Yıldız’ın anlattığı bir anekdot dikkat çekici. Aydın, mahkemeye götürülürken yaka düğmesi açık olduğu için gün boyunca izleri aylarca geçmeyecek bir işkence görür. Yıldız’ın anlattığına göre bu işkenceye rağmen Aydın geri adım atmaz ve koğuşa döndüğünde aynanın karşısına geçip kendi kendine hınzırca mırıldanır: “Ben onlara yaptım yapacağımı…” 

VEDAT AYDIN CİNAYETİYLE İLGİLİ YARGI SÜRECİ

Devlet, hayatı boyunca kendisine hiç boyun eğmemiş olan Vedat Aydın’ın HEP Diyarbakır İl Başkanlığı döneminde yarattığı etki kadar, ona yönelik sempatinin de farkındaydı. Dolayısıyla Aydın’ın katledilmesinin hem yeni bir dönemin ilanı hem de cenaze töreninde olduğu gibi yeni katliamların vesilesi olabileceği hesaplanmış görünüyor.

Öte yandan 7 Temmuz 1991 sonrasında Vedat Aydın cinayetiyle ilgili “yargı süreci” başladı ama başladığı yerde kaldı. “Herhangi bir delil veya fail ele geçirilmemiştir” denilerek belli aralıklarla tutanaklar tutuldu ve bu şekilde dosya uzun yıllar tozlu raflarda bırakıldı. Bu süreç, JİTEM içinde faili meçhul cinayetler işlemekle görevli PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan’ın Mart 2004 tarihinde, yerleştiği İsveç’ten Ülkede Özgür Gündem gazetesine itiraflarda bulunmasına kadar böyle devam etti

ABDULKADİR AYGAN VE CEM ERSEVER

Önce yeni kuşaklar için Aygan’ın kim olduğunu hatırlatalım.

1980’lerin başında PKK’ye katılıp 1985 yılında ayrılarak teslim olmuş, itirafçılığa başlamış ve Diyarbakır Cezaevi’nde itirafçılar koğuşunda kalmış olan Aygan, ceza indiriminden yararlanarak 1990’da tahliye edilmiş, oradan askere alınmıştı. O sırada da sonradan öldürülen JİTEM’in “fikir babalarından” yüzbaşı Cem Ersever tarafından devşirilerek JİTEM’in ilk çekirdek kadrosuna (iddiaya göre 7 kişilik bir ekip) alınmış olan ve artık Aziz Turan ismini alan Aygan, 2000 yılına kadar JİTEM’in pek çok faili meçhul cinayetine katılmış, tetikçilik yapmış ve “işi bittikten sonra” Burdur İl Jandarma Alay Komutanlığı’na memur olarak atanmıştı. Aygan daha sonra da İsveç’e gitmiş ve 2004 yılında işlediği suçları itiraf etmeye başlamıştı.

Aygan’ı JİTEM’e sokan, 1990’lar kirli savaş konseptinin en önemli aktörlerinden Cem Ersever’in akıbetini da yeni kuşaklar belki bilmez diye hatırlatalım.

İddialara göre Ersever, JİTEM’in faaliyetlerinden rahatsız olduğu söylenen Orgeneral Bahtiyar Aydın’ın 17 Şubat 1993 tarihinde kuşkulu biçimde öldürülmesinden hemen sonra ordudan istifa etti. Birkaç ay sonra, Mayıs 1993’te Milliyet Gazetesi’ne çektiği faksta “1984 yılından bugüne kadar yapılan yanlışlar, ihanetler ve uygulamalar konusunda Türk kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyor ve görüşmeler sonunda belirlenecek bir tarihte Türk basınıyla kamuoyu önünde Celal Talabani'nin ihanetleri, PKK ilişkileri, Güneydoğu'daki gerçek durum, köy korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları hakkında açıklamalarda bulunacağımı beyan ediyorum” ifadeleri kullandı. Fakat Ersever JİTEM’in kirli ilişkilerini, devletin suçlarını açık edeceğini ilan ettikten kısa süre sonra, 4 Kasım 1993’te elleri bağlı, başına iki el ateş açılarak öldürülmüş halde, Ankara-Elmadağ’da bulundu.  

TETİKÇİ AYGAN’IN VEDAT AYDIN İTİRAFI VE İSTİHBARATÇI OĞUZ’UN İFADESİ

Şimdi, Abdülkadir Aygan’ın Vedat Aydın cinayetiyle ilgili itirafına gelelim:

“Bu cinayetten önce, JİTEM Diyarbakır Grup Komutanı A. Cem Ersever ve Grup Komutan Yardımcısı (Celil) kod adlı Aytekin Özen, Ali Ozansoy, Selahattin Görgülü ve ben; JİTEM emrine verilmiş yeşil renkli steyşın Kartal marka arabayla Vedat Aydın'ın evinin bulunduğu İstasyon caddesine gittik. Cem Ersever, Ali Ozansoy ve Selahattin Görgülü keşif yaparak evin bulunduğu apartman katını ve numarasını öğrendi. Aradan birkaç gün geçmişti, 7 Temmuz 1991 günü evimden JİTEM'e gittim. Görevli iki üç askerden başkaca hiç kimse ayakta değildi. Cem Ersever'in postası olan asker, ‘abi yavaş konuş, komutan ve diğer arkadaşlar uyuyor. Gece göreve gitmişlerdi, geç saatlerde döndüler’ dedi. Ve öğlene doğru uyanan Cem Ersever bana ‘niçin erken geldin ortalık karışık, Vedat Aydın'ın cesedi bulunmuş’ dedi. Durumu anladım. Vedat Aydın'ın eşi Şükran Aydın tarafından yapılan eşkâl tarifine göre çizilen robot resimdekilerden birisi tıpa tıp Aytekin Özen’dir.” 

Özen’in ismi Vedat Aydın’dan bir yıl sonra, aralarında yine Abdülkadir Aygan’ın da olduğu JİTEM ekibi tarafından 20 Eylül 1992 tarihinde öldürülen Musa Anter cinayetinde de geçiyor.

Bu ekibin faaliyetleriyle ilgili malumatı olan dönemin istihbarat astsubayı Hüseyin Oğuz’un Musa Anter ve JİTEM Ana Davası’nın Ankara 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde Mart 2019’da görülen 9. duruşmasında verdiği ifade bu açıdan en az Aygan’ın itirafları kadar çarpıcı. Ayrıca Oğuz’un anlatımına göre Vedat Aydın cinayetinin faillerinden biri de bizzat Aygan’dı.

MUSA ANTER’İN VEDAT AYDIN CİNAYETİYLE İLGİLİ AÇIKLAMASI

Bu arada bir yıl sonra aynı ekip tarafından katledileceğinden habersiz olan Musa Anter, Vedat Aydın’ın ölümü üzerine şu temennide bulunmuştu: “Wedat Aydin! Xwîna te ya pîroz şerefa çiyayên Kurdistanê bilindtir kir. Xwedê vê şerefê bike para min jî. Bextewarî ji te û miletê te re!” (Vedat Aydın! Kutsal kanın Kürdistan dağlarının şerefini daha da yüceltti. Tanrı o şerefi bana da nasip etsin. Milletinle birlikte bahtiyar ol!”

Neticede Musa Anter cinayetinde olduğu gibi Vedat Aydın cinayetinin failleri de hiçbir zaman etraflıca soruşturulup deliller elde edilmedi.

Normal koşullarda 5 Temmuz 2011 tarihinde Vedat Aydın cinayeti davasının 20 yıllık zamanaşımı süresi doluyordu. Fakat o tarihten önce Aygan’ın itirafları, Vedat Aydın’ın aile avukatı Mehmet Arif Altunkalem tarafından savcılığa iletildi. Savcı da hayatta olmayan Cem Ersever haricinde, Aygan’ın itiraflarında yer alan isimlerin ifadelerinin alınması için kolluk güçlerine yazı yazdı. Böylece 20 yıllık zamanaşımı süresi, yasa gereği yarı oranında uzatılarak 30 yıla çıkarıldı.

Altunkalem’in aktardığına göre Aygan’ın itiraflarında anılan bazı isimlerin ifadesi alındı ve tabii ki atılı suçu inkâr edip evlerine döndüler. Soruşturma ise elbette derinleştirilmedi ve nihayet bugün (5 Temmuz 2021) itibariyle de 30 yıllık süre bitiyor. Eğer bugün savcılık Vedat Aydın cinayetini “insanlığa karşı suç” kapsamına almazsa, devletin, yargının otuz yıldır içini boş tuttuğu defter tamamen dürülüp tarihin karanlık dehlizine fırlatılacak.

VEDAT AYDIN YAPTI YAPACAĞINI, PEKİ YA BİZ?

Avukat Altunkalem’e göre başından beri dava dosyasında bir yaprağın bile kımıldamamasının temel nedeni, fail olarak gösterilenler içinde kamu görevlilerinin olması ve faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması konusunda siyasi bir iradenin hiçbir zaman ortaya konmaması.

Peki siyasi iradenin ortaya konması için, kendi dönemi boyunca 1990’lardaki tüm suçların, faili meçhul davaların cezasız kalmasını sağlayan AKP’nin “insafa” gelmesi mi gerekiyor? Böyle bir “insaf” söz konusu değil zaten. Geriye kamuoyu baskısı kalıyor. Bu olmadan mevcut siyasi iktidar bu suçlarla ilgili davaların hükümsüz kalması için her türlü gayreti sarf eder. Zira 1990’lardaki suçların aktörlerinin önemli bir kısmı artık AKP’nin koruma kalkanı içinde.

Sonuçta devlet de, yargı da yapacağını yaptı, yapıyor.

Vedat Aydın cinayetiyle ilgili davanın zaman aşımına uğraması sıradan değil, en az Vedat Aydın cinayeti kadar korkunç, dehşet verici, sembolik bir olay. Bu, otuz yıl boyunca binlerce insanın hayatına mal olmuş cinayet şebekelerinin suçlarının paranteze alınıp “tarih dışı” kılınmasıyla eş anlamlı.

Bu davanın üstünün kapatılmasının otuz yıllık devasa bir enkazın etrafının dikenli tellerle çevrilmesinden ve mağdurların, yakınlarının o enkazın altında tutulmasından farkı yok.

Vedat Aydın davasının zaman aşımına uğraması, insanların ölü veya diri atıldığı asit kuyularının üstünün bir kez daha kapatılması demektir.

Vedat Aydın davasının zaman aşımına uğraması, Beyaz Toros’ların camlarına yeni bir siyah filmin çekilmesi, kaçıranın korunması, kaçırılanın unutturulması demek.

Vedat Aydın davasının zaman aşımına uğraması demek, Türkiye’de bir felaket döneminin perdesini kapatıp şimdilik sembolik anlamda da olsa yeni bir felaket döneminin perdesinin açılması demek.

Vedat Aydın işkencecilerini kastederek “ben onlara yaptım yapacağımı” demişti. 30 yıldır siyasi etkisini devam ettirerek bunu kanıtladı da. Peki ya biz? Vedat Aydın için, bu davanın zamanaşımına uğramaması için yaptık mı yapacağımızı?

Tüm yazılarını göster