Eğitimci ve tarihçi Vedat Kara ile Alevilerin sorunları, tarihsel olarak Aleviliğin süreklilik ve kopuşlarını, Alevi inanç ve ritüellerini, pirlerin ve dedelerin konumunu, modern dönemdeki sorunlarını, tanınma ve kimlik taleplerini konuştuk.
Devlet yetkilileri hep yaptıkları Alevi çalıştaylarında
Alevilerin kendi aralarında bir fikir birliği içerisinde
olmadıklarını, bu bölünme nedeniyle Aleviliğe ilişkin devletin
fazla bir şey yapmasının mümkün olmadığını söylüyorlardı. Ancak
Alevi temsilcilerle görüştüğünüzde meselenin hiç de öyle devletin
ortaya koyduğu gibi olmadığını görüyorsunuz. Alevilerin de içsel
bazı ayrımlara rağmen müşterek birtakım noktaları var ve Aleviler,
modern dönemde kimliklerinin tanınmasını ve kendilerinin ne
istediğine kulak kabartılmasını istiyorlar. Eğitimci ve
tarihçi Vedat Kara Aleviliği anlatıyor...
Aleviler tam olarak ne istiyor? Talepler noktasında
herkesin ortaklaştığı bir zemin var mı?
Var tabii.. Bugün Alevi meselesiyle ilgili genelde Alevilerin
sorunlarının çözümüne kayıtsız kalanlar ya devlet erkleri ya
toplumsal bir öğretiyle beslenenler “Siz homojen değilsiniz, ortak
talepleriniz yok” diye bir argüman getiriyorlar. Bu da aslında
Alevi sorunun çözümünü engelleyen ayrıştırıcı bir dil. Bütün
inançlarda o inançların farklı yolları ve sürekleri vardır.
Alevilik bunu kendi içinde koymuş ve yol bir sürek bin bir demiş
zaten. Aleviliğin süreklerinin yüzlerce farklı şekilde
olabileceğini kendisi koymuş.
ALEVİLERİN BİR BÖLÜMÜ KENDİNİ İSLAM İÇİNDE BİR BÖLÜMÜ DE
DIŞINDA TARİF EDİYOR
Peki ortak taleplere gelirsek…
Taleplerden öte Aleviliğin kendisine bakışı şu: Benim ibadetim
cem. İbadethanem cemevi. Benim ibadetlerim belli, bunun ritüelleri
var, bu ritüelleri farklı yürütenler var ama ana ritüellerin neler
olduğu Aleviler tarafından biliniyor. Tarihsel arka planı, dini
arka planı farklı olabilen yaklaşımlar mümkündür; bu Aleviliği
ayrıştırmaz. Bütün dünyada aslında üç büyük dinin, semavi
kitapların diğer inançlarla birlikte yaşadığı bu coğrafyada
hegemonik bir etkisi vardır. Bu tarihsel süreç içerisinde
Alevilerin bir bölümü, kendisini İslam’ın içinde tarif edebilir,
bir bölümü de İslam’ın dışında tarif edebilir.
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu benim için çok zor bir soru. Tek bir yanıtı olan bir soru
değil. Benim için bir yanıtı olabilir ama toplum basite indirgenmiş
yanıtlar üzerinden Aleviliği olması gereken kompleksliğiyle
anlamıyor, basit anlıyor. Oysa Alevilik şöyle bir şey: Çocuklukta
giriyorsunuz, otuz-kırk yıl o Alevilik içinde pişiyorsunuz. Uzun
bir süreçte anlamlandırıp kavrıyorsunuz. Dolayısıyla bir cümleyle
tarif edebileceğim bir şey yok. Ama özünü kaçınmadan tarif
edebilirim.
Aleviliğin kendine has ibadethanesi, kendine has inancı,
ritüelleri var. Bu şeyler onu bağımsız bir alana şeklen çekiyor.
Ama bu, onun diğer dinlerle ilişkisi yoktur ve bu dinlerin
karşıtıdır gibi bir yerden olaya yaklaşamayız. Onlarla olan
birlikteliği şuradan kurmuş: “Benim Kâbe’m insandır” demiş. İnsanı,
doğayı, çevreyi merkezine alan, insanlık ve barış dili kullanılan
bir etkiyi de, bütün inançlarla da etkileşim içerisinde olduğunu da
kabul etmiş. Peygamberleri nebi olarak kabul etmiş. Onları
kutsamış, indirilen kitaplara olumsuz bakan bir yönü yok.
ALEVİLERİN İLK ÖĞRENDİĞİ ŞEY KIRKLAR
MECLİSİ’DİR
.
Alevilikte nebi ile peygamber arasında bir fark
gözetiliyor anladığım kadarıyla, öyle mi?
Burada da birtakım tartışmalar yapılıyor ama bana göre böyle bir
farklılık var. İnsanın çocukluğundan yani Alevilik içerisinde
yoğurulmaya başladığı andan itibaren öğrendiği ilk şeylerden biri,
Kırklar Meclisi’dir. Hz. Muhammed, bu meclise peygamber sıfatıyla
giremez, nebi sıfatıyla girer. Nebilik önemli bir şeydir,
Alevilik’te dört kapı meselesi var: Şeriat, tarikat, marifet ve
hakikat. Şeriat, içinde yaşanılan toplumsal kurallara ayrıştırmadan
ve saygı duyarak uyma. Tarikata gelince Alevilik’te ikrar vermek
vardır. Çağdaş anlamda, Alevi anne babadan doğan herkes, Alevidir.
Bu modern bir kimliktir çünkü karşıdaki sizi öyle etiketliyor.
Alevilik diyor ki ikrar vermen, yani bir mürşide bel bağlaman
lazım.
Meclis meselesine geri dönersek bu meclisin başında kim
var?
Bu meclisin başında Hz. Ali var. Ancak bu meclisin öyle
hiyerarşik bir yapısı yok. Bunun da ötesinde Alevilik inancında
varlığın birliği, yani vahdet-i vücut var.
VARLIĞIN BİRLİĞİ, ALEVİLİKTE MERKEZİ BİR ÖNEME
SAHİP
Bu, Sünnilerin bir kısmının da kabul ettiği İbni
Arabi’nin öğretisiyle bütünüyle örtüşen bir şey
galiba.
Ben de tam onu söyleyecektim. İbni Arabi’nin anlattıklarını tam
da bir Alevi olarak Alevi sufiliğini çözümlemeye kalksam, Alevilik
tam da budur derim. Sünni İslam içerisinde nasıl açıklanabildiğini
sorgularım ama bizim için Alevilik öğretisiyle birebir örtüşen bir
inanç biçimi. Yaratıcılık meselesi diğer semavi dinlerle aynı
olmasa da bir yaradan var, ama o yarattıklarından ayrı bir yerde
olamaz. Bizim Erenler Sünnilerle aynı toplumda yaşarken bazı
nükteler serdeder. Örneğin Bektaşi fıkralarında bu vardır. Vaiz
Allah’ı tanımlarken Allah yerde değil gökte değil, onun mekânı
yoktur, der. Bektaşi de kalkıp “Hocam, Allah yoktur diyeceksin de
dilin varmıyor” der. Alevilikte ise cemalindedir, der. Allah
varlığın kendisidir. Ali’yi saymasının nedeni de odur aslında.
Varlığın bütünüdür, aslında karşımdadır.
Tarihsel olarak Alevilik açısından Hz. Ali’nin konumu
nedir? Aleviliğin inandığı Ali, tarihsel Ali’midir?
Bireysel fikrimi söyleyebilirim, burada da birkaç nüans var.
Bazıları, Alevilikte iki üç ana tema var, der, Ali’den başlatır ve
günümüze kadar getirirler. Bazıları ise hayır yol böyle tarif
etmiyor, der kadim dönemlerden başlatır. “Ali namaz kılıyordu,
savaşıyordu, Alevi dervişleri ise savaşamaz dolayısıyla böyle bir
Ali tasvirinin Alevilikle alakası yoktur” derler.
ALEVİ ÖNDERLERİ SAVAŞLARA KATILAMAZLAR
.
Alevilik’te pirler, dedeler, savaşa katılamaz
mı?
Hayır savaşamazlar. Direnebilir, bir mazlumla birlikte bir
mücadelenin içine katılabilir. Nefsi müdafaa yapabilir. Zaten bizde
de Ali’nin zülfikarı, demir değil tahtadır. Ben olaya teolojik ve
tarihsel bakıyorum.
Aslında zaten Hz. Ali’nin yaptığı bütün savaşlar savunma
savaşı diyenler var. Bazı Sünniler ve Caferi Müslümanlar da böyle
düşünüyor.
Ben de sizin gibi düşünüyorum. Bugün Anadolu’da Aleviler,
İran’da Yaresanlar (Ehli Hak’lar), Balkanlar’daki Bektaşiler,
Anadolu’daki Bektaşi ve Kızılbaş ocakları, bunların temeline
baktığımızda hepsinde Ali ile ilişkilendirme meselesi var. Hepsinde
aslında bu yol, varlığın birliğini özetleyen İslamiyetten önce de
var olan bir yoldu. Burada Kalenderi dervişlerinin sürekli dile
getirdiği hiçlik mertebesi önem kazanıyor. Onlar, dünyevi olan her
şeyin bir kenara bırakılmasını savunuyorlardı ve kendilerini bir
“hiç” olarak tarif ederlerdi.
BİRLİKTELİĞİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK TAHRİBATI EMEVİLER
YARATTI
Bu arada İslam’ın da kendisini Hz. Muhammed’le değil,
Hz. Adem’le başlattığını da hatırlatmakta fayda var.
Doğru haklısınız, teolojik olarak burada bir çelişki yok, ben
kendi düşüncemi anlatmaya çalışıyorum. Evet, mesela burada bir
birleşme var. Sünnilikle Aleviliğin bazı birleşme noktaları var.
Ama Emevilerin tahribatını ben bireysel olarak da sürekli dile
getiriyorum. Ancak Alevi önderler, Emevilerin yarattığı tahribatı
çok daha tavizsiz ve katı bir şekilde dile getirirler. Öncesi
süreçte sahip çıktıkları yerler de vardır. Kerbela’dan başlayarak
devam eden bir süreç.
Aslında birleşime en büyük zarar verenlerin Emeviler olduğu
gerçeği vardır. Emevilerle birlikte başlayan tarihsel kırılma anı,
Sünni İslam’ın Alevilerin de kabul edebileceği o insani özden çok
ciddi bir uzaklaşmaya yol açtığını söylüyor, benim de yaklaşımım bu
minvalde. Şuradan da bakıyorum, tarihçiyim sonuçta: Aleviler
içerisindeki üçüncü yoldaki arkadaşlar, ilk İmam Ali dahil olmak
üzere on iki imamdan on birinin cem yaptığını söylüyorlar. Erkan
olarak yapmamış olabilirler, ama hepsi Alevilerle ilişkileri
nedeniyle öldürülmüşlerdir. Çünkü Aleviler on iki imamı, hem siyasi
hem de inançsal liderleri olarak kabul etmişlerdir. Belki Balıkesir
ya da Bulgaristan’da yaşayanlar o kadar etkilenmemiş olabilir ama
özellikle Anadolu’nun güney ve doğusunda yer alan Alevi ocaklarının
bütünü, bir şekilde Mezopotamya’da tarihsel olarak yaşamış imamları
da kendilerine pir ve mürşit kabul etmişler, dedeler kendilerini
oraya çıkarmışlardır. Dolayısıyla tarihsel olarak da böyle bir
etkileşim var.
CEMEVLERİ YÜZYILLARIN GELENEĞİ, ANCAK YAYGINLAŞMASI
MODERN DÖNEMDE OLDU
Peki modern döneme geçelim istersiniz. Cemevleri hangi
sosyolojik ihtiyaca binaen ortaya çıktı? Tarihsel olarak ortaya
çıkış sürecini ve bugün Aleviler için bir ibadethane olması
noktasına gelişini anlamlandırmak için bize bu süreçten anekdotlar
aktarabilir misiniz?
Modern dönemi ayrı değerlendirelim ama bir taraftan da meseleyi
tarihsel bütünlüğü içerisinde kendi iç bütünlüğünden koparmadan ele
almak gerekir. Aksi takdirde yaşanan değişim dönüşümü de
anlayamayabiliriz. Geçmişte Alevi tekkelerinin tamamı bir dergah
gibi çalışıyor, dedeler, pirler talibini örgütleyen kişi ve onların
sorunlarıyla ilgileniyor. Onların sorunlarını çözüyor, mahkeme
kuruyor. Her türlü sorunlarını çözüyor. Restorasyonların ne kadar
aslına uygun yapıldığı tartışılır ama birkaç meydanda hâlâ o
cemevleri var. Malatya Onarlı köyünde de beş yüzyıllık bir cemevi
olduğu biliniyor. Aleviler Bektaşiler gibi şehirde yaşamadıkları
için bu sorunları çözmüşler. Alevilere göre ibadetler “lamekân”dır.
Bu yüzden de yeryüzünün bütününü bir mescit olarak kabul ediyor.
Alevilik bütün varlığı kutsal kabul ettiği için özellikle mekâna
ilişkin bir anlam yüklemesi gerekmiyor. Dolayısıyla cemevleri
tarihsel olarak da var yeni çıkmış bir şey değil. Yavuz döneminde
yaşanan kırılmaların ayrıntılarına girmeyeceğim ama özellikle II.
Mahmut döneminde Bektaşi Dergâhlarının kapatılmasıyla birlikte
yaşanan kırılma, onun mezarlıklar hariç Bektaşilere ait her şeyi
yıktırmasının tarihi olan 1830’dan 1970’lere hatta 80’lere kadar
belgelerin yok edildiğini düşünüyorum. Tabii burada bir boşluk var
ve el yordamıyla bu puzzle'daki boşlukları doldurmaya çalışıyoruz.
1830 öncesinde bu mekânlar vardı.
İMAMLAR CENAZE NAMAZLARINI KILMAYINCA ALEVİLER BAZI
ŞEYLERİ FARK ETTİ
Özetle, Aleviler tarihsel olarak yaşanan bu kırılma
nedeniyle modern dönemde kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere
birtakım adımlar attılar.
Evet, yaklaşık iki üç yıl önce, burada önemli bir cemevinde
benim de moderatör olduğum bir panelde bir arkadaş bana itiraz
etti, Alibeyköyü’ndeki bu cemevi benim çık sık gelip gittiğim bir
yer. Sonrasında muhabbet ediyoruz beni de sever, fikirlerimizin bir
kısmına katılır bir kısmını da katılmaz ama sever, ben ona sordum,
sen ne zaman geldin buraya diye. 1956’da gelmiş. Onun İstanbul’a
gelmeden önce ceme katılıp katılmadığını sordum, hayır dedi. Peki
burada yaptınız mı, dedim. Hayır yapamadık, dedi. 90’a kadar biz
bir araya gelemiyorduk. Peki dede, Mahsuniler, Davut Sulari bir
araya gelip İstanbul’da cemler yaparlarmış. Hiç bunlara denk geldin
mi, hayır gelmedim. Arada elli altmış yıllık kopuş var, şu yok
diyor. Ama sen bunun olup olmadığını hiç görmemişsin ki.
Dolayısıyla yoktur diye bir yargıda bulunman mümkün değil.
Tarihçilerin büyük bir bölümü de bu tarihsel boşluklar nedeniyle
belirli süreçleri görmezden gelip şu yok bu yok diyorlar.
Varsayalım ki geçmişte buna ihtiyaç yoktu ve cemevleri yoktu. Gizli
de olsa bir mekâna bağlı olmadan Aleviler olarak cem yaptık.
1940’ların cem baskınlarını dünkü belge gibi okuyor herkes. Bugün
Alevi toplumunun büyük bölümü kentlere taşındı. Kentlerde çok bariz
ortaya çıkan durumlar oldu. Cemin yapılması yine asıl sorun
değildi, bir şekilde yapılabilirdi. Fakat Alevilerin esas sorunu,
kendi cenazelerini camilerden kaldırmayan imamlarla birlikte
başladı. Aslında Alevilikte kişi, son yolculuğuna kendi evinden
uğurlanır. Ama bunları artık kentlerde yapmak mümkün değil. Ne
yapacak Alevi, cenazesini en yakın camiye götürecek. Aleviler buna
razıydılar. İmamlar cenaze namazını kıldırmam diye tutturmaya
başlayınca Aleviler belirli şeyleri fark ettiler aslında.
KIRILMA NOKTASI, SİVAS KATLİAMI’DIR
O zamana kadar Aleviler kendilerini ayrı görmüyorlardı
diyorsunuz.
Hayır ayrı görüyorlardı ama sorun görmüyorlardı. Alevilerde
tenin yerde kalması, hem teolojik olarak hem insani olarak en temel
ihlallerden birisidir. Biz Alevilerde cenaze çok fazla bekletilmez.
Belki cemevlerinde cenazeler belirli vakitlerle ilişkilendirilerek
kaldırılıyor ama normalde çok fazla bekletilmemesi gerekir. Yer,
mekân meselesine bakmadan bu adetleri sürdürüyorlardı. Ama başka
bir şey daha oldu, Alevilerin en büyük travması 2 Temmuz 1993
Madımak Katliamı’dır. Buraya kadar Aleviler kendilerini sır etmeyi,
başarabildiler, çok da önemsemiyorlardı. Bir Alevi’ye gittiğinizde
şunu yapıyor musun diye sorduğunda evet yapıyorum der, seninle
tartışmak istemez, çok da fazla kendini faş etmek istemez.
Şiirde de ifade edildiği gibi, “Bek sakla sırrını kimseye deme,
cemiyet kurulup söylenmeyince.” Aleviler bu sırrı
sürdürebiliyorlardı, ancak onlar şunu fark ettiler: Ne kadar
toplumla uyumlu hale gelirsen gel, ne yaparsan yap yine yok
sayılıyorsun, yine öldürülüyorsun, yine güvenlikte değilsin. O
zaman sırrın faş olması gerekiyor. Yani o kimlik modern çağın
meselesi ve bir hak arama meselesi. Senin artık modern çağa uyman
gerekiyor. Bu görüldüğünde de, önce dernekler ortaya çıktı. Mesela
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, çok hızlı oluşumla Alevilerin hak
mücadelesinde ortaya çıktı. Cemevi yoktu. Sonra bu derneklere
birkaç cemevi bağlandı.
Sonra 12 Eylül darbesinden sonra Aleviler, darbe yönetiminin
cemevine ve ona bağlı derneklerin mallarına el koyacağından
korktuğu için Hacı Bektaş Vakfı’nı kurdular. Cemevleri buralara
bağlandı. Bu siyasal eksenden koptular. Aleviler bu süreçte
siyasetle inancın aslında birbirinden çok kopuk olmadığını
gördüler. Ama bunu da kendi içinde bir yola koyarak, birbirine
karıştırmayarak da sürdürmeleri gerektiğini anladılar.
Devlet Aleviliği gibi Aleviler içindeki tartışmalar son
dönemde yine gündeme geldi. Buna ilişkin neler
söylersiniz?
Aleviler olarak biz, devletle aramıza mesafe koyarak kendi
sorunlarımızı kendimiz çözmüşüz. Ancak yakın zamanda fark edildi ki
mesafe koyarak bu işler olmuyor ve sorunları da kendi içimizde bir
yere kadar çözebiliyoruz. Biz bir toplumda eşitlik talep ediyorsak
bu eşitliğe de hizmet etmemiz gerekiyor. Başkalarının hakkı için
mücadele ederken kendi hakkımızı da bunun yanına koymamız
gerekiyor. Peki bu nasıl formüle edilecek? Esas sorun budur, bugün
bu tartışılıyor. Cemevinde kazan kaynar, az getireni de çok
getireni de kimse bilmez. Pir, dede kimseden para almaz, ferman
almaz. Dedenin özgürlüğü kaybolursa Aleviliğin özgürlüğü de
kaybolur. Bu yüzden Aleviler içindeki bu tartışma son derece önemli
bir tartışmadır ve bu tartışmayı sürdürmek gerekir.
Bazıları “Cemevlerinin ibadethane olması meselesini gündeme
getirmenin zamanı mıydı” diyor. Ben bu kimselerin itirazının çok
yanlış olduğunu düşünüyorum. “Biz eskiden Alevi-Sünni ayrımı
bilmezdik” diyorlar. Sen sormamışsın ki acaba Alevi ne hissediyor,
hakarete mi uğramış, yok mu sayılmış. Ben Aleviyim dediğimde beni
ayrımcı gibi görüyorsun ama ben senin inancına karışmıyorum.
İbadethane meselesine yaklaşım da böyle bir şey, devletin görevi mi
cemevi inşa etmek ya da Alevilerin derneklerine vakıflarına katkı
sağlamak diyorlar. Evet bence görevi. Aleviler içinde de bu
tartışılıyor, sen şeriat olarak kuralını koyamıyorsan zaten
tarikata, hakikate, marifete ulaşamazsın. Diyanet meselesine
gelince bunu ben bir yurttaş olarak tartışabilirim ama bunu daha
çok Sünni kesimin tartışması gerekir. Tabii ben Alevilerin
haklarını tartışırken karşı taraf da bu hakların özüne, var olup
olmayacağına ilişkin değil ama, sınırlarına ilişkin bir şeyler
söyleyebilir, itiraz edebilir, buna hakkı vardır. Ama ibadethaneler
meselesine gelince herkes kendi ibadethanesini belirler.
Cemevlerini Aleviler, camileri ise Sünniler belirler. Az önce de
söylediğim gibi ortada kalan benim cenazem, seninki değil. Herkesin
gönül razılığıyla öte dünyaya gitmesi gerekir, ama cenazemizi
uğurlarken bile gönül razılığımızı oluşturamıyoruz.
Vedat Kara kimdir?
Vedat Kara, 1968, Amasya, Gümüşhacıköy doğumlu. Anadolu
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunu. Gazetecilik
ve Eğitimcilik çalışma alanlarında bulundu. Alevi yayın
organlarında yönetici ve programcı olarak çalıştı. Alevi örgütleri
ile birlikte çeşitli projelerde yer aldı. Ayrımcılık, siyasal
talepler, Erkanlar ve Alevilik Eğitimi konusunda çalışmalar
yaptı.