Venedik’te yarışan Hilal Baydarov: Ruhum Doğu'da

Bu yıl 77. Venedik Film Festivali’nde ana yarışmada ilk defa bir Azerbaycan filmi olan "In Between Dying" yer aldı. Filmin yönetmeni Hilal Baydarov'la filmlerini ve Azerbaycan sinemasını konuştuk.

Rıza Oylum r_oylum@hotmail.com

2-12 Eylül tarihleri arasında yapılan 77. Venedik Film Festivali’nde bu yıl ilk defa bir Azerbaycan filmi olan "In Between Dying"- Sepelenmiş Ölümler Arasında filmi de ana yarışmada yer almıştı. Filmin yönetmeni Hilal Baydarov’la festival dönüşü İstanbul’da görüşme imkânımız oldu. Baydarov’la son dönemde festivallerde sıkça kendine yer bulan filmlerini, Azerbaycan sinemasını ve sanata bakış açısını konuştuk.

Türkiye’ye hoş geldiniz. Daha önce bulunmuş muydunuz burada?

Hoş bulduk. Evet ODTÜ’de Mühendislik okumuştum. Türkiye’de uzun süre kaldım.

Son filminiz "In Between Dying"in hikayesini sormak istiyorum. Nasıl ortaya çıktı?

Uzun zaman önce Buda’nın hikayesini okumuştum. Onun sarayda hiç yoksul ve yaşlı görmeden geçen ömrünün bir anda sarayın dışındaki hayatı görmesiyle değişmesi ve yolculuğa çıkmaya başlaması hikayesinden ilham aldım. Bu arada Türkçe konuşuyor olmamız çok iyi. Sürekli İngilizce konuşmam gerekti festivalde, kendi dilimde filmin hikayesini anlatıyor olmaktan çok memnun oldum. Benim hikayemde de Davud kendini yollara vuruyor. Farklı yerlerde bir arayışa çıkıyor. Buda hikayesinde malum geri dönüp Buda’ya dönüşür genç ama bizim hikayemiz orada farklılaşıyor. Filmde bir günün hikayesini anlatmaya çalıştım. Bir günün yaşamımızın özeti olduğunu düşünüyorum. Acı, keder, umut ne varsa bir günde bunların özetini yaşıyoruz. Ben de filmde bir gün üstünden yaşamın dönüşümünü göstermeye çalıştım.

Kaç günde çekildi film? Set ne kadar sürdü?

Çekimi az sürdü, Azerbaycan’ın farklı yerlerinde iki hafta kadar çekim yaptık. Ama kurgusu çok çok uzun sürdü, iki yıla yakın.

Ekonomik sebeplerden mi uzadı kurgu süreci, yoksa başka bir şey mi girdi araya?

Evet daha çok ekonomik sebeplerden. Farklı şehirlerde çekimler yapmıştık. Teknolojik ve lojistik masrafları kurgu sürecinin masrafları için pek bir şey bırakmadı. Çekmeyi düşündüğüm birçok sahneyi de çekemedim bu sebepten. Sonra iyi ki çekmemişim dedim. Bu kadarını bile kurgulamak oldukça zor oldu.

Akira Kurosawa, "Çekmekle değil atmakla yönetmen olunur" diyordu kitabında. Çekim süreci ve kurgu hakkında ne söylemek istersiniz?

Ben de büyük üstadlara tamamen biat ediyorum. Çünkü ben de sinemanın kurguda başladığına inanıyorum. Kurgudan önce her şey sadece bir materyal. Kurosawa’ya katılıyorum, çektiklerinle değil attıklarınla yönetmen olunuyor.

'YAZDIĞIM ŞİİRLERİ FİLMDE KULLANDIM'

Yazdığınız senaryo çekim aşamasında farklılaştı mı?

Aslında hiçbir zaman senaryo yazmadım. Sadece bir sayfalık bir şey, filmin konusu vs., arkadaşlara dağıtmak için. Filmde bir sürü şiir var, o şiirlerin hepsini çekimden 3-5 dakika önce yazdım. Duman gördüm, çok beğendim, aldım kalemi bir şey yazdım, oyuncuya verdim. Ezberledi. Genellikle böyle ilerledik.

Bu filminizle Azerbaycan sineması ilk defa bu denli büyük bir festivale seçildi. Neler hissettiniz, Festival’de neler yaşadınız?

Haber açıklandığında sabahın 03.30'u falandı. Tabii ki çok sevindim. Ama sonra düşündüm; biz 122 senedir sinema yapıyoruz, 122 senedir ilk defa Venedik'e geliyoruz, bu sevinç olmamalı. Benden önce çok defa gitmiş olmalıydık. Ben arada kaybolup gitmeliydim. Keşke ismim hiç anılmasaydı. Yani ilk olmak bir sevinç değil, hakikaten sevinç değil. Yani böyle ülke var, medeniyeti var ve büyük medeniyeti var, neden sineması yoktur? Bu yüzden beni acıtıyor bu durum. Keşke Cannes'a, öteki büyük festivallere 1950’lerde 60’larda gidebilmiş olsaydık.

Daha önce birçok festivale katılmıştım ama Venedik daha büyük bir organizasyonmuş. Oldukça yoğun bir ortam. Çok sayıda söyleşi yaptım. Bütün gün söyleşi yaptığım oldu. Farklı ülkelerden oldukça önemli sinemacılarla buluşma imkânım oldu. Daha önce İtalya’yı görmüştüm. Bu kez biraz daha ayrıntılı görme imkânım oldu. Mimarisini de çok beğendiğim bir kent Venedik.

Sinema eğitimi aldınız mı?

ODTÜ’de Mühendislik okuduktan sonra bir süre Türkiye’de ve Azerbaycan’da çalıştım ama mühendislik yapamayacağımı anladım. Daha sonra Bela Tarr’ın Saraybosna'daki 'Film Factory' eğitimine başvuru yaptım. Kendi kendime mühendislik okurken çektiğim bir belgesel vardı. Onunla başvurdum, kabul ettiler. Yaklaşık 7 ay orada eğitim aldım. Sonra Azerbaycan’a, köyüme döndüm. Ailemle çekimler yaparak çalışmalarımı çektim.

'ALEVİ KÜLTÜRÜNÜ ÇOK SEVİYORUM'

Kendinizi nereye ait hissediyorsunuz? Sinema dilinizi oluştururken beslenme kaynaklarınız neler oldu?

Uzun süre Batı müziği ve piyano eğitimi aldım. Çok opera dinledim. Klasik eserlerin hemen hepsini çalıyorum. Batı kültürünün tabi ki derin bir geçmişi var. Roma İmparatorluğu, Rönesans, şehirler vs. Ama aslında daha çok Doğu kültürüne yakın bir insanım, yani benim ruhum Doğu'da, Batı kültüründen beslendiğimi söylemek zor. İran, Anadolu, Azerbaycan, Rusya eksenli bir kültürden beslendim. Türk, İran ve Rusya, bu üçgen içinde bir insanım. Babamdan dinlediğim halk müziği klasikleri beni daha çok etkiliyor. Türkiye’den Arif Sağ ve Erdal Erzincan’ı çok dinledim. Alevi müziği ve kültürünü çok severim. Sanırım sinemadan daha çok şiirle ilgiliyim. Edebiyat, hayatımda daha büyük bir yer kaplıyor. Rus klasikleri bizim aruzla yazılan şiirlerimiz…

Sinemaya ilgi duymaya nasıl başladınız? İlk keşfettiğiniz yönetmenler kimlerdi?

Sinema, hayatıma çok geç girdi. Kieślowski’nin "Véronique'in İkili Yaşamı"nı izledim. Çok beğenmiştim. Oradan hareketle Bergman’ı keşfettim. "Yedinci Mühür"den çok etkilenmiştim. Tarkovski de kuşkusuz öyle oldu. Sinemanın tanrısı bana göre. Sokurov’u da çok seviyorum Belki yaşayan en önemli iki üç yönetmenden birisi. Bir de klasik Japon yönetmenleri seviyorum. Türkiye’den Reha Erdem’i çok seviyorum, "Kozmos" filmi şahane. Nuri Bilge Ceylan da tabii ki takip ettiğim bir isim.

Sizce karakteristik özelliği olan bir Azerbaycan sineması oluşabilir mi? 

Bence zamana ihtiyacımız var. Çok başarılı yönetmenlerimiz var. Ama bir ruhla sıçrama yapacak bir çıkış için zaman lazım. Belki o zaman Bergman gibi, Tarkovski gibi, Türkiye’den Nuri Bilge Ceylan gibi büyük bir çıkış yapan öncü bir isim çıkar. Bu şekilde 10-15 yıl devam etmeliyiz.

Önceki filmlerinizden bahseder misiniz biraz? Çok hızlı film çekiyorsunuz, bu nasıl mümkün oluyor? Nisan 2019’da önceki uzun metraj kurgu filminiz "Hills Without Names-Adsız Yükseklikler"i İran Fecir Film Festivali’nde izlemiştim. Ağustos 2019’da "When the Persimmons Grew-Hurmalarn Yetiştiği Vakit" filminiz Saraybosna Film Festival’nde yarıştı ve En İyi Belgesel Ödülü aldı. Şimdi de yeni kurgu filminizle Venedik’teydiniz.

Saraybosna’da sinema eğitimi alırken okulu bırakıp köyüme döndüm. Ailemle çalıştım, çekimler yaptım. Ailemle çalışmak çok rahat oldu. Toprak-insan ilişkisi, zaman ve insan ilişkisi üstüne çalışmaları içeriyordu bu yapımlar. Bu yapımları o dönem bir yere gösterememiştim. Sonra biraz da şans eseri bir yol açıldı. Filmlerimi Fransa’da, İsviçre’de izlediler, Amsterdam’a çağırdılar. Öyle bir şans olunca, diğer filmlerimi de göstermeye şans buldum. Sonra, şimdiki dört kişilik takımı kurduk. Devamlı aynı insanlarla film yapmaya devam ediyoruz. Biri bitmeden diğerine başlıyoruz. Şu anda 4 belgeselim 2 uzun metraj kurgu filmim gösterildi. Şu anda festivallerde gösterilmemiş 4 uzun metraj filmimiz daha var. Çekimlerini bitirdik. Aynı ekiple çalışıyor olmak bizi oldukça hızlandırıyor.

Tüm yazılarını göster