Venezuela'da neler oluyor?

2002'den beri işçilerin ve yoksulların elde ettiği bütün kazanımları, sosyal hakları yok edecek, petrolü tekellere ve ABD'ye peşkeş çekecek bir darbe yönetimi için yakılıyor sokaklar. Caracas'ın Altamira, Çakao gibi zengin mahallelerinde bunun için slogan atılıyor. Venezuela'da (geçmişte Nikaragua'da yaşanan türde) bir Kontra Savaşı'nın ilk kıvılcımları bunun için çakılıyor.

Abone ol

Alp Altınörs*

Latin Amerika ülkesi Venezuela'da Kurucu Meclis seçimleri, Maduro hükümeti hakkında uluslararası bir tartışmayı ateşledi. Zira ABD bu seçimleri gerekçe göstererek Nicolas Maduro hakkında yaptırım kararı aldı ve açıkça Venezuela'nın iç işlerine müdahale etmeye başladı. Ülkede sokak şiddetini yükselten sağ-faşist blok ise Ukrayna tarzı bir darbe peşinde. Venezuela'ya her bakımdan (sadece mesafe olarak değil ilgi ve bilgi bakımından da) “uzak” olan memleketimizde ise konu, yanlış benzerlikler ve hatalı paralellikler kurularak tartışılıyor.

MESELENİN ÖZÜ

Meselenin özü son derece açık bir sınıfsal kutuplaşmaya dayanıyor: Ülkenin petrol gelirleri nasıl kullanılacak? Bu çok önemli bir sorudur; zira Venezuela bir petrol ülkesidir, GSYH'nin (Gayrisafi Milli Hasıla) üçte birini petrol sektörü meydana getirmekte ve devlet gelirlerinin yarısı petrol sektöründen kaynaklanmaktadır. Chavez, 2002'de PDVSA'nın (Petróleos de Venezuela, S.A./ Venezuela Devlet Petrol İşletmesi) başına yeni bir yönetim atamaya kalktığında askeri darbeyle karşılaştı. Ne var ki yoksul halkın desteği ve ordu içindeki bölünme nedeniyle bu darbe başarısız oldu. Chavez döneminde, Venezuela tarihinde ilk kez petrol gelirini, büyük şirketlere, bankalara, zenginlere dağıtmak yerine sosyal yatırımlar için, yoksul halka sağlık, eğitim, spor, kültür, konut hizmetleri için kullanmaya başladı. O dönemde yüksek olan dünya petrol fiyatları sayesinde, bu sosyal dağıtım, kapitalist sınıfla bir varlık yokluk savaşı yaşanmaksızın mümkün oluyordu. Ne var ki, kapitalizmin 2008 yılında patlak veren küresel krizi, petrol fiyatlarının düşmesine yol açarak bu dengeyi bozdu. 2014'ten itibaren Venezuela ekonomisi küçülmeye başladı. Temel ihtiyaç mallarında kıtlık baş gösterdi. Ekonomi bozuldu.

“Pasta küçülürken” ülkenin önünde iki seçenek vardı: Ya Bolivarcı sosyal programlar iptal edilerek petrol kaynakları sermayeye aktarılacaktı ya da bu programlar sürdürülecek, o zaman da sermaye kaynak kıtlığı yaşayacaktı. Maduro, sosyal programları sürdürmeyi tercih etti. 2016'da devlet bütçesinin yüzde 73'ünü sosyal harcamalara ayırdı. Asgari ücrete sadece 2017 yılı içinde üç kere (yüzde 50, yüzde 60 ve yüzde 50) zam yaptı. İşçi sınıfını ekonomik krize ezdirmedi. Chavez döneminde yoksullara dağıtılan 1 milyon eve ek olarak 1 milyon ev daha dağıttı. Bütçede azalan petrol gelirlerinin yerini zenginlerden ve lüks tüketimden alınan vergilerle doldurdu. “Normal” bir kapitalist ülkede ise tam tersinin olması gerekirdi.

İşte Venezuela'da “demokratik”(!) muhalefetin ana kaynağı, ülke kaynaklarının işçilere, yoksullara dağıtılmasına son verilmesi, petrol gelirinin sermayeye aktarılması talebidir. Bu, Venezuela'nın en büyük sermaye gruplarının, özel bankalarının çıkarlarını temsil eden bir harekettir. Maduro'yu devirmeye yönelik uluslararası kampanyanın temel itici gücü, Venezuela petrollerine el koymaktır.

6 TEMMUZ GAYRIRESMİ REFERANDUMU VE DARBE ÇAĞRILARI

Tabii ki Maduro bir Chavez değil. Onun kadar birleştirici olamadı. Ekonomi yönetimi, krizin yarattığı şartlarda ciddi anlamda tökezledi. MUD(Sağ ve faşist partilerin koalisyonu MUD yani "Demokratik Birlik Masası", 2013 seçiminde Henrique Capriles'in adaylığı etrafında birleşen grupların oluşturduğu bir şemsiyedir) etrafında birleşen sağ-faşist bloğun gündemi ise bu koşullardan istifade ederek bir faşist diktatörlüğün kurulması ve neoliberal ekonomi politikalarının yeniden uygulamaya sokulması oldu.

Venezuela'da bugün, 11 Nisan 2002 darbesinin bir benzeri örgütlenmeye çalışılıyor. Maduro, başarılı bir politik hamle yaptı ve başkanlığı üzerindeki dayatmaları kırarak Kurucu Meclis'i göreve çağırdı. Venezuela anayasasına göre kurucu irade, seçimle göreve gelecek Kurucu Meclistir. (Md. 347) Devlet Başkanının Kurucu Meclisi göreve çağırma yetkisi vardır (Md. 348).

Venezuela sağ-faşist bloğu ilk andan itibaren Kurucu Meclis çağrısını reddetti. Çoğunlukta olduğu Ulusal Meclis'ten çıkardığı bir yasayla 16 Temmuz'da gayriresmi bir görevden alma referandumu düzenledi. Referandum, Venezuela Anayasası'nın 333. ve 350. maddelerine dayandırılarak bir “sivil itaatsizlik eylemi” olarak gerçekleştirildi. Ülkenin dört yanında ve yurt dışında sandıklar kurularak vatandaşlar oy vermeye çağrıldı. Referandumda sorulan sorular, açıkça bir darbe çağrısı içeriyordu:

“Referandumsuz bir kurucu meclisi reddediyor musunuz? Silahlı Kuvvetlerin 1999 Anayasası'nı ve Ulusal Meclis'i desteklemesini istiyor musunuz? Acil seçimler ve Milli Mutabakat Hükümeti talep ediyor musunuz?”

MUD yetkilileri, oylamaya 14 milyon yurttaşın katılacağını ve 16 Temmuz'un Maduro için sonun başlangıcı olacağını ilan etmişlerdi. Oysa 16 Temmuz oylamasına(muhalefetin kendi rakamlarına göre) 7,186,170 kişi katıldı. Bu rakamın doğrulanması ya da yanlışlanması mümkün değildir, zira hiçbir kurumun denetlemediği ve gayrirresmi olarak yapılan bir sayım söz konusudur. Ama buna rağmen ilan edilen rakam doğru bile olsa katılım MUD'un ilan ettiği hedefin yarısında kaldı. Bu rakam, Maduro'nun 2013 seçimlerinde aldığı oyun (7,587,579) altında olduğu gibi muhalefet adayı Capriles'in aldığı oydan (7,363,980) bile azdı. Böylece MUD'un darbe planı boşa düştü.

30 TEMMUZ KURUCU MECLİS SEÇİMLERİ

30 Temmuz'da yapılan Kurucu Meclis seçimleri için sağ-faşist muhalefet bloku, bütün sokakları kesme, sokaklara çıkma çağrıları yaptığında bunlar da halktan karşılık görmedi. Ne var ki seçim günü, muhalefete bağlı faşist paramiliter gruplar tam anlamıyla terör estirdiler. 200 seçim merkezi saldırıya uğradı. Bolivar şehrinde, bir kurucu meclis adayı, 39 yaşında bir avukat ve çocuk hakları aktivisti olan Jose Felix Pineda evinde defalarca kurşunlanmış olarak bulundu. Oylama esnasında iki seçmen faşist grupların kurşunlarıyla can verdi. Taçira eyaletinde La Grita askeri üssü yakınında bir asker başından vurularak öldürüldü. Faşist grupların şiddeti, başkent Caracas'ın zengin mahallesi Altamira'da motosikletli polis grubunu bombalamaya değin tırmandı. 21 polis ve asker silahlı saldırıda yaralandı. Olaylarda toplam can kaybı 11'i buldu. Ancak halk bütün bu şiddet dalgasına rağmen inatla seçim sandıklarına aktı. Aktif boykot başarısız oldu. Seçimin yapılmasını engelleyeceğini iddia eden sağ-faşist blok hezimete uğradı. Ne var ki, yaratılan şiddet ortamı katılımı sınırladı.

Bütün bunlara rağmen, 8,089,320 seçmen sandık başlarına giderek oy kullandı. Katılım oranı, %41,5 oldu. Kurucu Meclis'in meşru olmadığı, bu oranın düşüklüğüne dayanılarak savunuluyor. Oysa bu oran, Venezuela muhalefetinin bugün savunur hale geldiği 1999 Anayasası için yapılan referanduma katılım oranının (yüzde 37,65) üzerindedir. Sandığa giderek PSUV(Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi) adaylarına oy veren yurttaş sayısı, Maduro'nun 2013 oyunun (7,587,579) üzerindedir. Hatta Chavez'in 2012 seçimlerinde aldığı oya(8,191,132) yakındır. Ve MUD'un düzenlediği gayriresmi 16 Temmuz referandumuna katılımdan 1 milyon daha fazladır. Kaldı ki, yeni anayasayı seçimle gelen kurucu meclisin yapması, bugün Venezuela'yı eleştiren ülkelerin hemen hiçbirinin anayasasında olmayan demokratik bir düzenlemedir. Ülkenin içinde bulunduğu kaotik durumdan çıkması için kapsamlı bir diyalog zemini olabilecek Kurucu Meclis'i boykot eden, dahası zorla engellemeye çalışan sağ-faşist muhalefet, antidemokratik karakterini sergilemiştir. Şimdi ülkenin geleceğini belirleyecek anayasal bir kurumun dışında kalmanın paniğiyle içeride şiddeti tırmandırmaya, ABD'yi kendi ülkelerini işgal etmeye çağırmaya başladılar.

PEKİ ŞİMDİ NOLACAK

Maduro, ustaca bir hamleyle tartışmaları kendi başkanlığından uzaklaştırarak Kurucu Meclis'e odakladı. Ekonomik kriz ve ekonominin bozulması nedeniyle pasifize olan Bolivarcı tabanı yeniden aktifleştirdi. 16 Temmuz'da devrilmesi beklenen Maduro, 30 Temmuz'dan güçlenerek çıktı.

ABD'nin yaptırım kararları Maduro'yu zayıflatmayacak, aksine elini daha fazla güçlendirecektir. Maduro'nun zayıflığı, her an devrilecekmiş gibi görünmesi, kendi tabanının aktif desteğini yitirmiş olmasından kaynaklıydı. 30 Temmuz'da bunu aşmış oldu. Bu inisiyatifi ne yönde kullanacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Venezuela'da ülkenin en zenginlerinin yaşadığı bölgelerden ve kapitalist sınıflarından kaynaklanan, eğitimli orta sınıf tabakalarının da aktif desteğini alan sağ-faşist muhalefet blokunu ancak Ukrayna'daki Maidan/Sağ Sektör hareketine benzetebiliriz. Kiev'de de “demokrasi” adına kurulan çadırların içinden Nazi bayrakları ve sivil faşist bir darbe çıkmıştı. Maduro'nun alternatifi demokratik bir yönetim değil, Ukrayna tipi faşist bir darbe olabilir.

2002'den beri işçilerin ve yoksulların elde ettiği bütün kazanımları, sosyal hakları yok edecek, petrolü tekellere ve ABD'ye peşkeş çekecek bir darbe yönetimi için yakılıyor sokaklar. Caracas'ın Altamira, Çakao gibi zengin mahallelerinde bunun için slogan atılıyor. Venezuela'da (geçmişte Nikaragua'da yaşanan türde) bir Kontra Savaşı'nın ilk kıvılcımları bunun için çakılıyor.

Venezuela'da kilit önemdeki sorun, üretken bir ekonominin kurulmasıdır. Özel sektör, üretmeye niyetli olmadığı gibi, tersine, istifçilik ve ekonomik sabotajla Bolivarcı yönetimin altını oyuyor. Eğer Kurucu Meclis, yeni ve üretken bir ekonominin kuruluşunu sağlayabilirse ancak o zaman Venezuela'da belli bir politik istikrarın sağlanabileceği öngörülebilir. Amerikan yaptırımlarının özellikle ekonomik alana yoğunlaşması, rastlantı değildir.

*HDP PM üyesi