Veremli şarkılar, ağlatan plaklar

Halk arasında “ince hastalık” olarak bilinen, doktor dilinde tüberküloz olarak adlandırılan verem, bir dönem memlekette yaygındı, çok çektirdi. Şarkılara, filmlere, şiirlere sirayet etmesi bu yüzden. Filmler ve şiirler biraz daha öncesinde ama bilhassa ‘60’lı yılların ortalarından itibaren veremden söz eden plaklar ortalığı sardı ve bunlar çok sattı.

Murat Meriç mmeric@gazeteduvar.com.tr

Bir dönem ilkokullarda “belirli gün ve haftalar”a özel önem verilirdi. Yerli Malı Haftası’ndan Hayvanları Koruma Günü’ne uzanan bu “özel” durumlar, sıkıcı derslerin arasında nefes alma zamanlarını işaret ederdi. Kiminde rontlar yapılırdı, küçük skeçler sahneye konulurdu, kiminde şiirler okunurdu ya da konunun uzmanları derslere gelip o günün neden “belirli” olduğunu anlatırdı. Yakın dönemde bunlara yenileri ilave edildi. Artık çocuklar 18 Mart’ı Şehitler Günü olarak biliyor, 21 Mart ve sonrasında Türk Dünyası ve Toplulukları Haftası’na özel programlar yapıyor, 29 Nisan’da Kût’ül Amâre Zaferi’ni kutluyor… Bunlar Milli Eğitim Bakanlığı’nın sitesinde yer alan “yeni” günler ve haftalar. Bu kadar da değil: 15 Temmuz, çoktan Demokrasi ve Millî Birlik Günü olarak ilan edilmiş durumda. Eski günler ve haftalar listede duruyor ama fiilen kutlananlar/anılanlar bunlar.

Çocukluğumda aklımda kalan belirli günlerden biri, 24 Mart. Bir süredir bahsi geçmiyor ama ‘80’li yılların sonuna kadar Dünya Tüberkülozla Mücadele Günü olarak müfredattaydı ve o gün veremle savaşın ne kadar önemli olduğu anlatılır, BCG aşısının faziletlerinden söz edilirdi. Bunun sebebi, bundan 136 yıl önce, Robert Koch’un bir 24 Mart günü (sonrasında ona Nobel kazandıracak) buluşunu açıklamış olması… Koch’un verem hastalığına sebep olan bakteriyi keşfetmesi şüphesiz tıp alanında önemli bir adım. Sonrasındaki gelişmeler veremi neredeyse dünyadan kazıdı.

Halk arasında “ince hastalık” olarak bilinen, doktor dilinde tüberküloz olarak adlandırılan verem, bir dönem memlekette yaygındı, çok çektirdi. Şarkılara, filmlere, şiirlere sirayet etmesi bu yüzden. Filmler ve şiirler biraz daha öncesinde ama bilhassa ‘60’lı yılların ortalarından itibaren veremden söz eden plaklar ortalığı sardı ve bunlar çok sattı.

Başlama vuruşu, 1966 yılında piyasaya düştüğü anda bomba etkisi yapan, ortalığı karıştıran bir plakla: Adanalı şarkıcı Cahit Seyhanlı’nın bir furyayı başlatan “Veremli Kız”ı. Seyhanlı, fonda meşhur “Makber”in müziği eşliğinde “gazelli” şarkısını içli içli okurken ona hıçkırıklarıyla Nedret Güvenç eşlik ediyor. Güvenç, plak göbeğine “Ağlayan sanatçı” olarak yazılmış –ki bu da furyanın diğer ayağı. Arka kapakta, parantez içinde başka bir ifade gözümüze çarpıyor: “Ağlatan plak”. Plağın ön kapağına baktığımızda, siyah beyaz bir fotoğraf görüyoruz. Seyhanlı, bir yatağın başında, ince hastalıktan mustarip sevdiceğine şarkısını okuyor: “Her gün doktor gelir gider / Bunu herkes merak eder / Zavallı kız verem olmuş / Yaprak dökümünü bekler…”

Plağı sattıran sadece Cahit Seyhanlı’nın içli yorumu değil, Nedret Güvenç’in ağlaması. Sonrasında giderek çoğalacak “ağlamalı” plakların ilk örneği bu. Zaman zaman Asuman Arsan gibi farklı isimlere rastlıyor olsak da plaklarda “ağlayan sanatçı” ekseriyetle Nedret Güvenç.

Derya Bengi, bu yılın başlarında YKY tarafından yayımlanan muazzam kitabı “Dünya Durmadan Dönüyor / 60’lı yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük”te bu hıçkırıkların yıllar öncesinden geldiğini, sinema dünyasından plak âlemine transfer edildiğini yazıyor: “Bu gözyaşları, bu hıçkırıklar aslında onyıllar öncesinden, Kerime Nadir’in 1930’larda yarattığı bir karakterden, verem hastası Nalan’dan ödünç alınmıştı. ‘Hıçkırık’ başlıklı Kerime Nadir romanı 1953’te, çiçeği burnunda yönetmen Atıf Yılmaz tarafından sinemaya uyarlanmış, yıllarca afişlerden inmeyen filmde Nalan rolünü Nedret Güvenç (Arıburnu) canlandırmıştı; "Ben çok talihsiz bir kadınım yavrum. Gönlümün arzularından ziyade bağlı olduğum hüküm ve nizamların çerçevesi içinde yaşadım. Saadet ve refah içinde kan ağladım, kan tükürdüm. Sen bana benzeme. Her şeyden önce gönlüne tabi ol. Ancak hakikaten sevdiğin, ölesiye arzuladığın adamla evlen…’ Nedret Güvenç’in yıllar sonra ‘Ağlayan sanatçı’ olarak birdenbire temayüz etmesinin nedeni, ‘Hıçkırık’ filminin Cahit Seyhanlı’da, yalnız Seyhanlı’da değil, yüz binlerce sinema izleyicisinin belleğinde bıraktığı izlerdi. Nedret Güvenç, tıpkı aranan, vazgeçilmeyen bir keman ya da bağlama virtüözü gibi, ama elindeki enstrümanla değil. göğsündeki hıçkırıkla, ağlama ve ağlatma sanatıyla, bundan böyle kayıt stüdyolarının kapısını aşındıracaktı.”

Dönemin gazetelerinden Tercüman’a göre “hüzün verici, dinleyenleri hıçkırıklara boğan ve en katı yüreklileri dahi ağlatan plaklar”ın piyasayı doldurması, bir modanın başlangıcı. “Veremli Kız”ı takip eden plak, Şükran Ay tarafından yorumlanan “Hıçkırık”. “Ağlayan sanatçı” yine Nedret Güvenç. Sanatçının “Hıçkırık” dışında konuk olduğu bir Şükran Ay plağı daha var: “Ağlatan Plak”. Gazeteyi okumaya devam edelim: “Şükran Ay okudu, ara nağmesinde Şehir Tiyatroları’ndan Nedret Güvenç ağladı, hıçkırdı ve bu işi öylesine içten yaptı ki, solist Şükran Ay bile tesirinde kaldığı için üç defa plak bozuldu. Şimdi bu plak öylesine satıyor ki…”

Buna benzer bir sahne, 2006 yapımı Sırrı Süreyya Önder filmi “Beynelmilel”de vardı: Kahtalı Mıçı “Veremli Kız”ı banda alırken filmde Gülendam’ı canlandıran Özgü Namal ağlayarak ona eşlik ediyordu. Bu sahnede de kayıt, Şükran Ay plağında olduğu gibi bozuluyor ama sebebi Gülendam’ın içten ağlamaları değil, gülme krizine girmesi! Neyse ki Cezmi Baskın’ın canlandırdığı baba imdada yetişiyor, kızını ağlatan türküyü kemanıyla çalıyor, kayıt tamamlanıyor… Yılı tutmuyor ama durumu canlandıran bir sahne olması açısından önemli.

Derya Bengi’nin kitabında, Tercüman’dan bu minvalde bir başka alıntı var: “Kemani bestekâr Nazif Girgin bir plak için kendi bestelediği bir şarkıyı Nevin Akçan’a okuttu ve bunda Şehir Tiyatrolarının ve İstanbul Radyosu’nun minik yıldızı Nilgün Özhan minicik ve çocuksu sesiyle ağladı, sızladı, hıçkırdı ve ara sıra da ‘Babam nerde kaldı?’ diye sordu. Nevin Akçan okurken sazlar refakat edemediler. Başta Ahmet Yatman olmak üzere Kadri Şençalar, Mustafa Kandıralı, Metin Şanlıel sazlarını bıraktılar, Nazif Girgin bant odasından kaçtı. Zira Nilgün o kadar canlı ağlıyor ve hıçkırıyordu ki, bazı müzisyenler nerede ise çalamıyorlardı. Nihal Köknar da Suat Sayın‘ın bir eserini okudu. ‘Alın Yazın Silinmez’ adlı bu plakta besteci hem gazel okuyor hem de için için ağlıyor. Bir erkeğin hem de kendi eserini okurken ağlaması dinleyen üzerinde tesirler yapıyor ve bilhassa hassas insanlar bu konuda çok daha titiz oluyorlar. Suat Sayın ağlarken saz arkadaşları da gözyaşı dökmüşler, bu arada Nihal Köknar her ne kadar bu atmosferden uzak kalmak istemişse de o da kendini güç tutmuş.”

Fevzi Üreten’in yaptığı “Veremli Kız”, Nedret Güvenç’in ağladığı bir başka plak. Güvenç’in hıçkırıklarını Üreten’in "Ölmeyen Gazelhan" adlı albümünde yer alan "Kara Toprak (Ağlayan Anne)" adlı şarkıda da duyuyoruz. Sözlerini Hasan Kerpiççi’nin yazdığı, Ali Duyarlar’ın bestelediği Tennur Solak şarkısı "Samsunlu", Nedret Güvenç'in ağladığı bir başka plak. Şarkıda gazelhan Nadir Duyguluses’in de sesini duyuyoruz. Duyguluses, plağın arka yüzünde yer alan “Ninni”yi tek başına seslendiriyor ve Nedret Güvenç’in hıçkırıkları bu kez ona eşlik ediyor. Neslihan Lale’nin “Yemen Türküsü” ve Armağan Gür’ün iki plağı [“Kanserli Mehmedim”, “Ağlayan Ağlayana (Acı Haber)”] sanatçının ağladığı plaklara örnek… Sadece bu plaklarda değil kendi adına yaptığı plakta da ağlıyor Nedret Güvenç: “Bebek Beni Deleyledi”, o dönemde yaptığı 45’liklerden biri. Şarkı, baştan sona hıçkırıklı!

“Veremli Kız”dan girdim, “ağlamalı plaklar” parantezini açtım, fazla dağılmadan mevzuya döneyim. Şarkıyı Ampul İbo’dan İbrahim Tatlıses’e pek çok insan yorumladı. Kimi farklı sözlerle ama “Makber”den uzaklaşmadan… Bu bahiste “Makber” önemli zira Abdülhak Hamit Tarhan, bu şiiri, eşi Fatma Hanım’ı veremden kaybettikten sonra yazıyor.

Veremin şarkılardaki izlerini takip etmeden önce edebiyata kısaca göz atayım… Faruk Nafiz Çamlıbel şiiri “Han Duvarları”nda rastladığımız bir dörtlük, ilk karşımıza çıkanlardan biri: “Garibim namıma Kerem diyorlar / Aslı’mı el almış haram diyorlar / Hastayım derdime verem diyorlar / Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben…” Şiirin kahramanı, bu dörtlüğü, kaldığı handa uyandığı vakit kazındığı duvarda görüyor. Önceki yolculardan biri yazmış, gitmiş, dörtlük oradan zıplayarak şiire böyle girmiş.

Verem, bilhassa ‘40’lı yılların başında çok yaygın. Zonguldaklı şairler Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur, bu hastalığın bilinen iki kurbanı. Hikâyelerini Yılmaz Erdoğan “Kelebeğin Rüyası” adlı filme aktardı, bu sayede iki şairin adı bugüne ulaştı. Öncesinde Salah Birsel ve Necati Cumalı tarafından derlenen kitaplar var ama çoktan baskıları tükenmişti. Verem, iki şairi bu dünyadan aldı ama hastalığı alt eden şairler de var: Rifat Ilgaz, bunlardan biri. İnce hastalık, şiirine girmiş ama hayatını elinden alamamış. Cahit Sıtkı Tarancı, Peyami Safa ve Cenap Şehabettin, bu hastalığa tutulan diğer şairler. Verem, Halide Edip Adıvar’ın anılarında, Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan Yaşar Kemal’e pek çok romancının eserlerinde ve İsmet Özel, Ataol Behramoğlu gibi şairlerin şiirlerinde kendine yer bulmuş. Behramoğlu’nun Ahmet Kaya tarafından bestelenen şiiri “Bu Dert Beni Adam Eder” şu dizelerle başlıyor: “Gece gündüz dolaşırım tenhalarda menhalarda / Benim annem güzel annem beni koyver / Sağ yanımda bir sızı var, sol yanımda yandım aman altıpatlar / Bu dert beni verem eder…”

Hanın duvarına kazınan “anonim” şiir gibi türküler de verem bahsini kuşaktan kuşağa aktarmış. Erol Büyükburç’un pop/rock âlemine kazandırdığı, Şükriye Tutkun’dan Cengiz Özkan’a pek çok isim tarafından yorumlanan bir Gaziantep türküsü, en meşhur veremli türkülerden: “Bahçalarda mor meni / Verem ettin sen beni / Nasıl verem olmayım / Eller sarıyor seni…” Diyarbakırlı Celal Güzelses’ten alınan “Le Hanım”, bir başka meşhur türkü: “Mardin kapı şen olur / Dibi değirmen olur / Buralarda yar seven / Mutlaka verem olur…” Hakan Yılmaz bu türküyü yorumlarken “mutlaka”yı “vallahi” yaptı, türkü dilden dile öyle yayıldı. Neşet Ertaş da türküsüne verem bahsini alan ozanlardan: “Aradım derdime çare mi buldun / Bu sevda elinden sararıp soldum / Sefil Mecnun gibi Leyla’dan oldum / Derdimi ellere diye mi bildim / Ağladı gözlerim güle mi bildim / Tutuldum vereme bu genç yaşımda…”

Ferdi Gürses’ten “Verem Oldum”, Cevdet Bağca’dan “Derdinden Verem Olsam”, Leyla Ertaş’tan “Tutuldum Vereme”, Garibim Ahmet’ten “Veremli Gelin”, bu bahiste ıskalanmaması gereken kayıtlar… Arif Sağ’ın eşlik ettiği Türkân Kaya plağı “Doktorlar Verem Dediler” de öyle. Verem, gurbet bahsinde de devreye giriyor ve Almanya merkezli kimi plaklarda gurbetin, hasretin yarattığı bir hastalık olarak karşımıza çıkıyor: “Köln Bülbülü” lakabıyla tanınan Yüksel Özkasap tarafından yorumlanan “Verem Oldum Hasta Düştüm Köln’de”, Erzincanlı Korkmaz Gül’ün sesinden bize ulaşan “Almanya’da Verem Olan Ölür mü?” ve Âşık Hasan Turan işi “Gurbetin Sonu Derttir Veremdir” bunlara örnek.

Yazıyı bitirmeden, Hacı Arif Bey’in o meşhur şarkısını karısının verem olması üzerine yazdığı bilgisini vereyim: “Olmaz İlaç Sine-i Sâd Pareme”. Son olarak, bir Cem Karaca plağını yerleştireyim pikaba ve döndürmeye başlayayım… 1977 tarihli “Yoksulluk Kader Olamaz” albümüne adını veren şarkıyı dinliyoruz: “Radyolarda şarkılar boş ver diyorlar / Açlıktan verem olana bal ye diyorlar…”

Hastalıklardan bahis açan şarkı/türkü çok ama veremli şarkılar ve türkülerin yeri ayrı. Artık veremden söz edilmiyorsa sebebi hastalığın ortadan kalkmış olması. Dileyelim ki bir daha nüksetmesin, yerini başka hastalıklar almasın ve “ince hastalık” sadece eski şarkılarda/türkülerde yaşasın.

Tüm yazılarını göster