Bir dönem ilkokullarda “belirli gün ve haftalar”a özel önem
verilirdi. Yerli Malı Haftası’ndan Hayvanları Koruma Günü’ne uzanan
bu “özel” durumlar, sıkıcı derslerin arasında nefes alma
zamanlarını işaret ederdi. Kiminde rontlar yapılırdı, küçük skeçler
sahneye konulurdu, kiminde şiirler okunurdu ya da konunun uzmanları
derslere gelip o günün neden “belirli” olduğunu anlatırdı. Yakın
dönemde bunlara yenileri ilave edildi. Artık çocuklar 18 Mart’ı
Şehitler Günü olarak biliyor, 21 Mart ve sonrasında Türk Dünyası ve
Toplulukları Haftası’na özel programlar yapıyor, 29 Nisan’da Kût’ül
Amâre Zaferi’ni kutluyor… Bunlar Milli Eğitim Bakanlığı’nın
sitesinde yer alan “yeni” günler ve haftalar. Bu kadar da değil: 15
Temmuz, çoktan Demokrasi ve Millî Birlik Günü olarak ilan edilmiş
durumda. Eski günler ve haftalar listede duruyor ama fiilen
kutlananlar/anılanlar bunlar.
Çocukluğumda aklımda kalan belirli günlerden biri, 24 Mart. Bir
süredir bahsi geçmiyor ama ‘80’li yılların sonuna kadar Dünya
Tüberkülozla Mücadele Günü olarak müfredattaydı ve o gün veremle
savaşın ne kadar önemli olduğu anlatılır, BCG aşısının
faziletlerinden söz edilirdi. Bunun sebebi, bundan 136 yıl önce,
Robert Koch’un bir 24 Mart günü (sonrasında ona Nobel kazandıracak)
buluşunu açıklamış olması… Koch’un verem hastalığına sebep olan
bakteriyi keşfetmesi şüphesiz tıp alanında önemli bir adım.
Sonrasındaki gelişmeler veremi neredeyse dünyadan kazıdı.
Halk arasında “ince hastalık” olarak bilinen, doktor dilinde
tüberküloz olarak adlandırılan verem, bir dönem memlekette
yaygındı, çok çektirdi. Şarkılara, filmlere, şiirlere sirayet
etmesi bu yüzden. Filmler ve şiirler biraz daha öncesinde ama
bilhassa ‘60’lı yılların ortalarından itibaren veremden söz eden
plaklar ortalığı sardı ve bunlar çok sattı.
Başlama vuruşu, 1966 yılında piyasaya düştüğü anda bomba etkisi
yapan, ortalığı karıştıran bir plakla: Adanalı şarkıcı Cahit
Seyhanlı’nın bir furyayı başlatan “Veremli Kız”ı. Seyhanlı, fonda
meşhur “Makber”in müziği eşliğinde “gazelli” şarkısını içli içli
okurken ona hıçkırıklarıyla Nedret Güvenç eşlik ediyor. Güvenç,
plak göbeğine “Ağlayan sanatçı” olarak yazılmış –ki bu da furyanın
diğer ayağı. Arka kapakta, parantez içinde başka bir ifade gözümüze
çarpıyor: “Ağlatan plak”. Plağın ön kapağına baktığımızda, siyah
beyaz bir fotoğraf görüyoruz. Seyhanlı, bir yatağın başında, ince
hastalıktan mustarip sevdiceğine şarkısını okuyor: “Her gün doktor
gelir gider / Bunu herkes merak eder / Zavallı kız verem olmuş /
Yaprak dökümünü bekler…”
Plağı sattıran sadece Cahit Seyhanlı’nın içli yorumu değil,
Nedret Güvenç’in ağlaması. Sonrasında giderek çoğalacak “ağlamalı”
plakların ilk örneği bu. Zaman zaman Asuman Arsan gibi farklı
isimlere rastlıyor olsak da plaklarda “ağlayan sanatçı” ekseriyetle
Nedret Güvenç.
Derya Bengi, bu yılın başlarında YKY tarafından yayımlanan
muazzam kitabı “Dünya Durmadan Dönüyor / 60’lı yıllarda Türkiye:
Sazlı Cazlı Sözlük”te bu hıçkırıkların yıllar öncesinden geldiğini,
sinema dünyasından plak âlemine transfer edildiğini yazıyor: “Bu
gözyaşları, bu hıçkırıklar aslında onyıllar öncesinden, Kerime
Nadir’in 1930’larda yarattığı bir karakterden, verem hastası
Nalan’dan ödünç alınmıştı. ‘Hıçkırık’ başlıklı Kerime Nadir romanı
1953’te, çiçeği burnunda yönetmen Atıf Yılmaz tarafından sinemaya
uyarlanmış, yıllarca afişlerden inmeyen filmde Nalan rolünü Nedret
Güvenç (Arıburnu) canlandırmıştı; "Ben çok talihsiz bir kadınım
yavrum. Gönlümün arzularından ziyade bağlı olduğum hüküm ve
nizamların çerçevesi içinde yaşadım. Saadet ve refah içinde kan
ağladım, kan tükürdüm. Sen bana benzeme. Her şeyden önce gönlüne
tabi ol. Ancak hakikaten sevdiğin, ölesiye arzuladığın adamla
evlen…’ Nedret Güvenç’in yıllar sonra ‘Ağlayan sanatçı’ olarak
birdenbire temayüz etmesinin nedeni, ‘Hıçkırık’ filminin Cahit
Seyhanlı’da, yalnız Seyhanlı’da değil, yüz binlerce sinema
izleyicisinin belleğinde bıraktığı izlerdi. Nedret Güvenç, tıpkı
aranan, vazgeçilmeyen bir keman ya da bağlama virtüözü gibi, ama
elindeki enstrümanla değil. göğsündeki hıçkırıkla, ağlama ve
ağlatma sanatıyla, bundan böyle kayıt stüdyolarının kapısını
aşındıracaktı.”
Dönemin gazetelerinden Tercüman’a göre “hüzün verici,
dinleyenleri hıçkırıklara boğan ve en katı yüreklileri dahi ağlatan
plaklar”ın piyasayı doldurması, bir modanın başlangıcı. “Veremli
Kız”ı takip eden plak, Şükran Ay tarafından yorumlanan “Hıçkırık”.
“Ağlayan sanatçı” yine Nedret Güvenç. Sanatçının “Hıçkırık” dışında
konuk olduğu bir Şükran Ay plağı daha var: “Ağlatan Plak”. Gazeteyi
okumaya devam edelim: “Şükran Ay okudu, ara nağmesinde Şehir
Tiyatroları’ndan Nedret Güvenç ağladı, hıçkırdı ve bu işi öylesine
içten yaptı ki, solist Şükran Ay bile tesirinde kaldığı için üç
defa plak bozuldu. Şimdi bu plak öylesine satıyor ki…”
Buna benzer bir sahne, 2006 yapımı Sırrı Süreyya Önder filmi
“Beynelmilel”de vardı: Kahtalı Mıçı “Veremli Kız”ı banda alırken
filmde Gülendam’ı canlandıran Özgü Namal ağlayarak ona eşlik
ediyordu. Bu sahnede de kayıt, Şükran Ay plağında olduğu gibi
bozuluyor ama sebebi Gülendam’ın içten ağlamaları değil, gülme
krizine girmesi! Neyse ki Cezmi Baskın’ın canlandırdığı baba imdada
yetişiyor, kızını ağlatan türküyü kemanıyla çalıyor, kayıt
tamamlanıyor… Yılı tutmuyor ama durumu canlandıran bir sahne olması
açısından önemli.
Derya Bengi’nin kitabında, Tercüman’dan bu minvalde bir başka
alıntı var: “Kemani bestekâr Nazif Girgin bir plak için kendi
bestelediği bir şarkıyı Nevin Akçan’a okuttu ve bunda Şehir
Tiyatrolarının ve İstanbul Radyosu’nun minik yıldızı Nilgün Özhan
minicik ve çocuksu sesiyle ağladı, sızladı, hıçkırdı ve ara sıra da
‘Babam nerde kaldı?’ diye sordu. Nevin Akçan okurken sazlar refakat
edemediler. Başta Ahmet Yatman olmak üzere Kadri Şençalar, Mustafa
Kandıralı, Metin Şanlıel sazlarını bıraktılar, Nazif Girgin bant
odasından kaçtı. Zira Nilgün o kadar canlı ağlıyor ve hıçkırıyordu
ki, bazı müzisyenler nerede ise çalamıyorlardı. Nihal Köknar da
Suat Sayın‘ın bir eserini okudu. ‘Alın Yazın Silinmez’ adlı bu
plakta besteci hem gazel okuyor hem de için için ağlıyor. Bir
erkeğin hem de kendi eserini okurken ağlaması dinleyen üzerinde
tesirler yapıyor ve bilhassa hassas insanlar bu konuda çok daha
titiz oluyorlar. Suat Sayın ağlarken saz arkadaşları da gözyaşı
dökmüşler, bu arada Nihal Köknar her ne kadar bu atmosferden uzak
kalmak istemişse de o da kendini güç tutmuş.”
Fevzi Üreten’in yaptığı “Veremli Kız”, Nedret Güvenç’in ağladığı
bir başka plak. Güvenç’in hıçkırıklarını Üreten’in "Ölmeyen
Gazelhan" adlı albümünde yer alan "Kara Toprak (Ağlayan Anne)" adlı
şarkıda da duyuyoruz. Sözlerini Hasan Kerpiççi’nin yazdığı, Ali
Duyarlar’ın bestelediği Tennur Solak şarkısı "Samsunlu", Nedret
Güvenç'in ağladığı bir başka plak. Şarkıda gazelhan Nadir
Duyguluses’in de sesini duyuyoruz. Duyguluses, plağın arka yüzünde
yer alan “Ninni”yi tek başına seslendiriyor ve Nedret Güvenç’in
hıçkırıkları bu kez ona eşlik ediyor. Neslihan Lale’nin “Yemen
Türküsü” ve Armağan Gür’ün iki plağı [“Kanserli Mehmedim”, “Ağlayan
Ağlayana (Acı Haber)”] sanatçının ağladığı plaklara örnek… Sadece
bu plaklarda değil kendi adına yaptığı plakta da ağlıyor Nedret
Güvenç: “Bebek Beni Deleyledi”, o dönemde yaptığı 45’liklerden
biri. Şarkı, baştan sona hıçkırıklı!
“Veremli Kız”dan girdim, “ağlamalı plaklar” parantezini açtım,
fazla dağılmadan mevzuya döneyim. Şarkıyı Ampul İbo’dan İbrahim
Tatlıses’e pek çok insan yorumladı. Kimi farklı sözlerle ama
“Makber”den uzaklaşmadan… Bu bahiste “Makber” önemli zira Abdülhak
Hamit Tarhan, bu şiiri, eşi Fatma Hanım’ı veremden kaybettikten
sonra yazıyor.
Veremin şarkılardaki izlerini takip etmeden önce edebiyata
kısaca göz atayım… Faruk Nafiz Çamlıbel şiiri “Han Duvarları”nda
rastladığımız bir dörtlük, ilk karşımıza çıkanlardan biri: “Garibim
namıma Kerem diyorlar / Aslı’mı el almış haram diyorlar / Hastayım
derdime verem diyorlar / Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben…” Şiirin
kahramanı, bu dörtlüğü, kaldığı handa uyandığı vakit kazındığı
duvarda görüyor. Önceki yolculardan biri yazmış, gitmiş, dörtlük
oradan zıplayarak şiire böyle girmiş.
Verem, bilhassa ‘40’lı yılların başında çok yaygın. Zonguldaklı
şairler Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur, bu hastalığın bilinen
iki kurbanı. Hikâyelerini Yılmaz Erdoğan “Kelebeğin Rüyası” adlı
filme aktardı, bu sayede iki şairin adı bugüne ulaştı. Öncesinde
Salah Birsel ve Necati Cumalı tarafından derlenen kitaplar var ama
çoktan baskıları tükenmişti. Verem, iki şairi bu dünyadan aldı ama
hastalığı alt eden şairler de var: Rifat Ilgaz, bunlardan biri.
İnce hastalık, şiirine girmiş ama hayatını elinden alamamış. Cahit
Sıtkı Tarancı, Peyami Safa ve Cenap Şehabettin, bu hastalığa
tutulan diğer şairler. Verem, Halide Edip Adıvar’ın anılarında,
Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan Yaşar Kemal’e pek çok romancının
eserlerinde ve İsmet Özel, Ataol Behramoğlu gibi şairlerin
şiirlerinde kendine yer bulmuş. Behramoğlu’nun Ahmet Kaya
tarafından bestelenen şiiri “Bu Dert Beni Adam Eder” şu dizelerle
başlıyor: “Gece gündüz dolaşırım tenhalarda menhalarda / Benim
annem güzel annem beni koyver / Sağ yanımda bir sızı var, sol
yanımda yandım aman altıpatlar / Bu dert beni verem eder…”
Hanın duvarına kazınan “anonim” şiir gibi türküler de verem
bahsini kuşaktan kuşağa aktarmış. Erol Büyükburç’un pop/rock
âlemine kazandırdığı, Şükriye Tutkun’dan Cengiz Özkan’a pek çok
isim tarafından yorumlanan bir Gaziantep türküsü, en meşhur veremli
türkülerden: “Bahçalarda mor meni / Verem ettin sen beni / Nasıl
verem olmayım / Eller sarıyor seni…” Diyarbakırlı Celal
Güzelses’ten alınan “Le Hanım”, bir başka meşhur türkü: “Mardin
kapı şen olur / Dibi değirmen olur / Buralarda yar seven / Mutlaka
verem olur…” Hakan Yılmaz bu türküyü yorumlarken “mutlaka”yı
“vallahi” yaptı, türkü dilden dile öyle yayıldı. Neşet Ertaş da
türküsüne verem bahsini alan ozanlardan: “Aradım derdime çare mi
buldun / Bu sevda elinden sararıp soldum / Sefil Mecnun gibi
Leyla’dan oldum / Derdimi ellere diye mi bildim / Ağladı gözlerim
güle mi bildim / Tutuldum vereme bu genç yaşımda…”
Ferdi Gürses’ten “Verem Oldum”, Cevdet Bağca’dan “Derdinden
Verem Olsam”, Leyla Ertaş’tan “Tutuldum Vereme”, Garibim Ahmet’ten
“Veremli Gelin”, bu bahiste ıskalanmaması gereken kayıtlar… Arif
Sağ’ın eşlik ettiği Türkân Kaya plağı “Doktorlar Verem Dediler” de
öyle. Verem, gurbet bahsinde de devreye giriyor ve Almanya merkezli
kimi plaklarda gurbetin, hasretin yarattığı bir hastalık olarak
karşımıza çıkıyor: “Köln Bülbülü” lakabıyla tanınan Yüksel Özkasap
tarafından yorumlanan “Verem Oldum Hasta Düştüm Köln’de”,
Erzincanlı Korkmaz Gül’ün sesinden bize ulaşan “Almanya’da Verem
Olan Ölür mü?” ve Âşık Hasan Turan işi “Gurbetin Sonu Derttir
Veremdir” bunlara örnek.
Yazıyı bitirmeden, Hacı Arif Bey’in o meşhur şarkısını karısının
verem olması üzerine yazdığı bilgisini vereyim: “Olmaz İlaç Sine-i
Sâd Pareme”. Son olarak, bir Cem Karaca plağını yerleştireyim
pikaba ve döndürmeye başlayayım… 1977 tarihli “Yoksulluk Kader
Olamaz” albümüne adını veren şarkıyı dinliyoruz: “Radyolarda
şarkılar boş ver diyorlar / Açlıktan verem olana bal ye
diyorlar…”
Hastalıklardan bahis açan şarkı/türkü çok ama veremli şarkılar
ve türkülerin yeri ayrı. Artık veremden söz edilmiyorsa sebebi
hastalığın ortadan kalkmış olması. Dileyelim ki bir daha
nüksetmesin, yerini başka hastalıklar almasın ve “ince hastalık”
sadece eski şarkılarda/türkülerde yaşasın.