Viyana yollarındaki yeniçeri: Hatun
Erkeklerin dünyasında kadın olmak zordur, erkek olup kadını yazmak da… Bunu bir kadının ağzından yazmak ise daha zordur. Özdağ, eril dilin kadına hâkim olduğu metinler içinden kendini ayırmayı başarıyor, üstelik erkekler arasında büyümüş bir kadına biçilmiş bu dili hınzır bir mizahla yumuşatıyor.
Beril Erbil berilerbil@yahoo.com
Zaman tarih şeridinde büküldüyse ve bilmediğimiz şeyler başka bir yerde gerçekten yaşandıysa nasıl olurdu sizce?
Fantastik kurgu romanları ve efsanelere uzanan öyküleriyle tanıdığımız Hamit Çağlar Özdağ yeni romanı ‘Bir Yeniçeri Masalı’nda, Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra Osmanlı Hanedanı’nı ortadan kaldırıyor ve Osmanlı içinde yeni bir tarih kapısı aralıyor bizlere. Sultan Sungur Han’ın devletin başına geçtiği bu yeni zamana Osmanlı topraklarında bir kadın yeniçerinin gözlerinden bakıyoruz. Üstelik tarih, 16.yy sonlarında Viyana’nın henüz ikinci kez kuşatılmadığını söylerken biz üçüncü kuşatmaya gidiyoruz!
Bir kadın yeniçerinin omzundayız, yoksa aklının içinde mi demeli? Bu kadın Osmanlı’nın ilk kadın yeniçerisi: Adreana… Alegra… Herkes onu Yosma Hatun olarak biliyor. Şen şakrak, güzel, arzulu, tutkulu, cesur, hınzır güçlü bir kadın… Geçmişin izlerini söndürmemiş, içine saklamış, intikam gününü bekliyor.
Bu yolculukta okur, kelimenin tam manasıyla bir “yancı” oluyor Yosma Hatun’a. Yani kumara para koymayıp faydasızca izleyen kişi. Kulağa tatsız mı geliyor? Böyle tanımlıyor Yosma Hatun okuru, daha doğrusu seni, beni, okuyan hepimizi… Yancı olarak onunla bir bilgisayar oyununda birinci şahıs nişancı gibi gezerken hatunun samimiyetine güvenerek bu tanıma pek de bozulmuyorsunuz sonrasında. Üstelik Yosma Hatun düşmana doğru ilerlerken görüyorsunuz ki Yancı, onu baskınlardan koruyan bir tutunma dalı aynı zamanda…
ÜZERİNE ÇALIŞILMIŞ, MÜZİĞİNİ YARATAN BİR DİL
Hikâye mehteranı müjdelercesine hareketli bir müzikle açılıyor ve tempo, çocukluğa dönüldüğünde acıtsa da hiç düşmüyor, sefer haberiyle artıp mehteranla şahlanıyor. Müziği yaratan dil üzerine çalışıldığı belli; Arapça kökenli kelimeler, devrik cümleler, farklı lehçeler, erkekler arasında büyümüş bir kadının kimi zaman bozuk kimi zaman kaba kimi zaman hüzünlü dilinde, birbiri içinde erimiş bütünlenmiş. Zaman zaman yüzümüzü gülümseten bu dil, bir halk tiyatrosu edasıyla anlık tepkilerimizi de yanıtsız bırakmıyor.
Erkeklerin dünyasında kadın olmak zordur, erkek olup kadını yazmak da… Bunu bir kadının ağzından yazmak ise daha zordur. Özdağ, eril dilin kadına hâkim olduğu metinler içinden kendini ayırmayı başarıyor, üstelik erkekler arasında büyümüş bir kadına biçilmiş bu dili hınzır bir mizahla yumuşatıyor. Erkeklerin bakışını Yosma Hatun’un dilinden “Benden korktular, beni kale almadılar, beni beğendiler, ayıptır söylemesi beni gözleriyle bile soydular lakin bana hiç saygıyla bakmadılar.” diyerek dile getirirken mücadelesini “Namıma herkes Yosma derken, bugüne dek haddini aşan dölsüzlerin sayısı bi’ elin parmaklarını geçmez…
Kolay mı bunu kız başına becermek? Sen nerden bilesin, Ocak’ta yaşamak zordur, dikkat ister, emek ister…” diye anlatıyor. Aşkın karşısında da kendine açık sözlü davranıyor Yosma: “Of, sıcak bastı, yeminlen içim cımgıştı, altlarım kaynadı yine. Yahu ne beterim be, zihnim ızdırapla kavrulsa dahi bedenim ayrı telden çalar…”
'AŞK KENDİ HÜKMÜNÜ SÜRER'
Böyledir çünkü aşk… Sen yolunda giderken seni yolundan saptırır, kendi hükmünü sürer. Tek görüşte Yosma Hatun’un gönlüne kazınmıştır Şehzade Daryal. Yürekler bir kere çizilmiştir ya, aynı yerden sızlar karşılıklı… Ama hayat bu, devam eder. Ediyor, işte…
Roman ve öykülerinde doğuyla batıyı harmanlamasına alışık olduğumuz Hamit Çağlar Özdağ, bu romanında da doğu-batı sentezini, toplumsal çeşitliliği, çok dinli ve çok kültürlü yapıyı vurgularken içimizdeki ikilemleri göz önüne serip karmaşık ruhumuzu düşündürüyor bize. Kötülüğün nerede olduğunu sorgularken ve iyiliği ararken kendi kötülüğümüzle karşılaşmamız, belki de en çok savaş verdiğimiz kendimize ve çelişkilerimize ulaştırıyor bizi. Değil mi ki ‘ölümün cariyesi’ diyor kendine Yosma Hatun, en çok yaşama tutunurken…
Güçlü ve güçsüzün, galip ve mağlubun, sebep ve sonucun birbirine nasıl karıştığını okuyoruz satırlar arasında. Belki de bu nedenle ‘yüreğin, cesaretin, insanın içindeki gücün kıymetli olduğunu’ söylüyor yazar bize. Çünkü insanız neticede, iyilik de kötülük de içimizde…
Doğu-batı sentezi olur da efsunu, büyüsü olmayan masal olur mu hiç? Bir Yeniçeri Masalı da muskalardan nazara uzanan Musa’nın asasıyla korunan bir hikâye…
Gerçek olmadığını bildiğimiz şeylerin gerçekten olmadığını kanıtlamak zor. Yine de Hamit Çağlar Özdağ daha en baştan uyarmış bizi:
“Eğer ki mevzu hakikatse tarih namına,Sen sen ol, güvenme tumturaklı kelamıma.
Ahkâm kesersen verip sırtını bu masala,
Olursun yedi düvele rezil ve de rüsva.”