Kendinizi bir ahtapotun kollarıyla her yönden sarılmış, sıkışmış hissettiğiniz oluyor mu? Ben bu hissi giderek daha sık yaşıyorum. Nereye kulak kabartsam, hangi yöne dönsem feryat figan, bin ‘ah!’ işitiyorum. Kimi içimden yükseliyor, kimi çevremden. Birkaç örnekle bu kuşatılmışlık halinin bir sanrı olmayıp yaşanmakta olan gerçekliğe tekabül ettiğini anlatmaya çalışayım. Ben çok kollu bir canavarın etkisiyle sıkışmışlık hissederken başkaları çok başlı bir canavarı düşünüyordur. Ve belki daha yerinde olan şu çok başlı meşhur canavarı tanımak daha yerinde olur.
Darbe Anayasasını değiştirmek bu ülkenin boynuna borçmuş… Biz bu nakaratı çok duyduk. Gerek Erdoğan gerekse Kurtulmuş, AKP iktidarında 12 kez anayasa değişikliği yaptıklarını unutmuş görünüyorlar. Üstelik her değişiklikte “artık bu darbe anayasası değil” cümleleri kurduklarını da hatırlamıyor olabilirler. Hatırlatalım. 2010 değişikliği sonrası “geçici m.15 kaldırıldığı için darbecilere yargı yolu açıldı, artık bu bir darbe anayasası sayılamaz” hükmü boca ediliyordu halkın üstüne. Son olarak da 2017'de “hükümet sistemi değiştiği için bu anayasa artık 12 Eylül anayasası değil” meali konuşmalar ne çoktu. Geçmişte söylenenler mi sahiciydi bugün söylenen mi sahte, ya da tersi, nasıl isterseniz. Modern toplum inşa ederken anayasa ve medeni yasa, 19’uncu yüzyılın başından itibaren toplumların gündemindeydi. Bugün karşı devrim misali toplumsal ve yönetsel düzeni ters yüz ederken de aynı konuşma metinlerinde birlikte yer almaları tesadüf değil. İkisinin yanına bir de Meclis İç Tüzük değişikliği eklenmesi de öyleydi. Anayasa, Medeni Yasa, Meclis İç Tüzüğü değişiklikleri Cumhuriyet aydınlanmasını tersine çevirme gayretiyle sınırlı değil demek istiyorum. Osmanlı Anayasalarından önceki Tanzimat Fermanı ve hatta Islahat Fermanlarından önceki dönemlere yönelik öykünme hali açıkça görülüyor. Yazık ki ne yazık! Tarih öğrenilir, sevilir hatta geçmişe öykünmek bile bir yere kadar anlaşılır ama tarihte yaşamak istemenin tutarlı bir yanı olmadığı gibi tarihi bugünde yaşatmak için politika üretmek tam bir zavallılık hali. Toplumsal bilincin bile isteye yaralanması girişiminden başka bir şey değil. Kendileri için bunu nasıl isteyebildiklerine anlam veremeyenler için söyleyeyim kendileri için değil avam için uygun görüyorlar. Kendileri havas olarak her türlü imtiyaza sahip oldukları bir saray, konak hayaliyle meşguller. Bir iktidar ki seçkinler ve ayak takımı olarak toplumu ikiye bölüp iki ayrı düzen tasavvur ediyor. İç Tüzükten Anayasa'ya, Medeni Yasa'ya ve özellikle Aile Hukuku'na dair tasavvurları sıradan insanları bağlayacak hükümler olarak görülüyor. Kendilerini bağlamaz. Havas için hukuk tanımazlık, imtiyazlı sınıf olarak doğal hakları kabul ediliyor.
Neyse bir başka örnek de Konya Karatay ilçesinden gelsin. Hafızlık töreninde çekilen fotoğraf İlçe Müftülüğü sitesinde yayınlanırken kadın hafızların yüzleri buzlanmış, isimleri metinde yer almamış. Eleştirilere verilen cevapta “hanım kardeşlerimizin ve ailelerinin talebi üzerine” bahanesi yapıştırıldı soranlara. Yetişkin kadınlar hafız olmuş, sınava girmiş, başarmış ve başarısını belgeleyen törene katılmış ve tüm bunları yaparken isimleri ve yüzleri varmış. Çekinmemişler. İsmiyle, cismiyle kamuoyu karşısına geçmek rahatsız edici değilmiş yani. Gel gör ki sitede kalıcı fotoğrafa sıra geldiğinde sakıncalı bulunmuş. Gel de inan. Yayınlanmasını istemeyen fotoğraf karesine girmezdi. Kadınların isimlerini yüzlerini silmek günümüzde medeni ölüme mahkum etmek anlamına geliyor. Cahiliye döneminde kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekten zerre farkı yok. Aynı Müftülük sitesinde 4-6 yaş Kur'an Kursuna katılan çocukların fotoğrafını ise açık ve net olarak yayınlıyor. Sosyal medyada çocuk fotoğrafı yayınlamak aile iznine tabi olmalı, çünkü çocukları kız erkek fark etmeksizin her türlü istismara açık hale getiriyor. Sormak lazım aile izni var mı, çocuk fotoğrafları yayını için. Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı talepleri kolaylıkla yerine getirirken çocuk hakları sözleşmesi ve çocukların korunması konusundaki Anayasa hükümleri göz ardı ediliyorsa burada bir terslik var demektir.
Bir de ÇEDES garabetini hatırlayalım. Okullara manevi danışmanlık iddiasıyla gündeme gelen konu okul dışı okul kulübüne dönüştü. Protokoller imzalanıyor illerde. Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Saygılıyım isimli proje bağlamında çocuklar, okul dışı mekanlarda ‘paralel’ endoktrinasyona tabi tutulacak. Kimler tarafından derseniz Diyanet personeli cevabı geliyor. Okullardan bir öğretmenin gözetiminde ablalık abilik konumu tanınmış daha büyük çocukların koordinasyonunda. Pedagojiden zerre kadar haberdar olan bilir ki 6-12 yaş arası çocuklarla 12-15 yaş arası çocukların gelişim farkları nedeniyle birinin diğeri üzerinde otorite haline getirilmesi, istismara zemin hazırlamak olur. 12-15 yaş arası çocukları ise 15 yaş üstü gençlere emanet etmek hem istismara hem akran zorbalığına zemin hazırlar. Kimi tarikat ve cemaatlerin göz yumulan yatılı kurslarında onca şiddet ve cinsel istismar olaylarının çıkması bu pedagojik gelişim çağları dikkate alınmadan çocukların gençlere emanet edilmesiyle ilgili. Gençlerin çocuklar üzerinde otoritenin temsili konumuna getirilmesinden kaynaklanmaktadır.
Ayrıca Milli Eğitim gizli kapaklı hazırlıklarla müfredat değişikliği yapıp haftalık din dersini 16 saate çıkarmak için spor ve sanat derslerinden kırpmakla nereye varacak acaba? Çocuklar ve aileleri her köşe başına açılan İmam-Hatiplere gitmek istemediği için toplum cezalandırılarak her okul İmam-Hatip haline getirilince bu ülkenin bütün çocukları dindar mı olacak yoksa dinden nefret mi edecek, bence ikincisi. Diyanet’in resmi raporu vardı değil mi, İmam-Hatip ve İlahiyatların deist, ateist yetiştirdiğine dair. Şimdi yokmuş gibi yapsalar da kurum içindeki bu tartışmalar kamuoyunun malumu. Anlaşılan gençlere dini sorgulatan, hocaların açıklarını bulduran ve sorularıyla köşeye sıkıştırıp bunaltan sadece laik eğitim müfredatı olarak görülüyor olmalı ki Suriyeli radikal Selefileri imdada çağırmışlar. 2020’de imzalanan protokol sona ererken haberdar olduğumuz bu ortaklığın 1 Eylül 2023 sonrası yenilenip yenilenmeyeceği tartışılıyordu. Suriye iç savaşında etkin rol oynayan Selefi grupların birliği olarak bilinen Suriye İslam Meclisi Türkiye’de çocuklara eğitim vermiş. Ali Erbaş’ın yönetiminde giderek Selefi yorumların baskın hale geldiği Diyanet’in özel izniyle ve muhtemelen bu protokolün varlığı sayesinde camilerde sohbet adı altında konferanslar verdikleri de bir dönem çok tartışılmıştı. Yerli Selefiler Suriyeli Selefilere karşı bir iktidar savaşına girişmişti, Cübbelinin itirazlarından hatırlanacaktır. Suriye’de iç savaşın tarafı olanlar, iç savaştan kaçıp Türkiye’ye gelen Suriyelilere ve özellikle çocuklarına eğitim verme konumuna sahip olduklarında Türkiye’yi yönetenler bunu bir iç çatışma riski olarak görmemiş anlaşılan. Üstelik Suriyelilerin Esat ve Selefiler arasında sıkıştıkları için ülkemize kaçmış olma ihtimalini de hiç dikkate almadan onları çıkışsızlık haline iteleyecek Suriye İslam Meclisi üyelerine, kurtulmaya çalıştıkları kapana teslim etmişler. Egemen devlet bağlantısına filan girmiyorum şimdi ama önemli bir konu, aklımızda bulunsun.
Kadınlara ve çocuklara yönelik eril şiddet artar ama eril şiddetle mücadele konusunda kamu idaresi sorumluluğunu yerine getirmekte giderek daha çok isteksiz davranır, yasaları uygulamaz oldu. Bu da ahtapotun kollarından bir diğeri. Bir çocuk 15 yaşından itibaren yıllarca babasının cinsel istismarına maruz kalıyor ancak istismar sabit olduğu halde tutuksuz yargılama ile kaçmasına göz yumuluyor. Ta ki çocuğun bebeğinin babasının kendi babası olduğu kesinleşince salınan faile arama kararı çıkartılıyor. Çocuk cinsel istismarına somut delil isteyen bir ülke haline getirildik çünkü. Zaman aşımını da sınırsız yapmadıkları için yargının, kolluğun kısacası erkek devletin kanatları altında beslenip büyütülüyor çocuk cinsel istismarı suçu. Kadın katillerinin değil kadına yönelik şiddetle mücadele edenlerin yargılandığı bir ülke burası. Katiller değil kadınlar topluma karşı suçluymuş gibi gösteriliyor kamu görevlileri tarafından. Ve öldürülen kadınlar arasında hakkında koruma kararı çıkarılmış pek çok kadın var. Katiller devlet gözetiminde, polis nezaretinde kadınları öldürüyor desek suç sayarlar ama bu gerçekliğe başka bir isim bulmak da pek mümkün değil, mazurum Hakim Bey!
Sadece ilk akla gelen birkaç örnekle içinde yaşadığımız bu tablodan çıkışın imkanı araştırılırken sıklıkla ‘Voltran oluşturmak’ tabirini duyar olduk. Çünkü her alandan her yönden her toplumsal kesimden ve elbette faklı çalışma ve ilgi alanlarından insanlar benzer tehdit algısını hissediyor. İktidar her yönden saldırıyorsa, toplumdan ortak savunma stratejileri gelmek zorunda. İşin ilginci bir muhalefetsizlik ihtimali kapıda belirmiş ve hükümet sistemi nedeniyle Meclisin fonksiyonu yerlere inmişken herkes hala Meclisten medet umuyor. Bu çok önemli ve güzel demokratik tutum. Toplumun demokrasiyi ve parlamentoyu ayağa kaldırma çabasına 3 Ekim’den itibaren tanık olacağız. Çok farklı kesimler ilk günden itibaren Meclis koridorlarını doldurmaya hazırlanıyor. 6’lı Masa buharlaşmış, partiler kendi metinlerini unutmuş görünse de sivil toplumun parlamentoyu güçlendirme azmi sürüyor ve belki o beklenen Voltran bu sayede oluşturulabilir.