WhatsApp gündemde: Bilgilerin otoriteyle paylaşılma ihtimalinden korkuyoruz
WhatsApp’ın yeni gizlilik sözleşmesini zorunlu kılan kararının ardından çok sayıda kullanıcı başka uygulamalara yöneldi. Prof. Dr. Melek Göregenli’ye göre bu dönemde açığa çıkan asıl kaygı kontrolün kimde olduğuna dair belirsizlik algısı üzerinden şekillendi. Dr. Sarphan Uzunoğlu ise “Şirketlerin veriyi daha açıktan daha hızlı ve daha etkili işleme isteği asla geçip gitmeyecek. Devletlerin de bu veriyi regüle etme ve o sırada şirketlerin işlediği veriye erişme isteği ortadan kalkmayacak" diyor.
ANKARA- Çevrimiçi mesajlaşma uygulaması WhatsApp, kullanıcı bilgileri ve verilerini Facebook’la paylaşmayı öngören yeni gizlilik ilkesi kararı uygulanmasını 15 Mayıs 2021'e erteledi. Bu süreçte çok sayıda kullanıcı kişisel verilerinin tehlike altında olduğu düşüncesiyle alternatif uygulamalara yöneldi.
Kullanıcılarda kişisel verilerin ele geçirilip aleyhlerinde kullanılabileceği düşüncesiyle açığa çıkan korkuyu, mahremiyetin ihlaline dair duyulan kaygıyı, şirketlerin gelecekte atacağı olası adımları ve buna dönük tepkileri Sosyal Psikoloji alanındaki çalışmalar üreten Prof. Dr. Melek Göregenli ve NewsLabTurkey Research Hub Direktörü Dr. Sarphan Uzunoğlu’yla konuştuk.
‘İZLENİYORUM’ FİKRİNİN YARATTIĞI DUYGULAR YENİ DEĞİL’
Kontrol kaybının her zaman kaygı yaratacağını fakat son tartışmalar özelinde asıl kaygının kontrolün kimde olduğuna dair belirsizlik algısı üzerinden şekillendiğini belirten Göregenli, “WhatsApp’ın ‘gizlilik sözleşmesi’ metni, sıradan birinin asla anlayamayacağı bir metin ve tam bir teslimiyet istediği hissi yaratacak kadar karmaşık; ya tamam deyip kurtulacaksınız ve kontrol tamamen oto sansür yetinize kalacak ya da dumanla haberleşmeye geri döneceksiniz” diyor.
Whatsapp’ın, gizlilik ve güvenliğe ilişkin kaygının yüksek ve devletlerle teknoloji şirketlerine yönelik güvenin düşük olduğu bir dönemde sözleşmesini devreye soktuğunu belirten Uzunoğlu'na göre ise, “Normal şartlarda şirketlere ve devletlere verdiğimiz veri inanılır gibi boyutlarda değil.”
Prof. Dr. Melek Göregenli ve Dr. Sarphan Uzunoğlu’nun yönelttiğimiz sorulara yanıtları şöyle:
Çevrimiçi mesajlaşma uygulaması WhatsApp, 4 Ocak’ta ‘gizlilik İlkesi’ni güncelledi. Bu yüz binlerce kullanıcıda verilerinin başkalarıyla paylaşılacağı üzerinden büyük bir korkuya neden oldu. Dijital mecralarla ilişkilerde bu korkuyu gündelik yaşamda derinden hissetmiyorken birden açığa çıkmasının nedeni ne sizce?
Melek Göregenli: Toplumun özellikle belirli kesimlerinde, bu “izleniyorum, dinleniyorum hatta gözleniyorum” fikri ve bu fikrin yarattığı duygular aslında yeni değil, yeni olan belki de giderek dijitalleşen hayatlarımızın, teknolojinin kontrolünü elinde bulunduran güçler için giderek daha transparan hale gelmesi. Hayatın dijitalleşmesi, salgın döneminden önce de, kişisel ve sosyal ilişkilerimizin çoğunu elektronik ortamlar aracılıyla yaşamamız, enformasyon ve bilgi alma ihtiyacımızı bu mecralarda gidermemiz, sanatsal-kültürel üretimle, üretme ve tüketme süreçlerinde ilişkilenmemiz vb., adeta bedenimizin bir parçası olarak bir ekran aracılığıyla, bedenimiz dışındaki dünyayla bağ kurmamızın yeni hali demek. Sosyal medya da buna dahil kuşkusuz, kendimizi sunma ve benliğimizle ilgili başkalarının izlenimlerini biçimlendirmek, sosyal-politik kimlikler ve aidiyetler inşa etmek için uygun teknolojik altyapı ve farklı stratejik seçenekler sunan ve dahil olabilmek için “sadece” belirli bir internet kotasına ve bir telefona sahip olmanızın yeterli olduğu derya deniz bir dünya. Sınıflar, kimlikler, siyasi görüşler vb., pek çok açıdan bir tür temsil adaleti-ifade özgürlüğü illüzyonu ama aynı zamanda kullanıcıya edimleri üzerinde optimal bir “kontrol”ü olduğu duygusu da veren bir paket bu; esasen, hepimizce bilinir, görünür kendisini istediği zaman ve kadar ifade edebilme imkânı sunan, rızaya dayalı bir sözleşmeye dayanıyor.
‘KAYGILAR, MAHREMİYET İHLALİ OLASILIĞINA İŞARET EDİYOR’
Sosyal medya böyle, WhatsApp ve diğerleri ise, bireysel ve gruplarla iletişimlerimizi, daha kontrollü kurabilmemiz için aslında diğeriyle paralel bir mecra. 4 Ocak’tan sonra büyük çoğunluğu zaten Facebook ya da diğer sosyal medya mecralarını da kullanan WhatsApp kullanıcılarının korkularının kaynağını anlayabilmek için belki de nasıl tartışıldığına bakmak lazım. Görünen ve rahatlıkla ifade edilebilen kaygılar mahremiyet ihlali olasılığına işaret ediyor; insanlar özel yazışmalarının, fotoğraflarının vb., kontrolleri dışında kullanılabileceği kaygısı yaşadıklarını ifade ediyorlar. Ama ben asıl kaygının ilkiyle birlikte, WhatsApp yazışmalarının devletle, devletlerle, kamu otoriteleriyle paylaşılma ihtimalinden kaynaklandığını düşünüyorum. Sadece, örneğin sosyal medyada “otoriter” nitelemesi yerine WhatsApp’ta ağız dolusu “faşist” diyebilme özgürlüğünün yitirilmesinden değil aynı zamanda bunun için yargılanıldığında buna eşlik edebilecek özel yazışmaların da alenileşmesinden kaygılıyız. Bu kaygı, insanların özel konuşmalarında yaptıkları şakalar, sinirlenip ettiği küfürler ya da konuşurken kullandıkları metaforlar kanıt kabul edilerek hatta aynı zaman diliminde aynı mekânda birileriyle bulundukları teknik takiple tespit edilerek aralarında örgütsel bağlar kurulabildiği, şununla bununla suçlanarak yıllarca hapis yatabildikleri bir ülke için çok hakiki bir kaygıdır.
‘KİŞİSEL VERİLERİMİZİN PAYLAŞILMASI KAYGIMIZIN ASIL NEDENİ’
Memleketimizde, “tapeler” sözcüğü, devletle, yurttaş arasında kurulan ilişkide, telefonunuz ya da bilgisayarınızla asla “yalnız” olmadığınızı hep hissettiren, kolektif bilinçaltına (“Kolektif bilinçaltı” kuşkusuz yirmi ya da elli yılda oluşabilecek bir şey değil. Özellikle psikoloji öğrencilerini yanıltmayı hiç istemem; bu kavramı böyle kullanmamın nedenini, hayatımın büyük kısmını, bin yıl sürmüş gibi hissetmeme verin) yerleşmiş, yerli ve milli hayaletlerden biridir. Yoksa kısmi bir katkısı olsa da tüketiciler olarak davranışlarımızı ya da siyasal edimlerimizi dolaylı olarak manipüle etmek amacıyla “kişisel” verilerimizin paylaşılmasının, kaygımızın asıl nedeni olduğunu düşünmüyorum.
‘KONTROL KAYBI HER ZAMAN KAYGI YARATIR’
Çok sayıda bilgimiz sosyal medya şirketlerinin, uygulamalarının eline hali hazırda geçmişken WhatsApp özelinde tepkinin kaynağında mahrem kavramı mı yatıyor? Özel konuşmalarımızı bu şirketlerin nasıl kullanacağını öngörememek ve özel alanın kontrolünün başkasına geçtiği hissi kullanıcıları çok tedirgin mi ediyor?
Melek Göregenli: Mahremiyet, genellikle, gizleme, geri çekilme, saklama vb., tek yönlü; bedeni, kimliği ve maddi olan olmayan kişiye ait olanı korumak anlamında kullanılır; kültürel bir yanı da var bu kullanımın ama aslında mahremiyet tam da sorunuzdaki gibi bir “kontrol” ve aslında bir “düzenleme” mekanizmasıdır. Kişinin, benliğine, grubuna, sosyal varoluşlarına, diğerinin “giriş”ini düzenleyen, seçici bir kontrol sağlayan bir psikolojik-mekânsal düzenleme yetisi. Sadece kapanmayı değil açılma ihtiyacını da düzenleyen diyalektik bir mekanizma. Perdeler kapandıklarında, bir küçük grup olarak evde yaşayanların mahremiyetini, “dışarı”yla bağı keserek sağlarlar, açıldıklarında, içeriye “dışarı”dan gün ışığı da girer, dış dünyanın insanlı insansız toplumsallığı da. Bireyler, gruplar ve kurumlar düzeyinde mahremiyetten söz edebiliriz, çok düzeyli ve boyutlu bir deneyim kısaca. Sosyal medya, mesela, eskiden evlerimizin pek de kullanılmayan “misafir odaları” ise (en temiz en yeni en görünmek istediğimiz gibi olan, evin kamusal alanı), WhatsApp, bazen oturma odası bazen de yatak odalarımız olabilen, daha kendimiz olduğumuz ve daha benliğimizin sosyal ve kişisel katmanlarını açmaya niyetli olduğumuz bir dijital mekân belki de. Benliğimiz ya da sosyal kimliğimizin hangi katmanlarını kimlerle ve ne zaman, ne kadar paylaşacağımızın seçici kontrolünün kendimizde olmasına ihtiyacımız var, aksi durumda mahremiyetin ihlali ya da bu olasılığın varlığını hissediyoruz. Kontrol kaybı her zaman kaygı yaratır ama bu son meselede kaygı yaratan sadece kontrol kaybı değil, kontrolün kimde olduğuna dair belirsizlik algısı. WhatsApp’ın “gizlilik sözleşmesi” metni, sıradan birinin asla anlayamayacağı bir metin ve tam bir teslimiyet istediği hissi yaratacak kadar karmaşık; ya tamam deyip kurtulacaksınız ve kontrol tamamen oto sansür yetinize kalacak ya da dumanla haberleşmeye geri döneceksiniz. Sizce çok fazla seçeneğimiz var mı?
‘OTORİTEYLE PAYLAŞILMA İHTİMALİNDEN KORKUYORUZ’
Sosyal medya, çevrimiçi konuşma platformları birilerine "buradayım" dediğimiz ve eylemlerimizi, sözlerimizi yaygınlaştırmaya çalıştığımız bir alan. Yargılanmaktan korktuğumuz sözlerimizi de yarattığımız bir yer. Biz, sözlerimiz bu sözleşmeleri talep eden şirketler için ne kadar önemli? Açığa çıkan bu korku ya da bu uygulamalar karşısında çaresiz miyiz? Gelecekte özellikle daha da yaygınlaştıkça bu tarz uygulama ve platformlar korkumuz katlanacak mı? Bu korku karşısında nasıl adımlar atmak gerekir?
Melek Göregenli: Evet, şirketler için, “tüketiciler” olarak bilgilerimiz önemli ayrıca politik davranışlarımızı öngörmek ve kontrol etmek için de ama dediğim gibi, çevrimiçi konuşma platformlarından başka pek çok yolları var bunu yapmak için; bana, biz daha çok kendi ifade özgürlüğümüz varmış gibi davrandığımız çevrimiçi iletişim platformlarındaki edimlerimizin, kamusal-yerel otoriteyle paylaşılma ihtimalinden korkuyoruz gibi geliyor. Bu platformlarda kuşkusuz, “kendimiz gibi olma” imkanını sunduğu için de daha iyi hissediyoruz ayrıca bir tür görece özgür kamusal alanlar oluşturuyoruz. Gençliğimdeki kadar kolay değil hayat, okullarımızın, derneklerimizin etrafında dolanan gevrekçi ya da midyecileri kollamaktan ibaret değil devletin gözetiminden kaçmak; artık görünmüyorlar kolayca. Bir diğer kaygı da komplo teorilerinden beslenen ve kişinin kendisine, hikmeti kendinden menkul bir değer atfetmesi biçiminde ortaya çıkan kaygılar var. “Her adımımı izleyen küresel güçler var” fikrinden “Çip takıp beni kontrol edecekler” ya da “DNA’mızı değiştirip kısırlaştıracaklar” a kadar giden bir yelpazede ortaya çıkıyor. Aslında bu dünya görüşü de tek tek insanlar olarak, biricikliğimizi, özgünlüğümüzü ve gizemimizi hızla yitirip şeffaflaştığımız ve birbirimize benzediğimiz bu çağda, insanın kendisine bir “değer” atfetmesi ihtiyacını gösteriyor belki. Ayrıca, insanın giderek hayat üzerinde kontrolünü, siyasal iradesini kaybettiğinin kabulü gibi: “Ne yapsam başa çıkamayacağım bir dünya” bu fikri, bu durumda kaçmaktan ve yakalanmamak için uyanık olmaktan başka seçeneğim yok.
‘SONUÇLARLA DEĞİL NEDENLERLE MÜCADELE ETMELİYİZ’
Melek Göregenli: Ne yapmalı? Yanıtı çok zor bir soru bu; zorluğu, bu verili durumdan etkilenen insanların homojen bir grup olmamasından, ihtiyaçlarının, toplumsal konumlarının, siyasal varoluşlarının farklılığından kaynaklanıyor, tek bir cevap yok. Ama bence açık olan şu, sonuçlarla değil nedenlerle mücadele etmeliyiz. İfade özgürlüğünü, en azından, hukuk denen şeyin, yurttaşlar olarak bize vadettiği ilk ilkeyi, karşısında hepimizin eşit olduğu yazılı kuralları geri almak için harekete geçmeliyiz. İtiraz etmeli ve siyasal iradelerimizin yaşadığımız bu güvenlik ve korku toplumunu değiştirebileceği, bu, hiç kimsenin zaman dışı kalıcı bir ifade özgürlüğüne sahip olduğunu hissetmediği hegemonyaya mahkûm olmadığımız inancını yeniden inşa etmeliyiz. Yoksa, küresel ya da yerel egemenlerin keyfine keder bir hayat yaşamaya devam edeceğiz.
‘İYİ BİLDİĞİNİ DÜŞÜNDÜKLERİMİZİN DAVRANDIĞI GİBİ DAVRANIRIZ’
Bugün insanlar WhatsApp yerine başka mesajlaşma uygulamalarına toplu göç ediyor. Bu hareketin altında ne yatıyor? Daha iyi bir yer arayışı bu alanda nasıl açığa çıkıyor? Kullanıcılar bu dönmede neyi arıyor?
Melek Göregenli: Bence burada konformite devreye giriyor, durum belirsiz olduğunda uzmanlık gücü devreye girer ve iyi bildiğini düşündüklerimizin davrandığı gibi davranırız. Eğer iyi bir teknoloji okur-yazarı değilseniz, böyle olduğunu düşündüklerinizin peşine takılırsınız, olan bu. Bir başka yaklaşım da, “her dijital hareket bir iz bırakır ve o iz asla silinmez” cümlesinde saklı olan artık kaçacak yerimiz yok rahatlığı yani durmak. İnsanlar neyi arıyor, sanırım daha güvenli ortamları ama daha 70’lerde siyaset bilimci Westin’in, “Mahremiyet ve Özgürlük” kitabında tartıştığı gibi, teknolojik gelişmelerin sunduğu özgürleştirici gibi görünen koşulların, her düzeyde otorite ve gücün eline nasıl kontrol ve mahremiyet ihlali imkanları verdiğini hatırlayalım. Personel seçiminde uygulanan psikolojik testler, kamerayla gözetleme, açık ofisler hatta akıllı evler, Google vb., Facebook vb., sistemlerden çok daha önce hakkımızda hiç de kontrolümüzde olmayan bilgilere sahip olmanın yollarıydı.
PALTFORMLARIN HİÇBİRİ VAZGEÇİLMEZİMİZ DEĞİL’
Whatsapp, ‘gizlilik ilkesi’ onay son tarihini gelen tepkiler üzerine ileri bir tarihe erteledi. Bu tarz platformlar bizim vazgeçilmezimiz olarak kabul ediliyor ve gündelik yaşamımızın büyük çoğunluğunu kaplıyor. Zaman geçtikçe daha da vazgeçemediğimiz, bağımlı olduğumuz bir form mu ortaya çıkacak?
Sarphan Uzunoğlu: Bu platformların hiçbiri bizim vazgeçilmezimiz değil. Dönemsel olarak hayatımıza girip çıkıyorlar. 90’larda MIRC, ICQ gibi teknolojilerle sohbet ediyorduk bilgisayar üstünden daha çok. 2000’lerle birlikte MSN ve Gtalk devri başladı. 2010’lar da Whatsapp gibi uygulamalara ait bir dönem oldu. Elbette bir dönem kapandı diyemeyiz; ama tüm bu platformlardan göçler legal, finansal ya da tüketici tercihiyle ilgili kimi gerekçelerle ortaya çıktı. Whatsapp, gizlilik ve güvenliğe ilişkin kaygının yüksek ve devletlerle teknoloji şirketlerine yönelik güvenin düşük olduğu bir dönemde yeni bir gizlilik sözleşmesini devreye soktu. Bazı kullanıcılar sözleşmeye göz atmadan kabul etti, bazı kullanıcılar da hızla “nereye göçeceğiz” sorusunu sordu. Talihsiz zamanlama büyük bir kullanıcı göçüne neden oldu. Her platformun vadesi bu tarz kararlarla doluyor aslında.
‘YENİ PLATFORMLARA ALIŞACAĞIZ’
Bağımlılık meselesine gelince, evet yeni platformlara alışacağız. Mesela Türkiye’de benim üniversitedeki öğrencilerimin kuşağı için Discord çok daha popüler bir mesajlaşma ve haberleşme uygulaması. Hatta bazı start-up’lar işlerini bile oradan görüyor. Şimdilik göç yollarının üstünde Signal ve ne yazık ki Telegram ve BİP duruyor. Signal’in doğru yol olduğunu düşünmekle birlikte göçün diğer kanallara olmasının er geç Signal ve benzeri ciddi güvenlik protokolleri sağlayan bir uygulamaya daha kuvvetli bir göçü tetikleyeceği kanısındayım.
‘BİLİNÇLİ BİR TÜKETİCİ TOPLULUĞUNDAN BAHSETMEK GÜÇ’
Bugün kullanıcıların tepkisinin ardından şirketin kararını ertelediği bir sonuç ortaya çıktı. Toplum tarafından yükselen bu tepki bilinçli, ayakları yere sağlam basan bir tepki miydi? Başka mesajlaşma uygulamalarına yönelirken bilinçli bir tavırla mı hareket edildi?
Sarphan Uzunoğlu: Bilinçli bir tüketici topluluğundan bahsetmek oldukça güç. Bence sosyal ağlarda bu konu gündem edilmeseydi, medya tarafından haberleştirilmeseydi, teknoloji muhabirleri vs. meseleye eğilmeseydi farkına bile varılmadan bu tarz bir sözleşmeyle hayata devam edilebilirdi. Tepkinin ayaklarının yere sağlam basması ilk kez medyanın bir konuya gerçekten kapsamlı bir şekilde eğilmesiyle ilgili. Elbette çok sayıda yanlış bilgi de ortaya çıktı bu dönemde. Zaten insanların Whatsapp’a alternatif uygulama tercihleri de bunu gösteriyor. Ben tepkinin bu kadar büyük olmasını şuna bağlıyorum. Whatsapp bizim Dark Social olarak adlandırdığımız içeriklerin kamuya açık paylaşılmadığı görece gizlilik sağlayan bir sosyal ağ esasında. İnsanların haber ve bilgi paylaşımı yaparken Twitter ya da Instagram’a göre çok daha özgür oldukları bir alan. İnsanlar ellerindeki kısıtlı özgürlük alanını kaybetme korkusuyla bunu yaptılar. Yoksa, normal şartlarda şirketlere ve devletlere verdiğimiz veri inanılır gibi boyutlarda değil.
‘KULLANICIYI YENİ FORMLARA YARI-ZORUNLU GEÇİŞ YAPMAYA ZORLAYAN TREND SÖZ KONUSU’
Bu uygulamalar milyarlarca kullanıcıya erişiyor. Peki gün geçtikçe tekelleşen bir form mu açığa çıkacak? Bu uygulamaların gelecekteki yansımalarına olası eylemlerine dair ne öngörüyorsunuz?
Sarphan Uzunoğlu: Sahiplik bağlamında şu an zaten Facebook ve Google’ın başını çektiği bir duopolden bahsediliyor mevzu iletişim uygulamaları olduğunda. Listeye Twitter, Amazon, Snapchat gibi şirketleri de kattığınızda büyük teknoloji şirketlerinin birbirlerine benzeyen formlardaki ürünleri olduğunu, ürünler içerisindeki modüllerin de sürekli olarak benzeştiğini görüyoruz. Bunun en basit örnekleri Tiktok sonrası dönemde Instagram Reels’in ortaya çıkışı, ya da Snapchat’i taklit ederek ortaya çıkan Instagram Stories. Formdaki bu benzeşmeler, giyim endüstrisindeki moda akımları gibi. Birbirlerinden feyz alan ve benzeşmeyi tetikleyen, kullanıcıyı da yeni formlara neredeyse yarı-zorunlu bir şekilde geçiş yapmaya zorlayan bir trend söz konusu. Örneğin yakın zamanda takip ettiğim Youtuber’lardan bazıları ciddi şekilde Tiktok hesaplarını tanıtmaya başladılar. Çünkü insanların yoğun olarak tükettikleri formda bir değişiklik meydana geldi. Sponsorlar ve destekçiler takip ettikleri influencer’ları resmen bu yeni alanlara çektiler. Ben bunu bir format tekeli meselesi olarak görmüyorum; ama her mecranın bir ruhu olduğunu ve o ruhla fazla oynandığında mecranın özgünlüğünü ve manasını yitirdiğini düşünüyorum. Bugün Twitter’ın fleets özelliğinin ya da sesli Tweet’lerinin ne işe yaradığını, toplumsal diyaloga nasıl bir katkısı olduğunu ben anlamış değilim. Ama bir zorunlu benzeşme, formatta ortaklaşma hali var gibi görünüyor. Neticede tıpkı Tiktok gibi birileri çıkıp kendi formatlarıyla piyasanın bir kez daha canına okuyacak, bunu daha iyi bir formatla ya da daha iyi bir teknolojiyle yapacaklar; sonrasında da taklit edilecekler. Bu bir kısır döngü gibi duruyor.
‘ŞİRKETLERİN VERİYİ DAHA ETKİLİ İŞLEME İSTEĞİ ASLA GEÇİP GİTMEYECEK’
WhatsApp’ın bugün atmaya niyetlendiği adımına benzer gelecekte ne tür adımlar görebiliriz ve ne tür tepkiler açığa çıkabilir?
Sarphan Uzunoğlu: Şirketlerin veriyi daha açıktan daha hızlı ve daha etkili işleme isteği asla geçip gitmeyecek. Daha da önemlisi, devletlerin de bu veriyi regüle etme ve o sırada şirketlerin işlediği veriye erişme isteği ortadan kalkmayacak. Signal gibi açık kaynaklı ve ticariden ziyade etik kaygılar üzerine varlığını inşa etmiş uygulamaların daha sık ve daha geniş kitlelerce kullanımı tek mantıklı tepki. Ama Whatsapp’a güvenmeyip BİP’e kaçanları gördükçe ortaya çıkacak tepkinin rasyonelliği konusundaki şüphem açıkçası azalıyor.