Çekilemeyerek sinema tarihine geçmiş bir film, Jodorowsky'nin Dune'u. Unutulmaz bir romanı, deli dolu bir yönetmeni yeniden hatırlatıyor. Beraberinde sanat tarihi ve Hollywood'un stüdyo düzeni hakkında pek çok soruyla birlikte...
Sanat tarihi gerçekleşmemiş fikirler, hakkı teslim edilmemiş eserlerle doludur. Bir eserin, resmin, romanın, filmin, onu yaratan sanatçının tarihe geçmesi eserin gücü kadar sanatçının hikayesine ve dönemin ruhuna uygun olmasına da bağlı. Tüm bu içinden çıkılmaz denklem çoğu kez 'şans' sözcüğüyle geçiştiriliverir...
Bunları aklıma getiren geçen hafta tesadüfen televizyonda seyrettiğim bir belgesel film oldu: Jodorowsky's Dune. Hiç çekilmemiş bir filme övgü niteliğinde bir belgesel. Frank Pavich'in 2013 tarihli bu belgesel filmi, bilmediğim bir sinema efsanesini anlatıyordu. Meğer Frank Herbert'in o müthiş roman serisi Dune'u, edebiyattaki iddiasına yaraşır bir biçimde filme alacak birileri çıkmış. Ama sinema endüstrisi tarafından püskürtülmüşler.
Dune'u 90'larda Sarmal Yayınları'nın baskılarından yutarcasına okumuştum. Şimdi İthaki'den Dost Körpe çevirileriyle basılıyor. Frank Herbert, ilhamını çöl kabilelerinden alan bilim kurgu romanlarını 1965'te yazmış. Kitabı müthiş kılan tamamen kendine ait bir dünya kurabilmesi. Çöl Gezegeni Dune'un susuz bir dünyada hayatta kalmayı başaran halkı Fremenler, onların baş düşmanı olan yönetici sınıflar ve Harkonnen ailesi, evreni kontrol eden tüccarlar loncası, çölün hakimi dev solucanlar ve ezilenleri bir araya getiren bir mesih Paul Muaddib.
Tabii ki Fremenler beyaz adam Paul'ün öğretileri ve liderliğinde ayaklanacak özgürlüklerini ve daha iyi bir hayatı talep edeceklerdir. Evrenin güç, iktidar ve para savaşlarında denklemi bozacak bir saldırıya geçerler.
Bilim kurgu literatürünün bu en müthiş romanlarından biri, Dune serisi Türkiye'de garip bir şekilde az ilgi görmüştür. İşin garipliği Frank Herbert'in Arap ve İslam kültüründen pek çok şeyi kurguladığı bu dünyanın kavram ve terminolojisine yerleştirmiş olmasından kaynaklanıyor. Yani aslında benzerleri arasında en doğulu metin Dune serisidir. Ama belki Türkler, İslam inancına bu kadar fazla sokulmasından hoşlanmamış olabilirler. Nitekim çöl halklarını bilinçlendiren mesih karakterinde aşikar bir 'kurtarıcı beyaz adam' motifi vardır.
Bu şahane romanın bir sinema uyarlaması var aslında. Yönetmeni pek çoğumuzun hayranı olduğu Kayıp Otoban, Fil Adam, Mulholand Çıkmazı filmlerine imza atmış David Lynch. Başrolünde ise Sting var. Ama film o kadar kötü o kadar kötü ki kimse hatırlamak bile istemez. Büyük usta Dune'u sinemaya aktarmayı becerememiş, ortaya bizim Dünyayı Kurtaran Adam tadında bir yapım çıkmış, 1984 yılında... İşin kötü yanı bir daha kimse Dune'u beyaz perdeye uyarlamaya girişememiş. Adeta romanın da önü kesilmiş.
Söz konusu belgeselde artık 80'nine varmış Jodorowsky, Lynch'in filmine oğlunun zoruyla gittiğini anlatıyor. Felçli gibiydim, oraya adeta sürüklendim, ama film başladığında birden neşelendim diyor, “Çünkü film çok kötüydü!”
Oysa Jodorowsky bu film için 1973'te işe koyulmuş. Müziklerinden, efektlerine tüm sahnelerin tasarımına çok özenmiş ve ilginç bir kadro kurmuş. Mesela o dünyayı yaratma işini İsviçreli bir ressam olan H.R Giger'a vermiş. Evet, Alien yani Yaratık'ın yaratıcısı H.R Giger. Bu karanlık dahi, sinemaya ilk katkısını Dune için yapmış. Uzay gemilerinden Dune gezegeninin tasarımına, Harkonnen şatosundan kıyafetlere her şeyi tasarlamış. Yaptığı resimlerden story board'lar hazırlanmış.
Müzikler için Pink Floyd, Mike Oldfield ve Magma ile anlaşmış, oyuncular ise ayrı bir alem. Baron Harkonnen rolü için Orson Welles'i Paris'te bir lokantada şarap ikram ederek, Mick Jagger'ı bir partide bulup konuşarak ikna etmiş.
Salvador Dali, Amanda Lear, David Carradine gibi isimleri de ekibe katmış. İki yıl süren hazırlık iki milyon dolarlık bütçeyi yiyip bitirmiş. 15 saatlik senaryoyu çekmek için gereken 15 milyon doları bulmak üzere Amerika'ya gitmişler. Ellerinde bütün görsel malzemeyi topladıkları, görenin hayran kaldığı devasa bir kitapla... Ama stüdyolar Jodorwsky ve Fransız yapımcısı Michel Seydoux'ya istedikleri parayı vermemiş. Çünkü projeyi Amerikalı izleyici için fazla sofistike bulmuşlar. “Benden filmi 1.5 saate düşürmemi istediler. Neden 1.5 saatlik bir film çekeyim, ben 15-20 saatlik bir film çekmek istiyordum” diyor Jodorowsky.
Sonunda her şey iptal olmuş. Seydoux, dostu Jodorowsky'nin yaşadığı şoktan dolayı yıllarca film çekemediğini söylüyor. Bir süre sonra Dune'un sinema hakları bir başka yapımcıya geçmiş ve film, Lynch'e gitmiş.
O zaman Jodorowsky'nin Dune Kitabı, Los Angeles'taki bütün stüdyolara dağıtılmıştı, bu sayede daha sonraki pek çok büyük projede 'kullanıldı' deniyor. Her gerçekleşmemiş efsane gibi, buradaki iyi fikirlerin de yağmalandığına dair bir inanç var. Starwars, Alien, Terinator gibi filmlerin bu kaynaktan yararlandığı iddia ediliyor belgeselde.
Alejandro Jodorowsky'i sinema meraklıları bilir. Sinemanın mistik, avangard, kült ve biraz da uyumsuz isimlerinden biri. Çok fazla film çekmemiş; belki de Seydoux'nun dediği Dune'dan sonra küstüğü için. Aradan 40 yıl geçtikten sonra hala o çekemediği sahneleri büyük bir coşkuyla anlatıyor. “İyi bir uyarlama evlilik gibidir” diyor. Ama kavgalı, gürültülü berbat bir evlilik onun kafasındaki. “Herbert'in romanını paramparça ettim, hatta ona tecavüz ettim. Ama sevgi dolu bir tecavüz” gibi deli deli anlatıyor. Söyledikleri ne olursa olsun bu 'şansını kaybetmiş' sanatçının tutkusuna sempati ve hatta hayranlık duyuyorsunuz. Eğer o filmi çekebilseydi sinema tarihinde her şeyin başka yazılabileceğini biliyorsunuz.
Belki de bilim kurgu türünün ikonik yapıtı Starwars değil de Dune olacaktı. Yüzde yüz Amerikan bir film değil, biraz Avrupalı ve Fransız bir yapıt. Belki, pek çok başka film, dizi, milyonlarca hayran Lucas'ın değil Jodorowsky'nin adını bilecek, festivallerde küçük özel bölümlerin değil onur ödüllerinin konuğu olacaktı... Belki.
Belki de o projeden geriye sadece bir efsane kalması Jodorowsky gibi delimsek bir yaratıcı için daha hoş bir netice oldu. Aslında stüdyo düzeni ve ticari sinemayla asla başa çıkamayacak bir sanatçı için baştan belli bir sondu bu. Hiç gerçekleşmemiş bir proje, bir büyük fiyasko, anlatılacak bir hikaye olarak tarihe geçti, ilginç bir anlatıya dönüştü.
Bu yazıyı yazarken aradım, eski baskı Dune'larımı bulamadım. Altı kitaplık takımı yeniden alacağım. Belki, yeniden okurum, okumasam da bana Frank Herbert'i ve Jodorowsky'i hatırlatırlar...
Not: Bu yazı Wikipedia'dan yararlanılarak yazılmıştır. Cuma gecesi Dune ve filmler hakkında aklımda kalan bilgilerin çoğunu Wikipedia'dan teyid edip yazmıştım. Ertesi sabah uyandığımda, yıllardır kullandığım bu özgür bilgi kaynağının kapatıldığını öğrendim... Dünyamız biraz daha daraldı...