Memleketimiz ve bilhassa devletimiz, dirliğimiz düzenimiz, birliğimiz beraberliğimiz kendini sürekli ve istikrarlı ifade etmek için çırpınıyor.
Anayasa Mahkemesi’nde 110 bin bireysel başvuru varmış. Çoğu uzun yargılamadan ötürü.
Hiddet hukukunun cevval olduğu memlekette, hakiki adaletin tecellisinin gecikmesi, yanılması, yanlış olması, bastırılması ne acı ve ne kadar normalleşmiş!
110 bin, bir sayı.
İçinde hakkaniyetin son umutlarıyla, haksızlıkların olanca yüküyle üst üste yığılmış insanlar var.
Doktorların istifası, gidenlerin yeni bir hayat ve adalet umudu ile, gitmek istemeyenlerin, kalmak için birbirleriyle dayanışma arayanların mücadelesi var bir yanda.
Hoyratlık herkesi bir şekilde vuruyor ama o herkesin bir diğerine omuz vermesi hiç kolay olmuyor.
Yukarıdan aşağıya, devam ediyorum…
Kopuk kopuk. Çünkü bu adalet arayışları arasındaki hatlar da kopuk.
Yani hakkını arayan, adaletsizlikten yakınan kaçımız için, Güneydoğu’da 20 kadar gazetecinin gözaltına alınmasının bir hak-hukuk manası var? Otomatik olarak “terör”e bağlıyor ezbere zihinler.
Bir zamanlar devlet de bazı basın örgütleri de, Güneydoğu’da tutuklanan ve o zamanlar çok çok da öldürülen gazetecilerin “gazeteci olmadığını” ispata çalışırdı.
Sonra AKP geldi, bu içtihadı aynen aldı.
O basın örgütleri bu kez bir baktı ki, “kendilerinden olanlar” da o içtihat ile suçlanıyor, hapsediliyor!
“Kürt meselesi”nde ne yaparlarsa daha çok oy alacaklarını 20 yılda bin defa şaşırmış olanlar, hadi onu bırak, “parti kapatmalara karşı” sözde demokrasiden yana bağırıp çağırmış olanlar, şimdi açık mı tutsak kapattırsak mı HDP’yi diye gidip geliyor.
Ne büyük mesafe kat edilmiş şu 20 yılda da! Demokrasi nasıl gelişmiş, nasıl değerli, ayrımsız, adil olmuş böyle!
Kiracı ev sahibiyle konuşurken, bunlar aklında değil tabii.
Ama öldürüyor işte.
Kediye “Gel oğlum” deyince kendisine oğlum dedi diye öfkelenen arkadaşını öldüren genç de, bir saat öncesinde dünyanın bin tür adaletsizliğiyle, bin tür şaşkınlığıyla, bin tür öfkesiyle ilgisizdi muhtemelen.
Bir aya 30 kadının “sevenleri” marifetiyle öldürülmesi de düşüyor; iş cinayetleri, sinir krizinin eşiğinde dolaşan milyonlar da.
Bu ülkenin biraz mutlu olmaya hakkı vardı ve 20 yaşındaki bir genç doğduğunda, balkonlardan öyle umutlar saçanlar, onun 20 yaşına umutsuzluk, hoyratlık, geleceksizlik, güvensizlik, öfke, bunalım boca etti.
Hâlâ her konuşma, her demeç öfkeyle yatıp öfkeyle kalkıyor.
Bir kez olsun şu ülkenin insanlarını ayrımsız görebilmek, yani o mevkilerde bir gün olsun bunu düşünebilmek, bir kez olsun büyük, kırıcı, yarıcı yanlışlarının farkında olabilmek bu kadar mı imkânsız!
Kendi oğlunun sünnet düğününde, davetlileriyle birlikte fırtınaya, yağmura yakalanan Meteoroloji müdürünün ülkesi burası.
Keşke her yanılma bu kadar tabiata münasip, keşke bu kadar düğün dernek, keşke bu kadar havadan sudan olsa!
Yüzbinlerce haksızlık, binlerce ölü-şehit-kayıp, kayıp giden tutunulamayan hayatlar, açılmış uçurumlar, kitle desteğiyle imtiyazlı bir azınlık inşası, çocuklarının yüzüne bakamayan ana babalar…
Bize birbirimize ettiklerimiz için utanç lazım ama sırf sana bana değil.
Çünkü yaşadığımız bir ömür ve…
Kibrin sonu da kabir!