Türkiye’nin en sevdiğimiz, gitmesek de görmesek de orada
olmasından mutluluk duyduğumuz güzelim ormanları yanıp kül oldukça
hepimizin içi karardı. Ülkeyi şok eden ve hâlâ da süren bu felaket
biliyoruz ki bize özgü değil. Şu sıralar Atinalılar dumandan
evlerine hapsolmuş vaziyette. Bizimle aynı zamanda İtalya’da
görülmemiş yangınlar vardı. Amerika ve Afrika’da belki de
Türkiye’nin toplam ormanları kadar yer yandı, yanıyor. Durum
böyleyken sabotajdan, teröristlerden bahsetmek meseleyi gündelik
siyasetle boğuntuya getirmekten başka bir şey değil. Yangınların
sebebi iklim değişikliği. Bu gerçeği artık Marmaris Belediye
Başkanı’ndan Rusya Devlet Başkanı’na kadar herkes açıkça söylüyor. Belediye
Başkanı Mehmet Oktay, İrfan Aktan’a verdiği röportajda “Gerçek anlamda
sabotaj iklim krizidir. İklimlerin çok kaydığını, değiştiğini
hepimiz çok net görebiliyoruz” dedi. Dedi, ama herkes gerçekten
görüyor mu, gördüğünü kabul ediyor mu emin değilim.
Zamanın ruhu bu: Hakikat sonrası çağın siyasi inançlarla aklı
bağlanmış kitleleri aşikâr olanı bile reddetme eğiliminde.
Dünya onlarca yıllardır iklim değişikliğini tartışıyor. Sanki
tartışacak bir yanı varmış gibi. Ya da hâlâ aşı olmamayı
savunabilenler var, sanki savunulacak bir yanı varmış gibi…
Açıkçası siyasi kamplaşmanın bir ürünü de uçak tartışması. Evet,
Türkiye yeterince tedbir almadı. Kurban derisi kavgasından mimli
THK pasifize edildi ve hazırda yeterince uçağımız yoktu. Olsaydı,
çok daha az zarar görecektik, ama kâbus yine de yaşanacaktı.
Önümüzdeki yıllarda yine böyle büyük, belki çok daha büyük orman
yangınları çıkacak. Bu felaketi hiçbir uçak filosu engelleyemez,
nitekim dünyanın en zengin ülkelerinde de engelleyemiyor; ormanlar
yanıp kül oluyor.
Ortak aklın gerçek sebebi görmesi ve iklim değişikliğine, hatta
içinde bulunduğumuz durum itibariyle ‘iklim felaketine’ çözüm
üretmek üzere harekete geçmesi lazım. Hemen şimdi.
Tanınmış gazeteci ve eylemci Naomi Klein ‘On Fire’ adlı
kitabında iklim değişikliğini önlemek üzere bilim insanları ve
siyasetçilerin bir araya gelmesinin üstünden otuz yıldan fazla
zaman geçtiğini ama sürede hiçbir somut şey yapılmadığı gibi
küresel karbon emisyonlarının çok daha fazla arttığını söylüyor.
Dünyayı saran yangınları anlattıktan sonra yeni bir dünya düzeni
kurulması gerektiğine işaret ediyor: “Ortalık yangın yerine dönmüş
durumda, üstelik bunun beklenmedik bir tarafı da yok. Göstermelik
vaatler, önemsenmeyen gelecekler ve feda edilen insanların üzerine
inşa edilmiş bir şeyin çökmeye mahkûm olduğu en başından belliydi
zaten. Her şeyimizi kurtarmak için artık çok geç kaldık, ama halen
birbirimizi ve bizim dışımızda kalan pek çok canlı türünü
kurtarabiliriz. Elele verip yangını söndürelim ve yerine bambaşka
bir şey inşa edelim. Belki biraz daha az şatafatlı bir yer olur ama
barınma ve korunma ihtiyacı olan herkese yetecek kadar büyük
olur.”
Klein’ın ‘herkese yetecek’ bir dünya için önerdiği ‘yeni dünya
düzeni’nin adı ‘Yeşil Yeni Düzen’. İsmini 1930’larda ABD’de
yoksulluğu ve ekonomik krizin etkilerini ortadan kaldıran Roosevelt
planı ‘Yeni Düzen’den alıyor. İklim değişikliğini önleyecek
tedbirler alınmasını isteyen Yeşil Yeni Düzen taraftarları bir
yandan da başta yoksul ve dezavantajlı ülkeler ve toplumsal gruplar
olmak üzere tüm insanlık için yeni ekonomik politikaların devreye
sokulmasını öneriyorlar. Çünkü fosil yakıtlardan uzaklaşılması,
tüketimin azaltılması yeni bir yaşam biçiminin tercih edilmesi
sayısız insanın daha da yoksullaşmasına neden olabilir. Küresel
ekonominin zaten mahvettiği bu kesimlerin korunması gerekiyor.
Değişimin ekonomik bedelini ise özel sektör ve kamunun paylaşması,
zengin ulusların bu konuda öncülük etmesi isteniyor. Görünürde
Amerikan Demokratlarından, Avrupalı Yeşillere kadar pek çok siyasi
grubun benimsediği bir yaklaşım Yeşil Yeni Düzen. Bernie Sanders bu
politikanın sıkı savunucularından biriydi, İngiliz İşçi Partisi’nin
eski lideri Corbyn de öyle… Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın
bu konuda kapsamlı bir raporu var, ABD’de konunun ateşli
savunucularından biri Noam Chomsky… Yeşil Yeni Düzen, sol eğilimli
merkez siyasetin benimsediği bir yaklaşım, çünkü ekonomik büyümenin
sürdürülmesi de hedeflerden biri. Dolayısıyla ‘siyasi olarak
gerçekçi’ ve ‘iktisadi olarak uygulanabilir’ bulunuyor.
Günümüzde iklim değişikliği için kılını kıpırdatmayanların en
büyük derdi bu: Mevcut ekonomik düzeni sarsmamak. Hele ki ulus
devletlerin sınırlarına beton bloklar diktiği, süper güçler
arasındaki ekonomik rekabetin bu kadar kızıştığı bir dönemde, kimse
yarıştan geri kalmak istemiyor. Kimse kimseye güvenmiyor ve ortak
bir eyleme geçilemiyor. Paris Anlaşması gibi 2030’da karbon
salınımını yüzde 45 azaltmayı hedefleyen sözleşmeler bir türlü
uygulanmıyor. Nitekim iklim değişikliğini ‘uydurma’ olarak
niteleyen Trump ABD’yi bu anlaşmadan çekmişti. Şimdi Demokrat Biden
geri dönüyor. Ama siyasetçiler ülkelerindeki büyük sermaye
grupları, fosil yakıt şirketleri, otomobil üreticileri ve belki de
en önemlisi büyümek daha büyüyüp herkesten güçlü olmak tutkusuna
kapılmış seçmen kitleleri karşısında eğilip bükülüyorlar. Bir türlü
gerekli atılım yapılamıyor. Bu tıkanıklık için aklı başında olanlar
birtakım çareler önermeye girişmiş durumda. Hatta Bill Gates bile…
Kendini dünya meselelerine adayan küresel zengin Gates, konuyla
ilgili kitabında elektrikli arabalar ve yenilenebilir enerjiye
dikkat çekiyor. Biraz da kehanette bulunuyor, insanlığın zorda
kalınca teknolojisini yenileyeceğini ve yepyeni bir yaşam biçiminin
yakın olduğunu söylüyor. Tıpkı kişisel bilgisayarların hayatımıza
girip, onu dönüştürmesi gibi…
Yeşil Yeni Düzen’i ise öncelikle kapitalizmi hayatta tutmaya
çalışan bir yaklaşım olarak eleştirenler çok. Bu konuda gerçekten
doyurucu bir analiz ve eleştiri için Polenekoloji
sitesindeki Aykut Çoban imzalı ‘Vaatler ve Gerçekler’
başlıklı makaleyi okumalı. Çoban,
ekolojik yıkımın emek sömürüsüyle aynı toplumsal çelişkilerden
beslendiğini, dolayısıyla ‘iktisadi olarak uygulanabilir’ diye
sunulan tüm politikaların zaman kaybından başka bir şey olmadığını
savunuyor.
Yaşadığımız hayat geri dönülmez biçimde değişti. İklim
değişikliğinin sonuçları konusunda yıllardır söylenen ‘ihtimaller’
bir bir gerçekleşiyor. Belki de en kötü senaryolar pek yakında
dünyayı bir sel gibi kaplayacak, önlenemez bir yangın gibi
sınırları aşıp bütün toplumları etkileyecek. Dünyadaki bütün
uzmanlar ve bilim insanları yangınların, sellerin ve kuraklığın
iklim değişikliğinden kaynaklandığı konusunda hemfikir. Artık
siyasetçiler de bunu inkâr etmiyor. Buna rağmen dünya siyasetinin
temel paradigmaları hâlâ güvenlik, kalkınma, ekonomik güç. Oysa
yukarıda anlattığım tartışmalardan da görülüyor ki bundan sonra
iklim eksenli yepyeni bir paradigma kendini dayatacak.
Böyle giderse ne yangınlar bitecek ne su baskınları ne
heyelanlar… Yaşadığımız hayat bir kabusa dönüşürken çok sevdiğimiz
doğanın, ağaçların, balıkların, hayvanların yok olduğunu göreceğiz.
Bunu durdurmak için uluslararası bir dayanışma ve ortak tavır
gerekiyor. Türkiye’nin siyasetçilerinden bu anlamda öncü bir rol
üstlenmelerini beklemek gerçekçi olmayabilir. Ama en azından biz,
artık onlardan bunu talep edebiliriz; etmeliyiz.