Kanal İstanbul ÇED raporunda, kanalın yapım gerekçesi olarak öncelikle, istatistikler tersini söylese de, ilerde artacak Boğaz trafiği gösteriliyor. Kanalın yapımı ile deniz trafiğinin buraya yönlendirileceği ve böylelikle kadim kent İstanbul’un güzelliklerinin korunacağı anlatılıyor.
Gerçekten de İstanbul’dan bahsedilirken 8 bin 500 yıllık zengin geçmişinden, üç ayrı imparatorluğa başkentlik yapmasından, Doğu ile Batı'nın buluştuğu bir kültür köprüsü olmasından, Boğaz’ın yazarlara, şairlere ilham kaynağı olan eşsiz güzelliğinden, tarihi, doğası, kültürü, insanı ile dünyada benzeri olmadığından söz edilir.
Bu İstanbul güzellemesi böyle uzar gider ama hadi dürüst olalım, İstanbul çirkin bir kent. Gri, sevimsiz, çürük, sağlıksız yapılar yığını. Yapılar arada hiç boşluk bırakmamacasına yağ gibi her yere yayılmış. Avrupa’nın dört metrekare ile kişi başına en düşük yeşil alanına sahip. İnsanlar işlerine gidip gelirlerken trafikte günde ortalama üç saat geçiriyorlar. Altyapı yetersiz. Elektrik, su kesintileri olağan sayılıyor. Her yağmurda su baskınları oluyor, altgeçitler doluyor, insanlar ölüyor.
Ya, Ortaçağ seyyahlarının güzelliğini öve öve bitiremedikleri İstanbul Boğaz’ı, İstanbullular için bugün ne ifade ediyor?
Boğaz kıyılarının her santimetresi zapt edilmiş durumda. Her iki sahil boyunca devam eden yollar, İstanbul ile Boğaz’ı birbirlerinden koparıyorlar. İnsanların kıyı ile buluşacağı nadir yerlerin çoğu ise özel işletmelerin elinde. Eğer Boğaz kıyısında kafa dinlemek, yemek yemek, çay içmek isterseniz, ödemeniz gereken bedel çok yüksek. Kısacası İstanbul Boğazı İstanbulluya yasak, sadece belli bir gelir grubunun kullanımına açık.
1950’li yıllardan beri Boğaz’ın güzellikleri yağmalanıyor, tepeleri yapılar ile dolarken yeşil alanları azalıyor. Yapılan her köprü, adım adım bu yağmayı kuzeye taşıdı. Tepelerin ardından gökdelenler pervasızca yükseliyorlar. Bir türlü şekle şemale sokulamayan Kadıköy, Üsküdar, Beşiktaş meydanları yıllardır ulaşım - transfer noktası olmaktan öteye geçemediler. Kabataş Martı projesi gibi bir garabetin Boğaz’ın orta yerine konmasında, Tarihi Yarımada’nın silueti ile yarışan devasa bir caminin Çamlıca Tepesi’ne dikilmesinde ya da Galataport adına tarihi Karaköy Yolcu Salonu ve Paket Postanesi’nin yıkılmasında sakınca görülmüyor.
Evet, ÇED raporunda korunmasından bahsedilen İstanbul Boğazı'nın şimdiki durumu bu.
SERMAYENİN İSTANBUL’U
İstanbul, özellikle AKP iktidara geldikten sonra büyük bir dönüşüm geçirmeye başladı. Küresel kentler yarışmasında iddialı bir kent olarak küresel büyük sermayeye açıldı. Yaratılan inşaat imparatorluğunun bütün enstrümanları İstanbul’da yoğunlaştı. Kamu Özel İşbirlikleri (KÖİ) ile kent içindeki değerli kamu arsaları özel mülkiyete geçirildi, imar kuralları değiştirildi, oluşan mutlak rant büyük sermayeye aktarıldı ve en sonunda 15 milyonluk mega bir kente dönüşen İstanbul tükenme noktasına geldi.
Ülkenin siyasal ve ekonomik durumuna bakıldığında, bugün İstanbul’un küresel kent olma iddiasında çok gerilere düştüğü açık. Yeni ve çok daha büyük bir rant ekonomisi alanı yaratmak iktidarın beka sorununa dönüştü. AKP hükümeti çözümü yeni bir küresel marka yaratmakta arıyor. Kanal İstanbul bir rant projesidir diyenler haklı. Ama İstanbul üzerinde yaratılan rant ekonomisinden farklı olarak Kanal İstanbul metasız mekanı metalaştırma projesidir.
Bunun için Marmara’dan Karadeniz’e uzanan bir koridoru alıp, ortasına kanal açıp, iki yanına kent kurarak, devasa bir alanı kent toprağına çevirmek amaçlanıyor. Daha önceki ekonomik değeri orman, mera, tarım arazisi, sulak alan olan bir bölge birden yüksek rant bölgesine dönüşecek ve yepyeni, gıcır gıcır, sıfırdan bir kent yaratılacak. Pek inandırıcı olmasa da 500 bin nüfuslu, yeşillikler içinde bir kent. İlk tümüyle akıllı kent uygulaması için burası seçiliyor. İstanbul Havaalanı'nın konumuna bakıldığında asıl yeni kentin seçkinleri için yapıldığı da ortada.
İstanbul Havaalanı'nın bir parçası olarak inşa edilen Airport City, Kanal İstanbul’un kongre, sağlık turizmi, finans merkezine dönüşmesi, yat turizmi, lüks konut alanları ve bütün yatırımların buraya yoğunlaşması ile yeni kent, eski kent İstanbul ile yarışmaya başlayacak: İstanbul değersizleşecek, köhneleşecek.
Anlatmaya çalıştığım şu: Şu an Kanal İstanbul üzerinden yapılan tartışmalar daha çok ekolojik felaket senaryoları hakkında. İstanbul’un sonunu sadece ekolojik sorunlar değil, aynı zamanda bir kentin yanına sıfırdan bir kent kurmanın yaratacağı mekânsal sorunlar getirecek. “Ya Kanal Ya İstanbul” sloganı ile hem İstanbul’un değersizleştirilmesine karşı hem de bugüne kadar yapılanlar ile İstanbul’u nasıl yok ettiğimize dair yeni bir bilinç oluşacağını ümit ediyorum.