İzmir kulübü Göztepe’nin yüzde 70 hissesi Londra merkezli spor yatırım şirketi Sports Republic’e satıldı. İmza töreninde Göztepe’nin mevcut sahibi Mehmet Sepil, Sports Republic kurucu ortağı ve yönetim kurulu başkanı Henrik Kraft ile diğer kurucu ortak ve CEO Rasmus Ankersen yer aldı. Kulübün yüzde 30’u ve amatör branşları Sepil yönetiminde kalmaya devam edecek. Yeni sahipler Türkiye, İzmir ve Göztepe’nin potansiyeline vurgu yaptı. Satış bedeli henüz açıklanmazken bu alışverişle birlikte Türk futbolunda yabancı sahipler çağı resmen başlamış oldu.
SPORTS REPUBLIC VE ANKERSEN
Sports Republic’in törende yer almayan üçüncü bir kurucusu daha var. Şirketin baş yatırımcısı Dragan Šolak, Sırbistan’ın telekomünikasyon ve medya devlerinden biri. Yine teknoloji yatırımcısı olan Danimarka asıllı Amerikalı Kraft futbol analiz yazılımlarında uzman. Organizasyonun merkezindeki futbol aklı ise geçmişte FC Midtjylland, Brentford FC gibi kulüplerde ciddi başarılara imza atmış Danimarkalı Ankersen.
Sakatlık yüzünden futbol kariyeri başlamadan biten Ankersen’in alametifarikası yetenek tespiti, analizi ve gelişimi. Bu konuda yazdığı “The Gold Mine Effect” adlı kitap sayesinde, Oxford mezunu profesyonel bahisçi ve o günlerde üçüncü kümede bulunan Brentford’ın sahibi Matthew Benham ile tanışmış. Ankersen’in teorilerini pratiğe dökmeye karar vermişler. Bunun üzerine hem Brentford’da hem de Benham’ın satın aldığı ikinci kulüp olan FC Midtyjlland’da beraber çalışmışlar. Sonuçlar çarpıcı: FC Midtjylland son sekiz sezonda üç kez Danimarka şampiyonu oldu. Brentford ise geçen sezon tarihinde ilk kez İngiltere Premier Ligi’ne yükseldi.
38 yaşındaki Ankersen Göztepe’nin yeni başkanı olacak. Sportif direktörlüğe ise geçmişte HNK Rijeka’da baş scout ve sportif direktörlük yapmış 39 yaşındaki Hırvat Ivan Mance getirildi.
Ekibin metodolojisi para enjeksiyonundan ziyade ileri veri analizine dayalı performans ölçümüne ve akıllı transferlere dayanıyor. İnsan gözünün kaçırdığı ancak rakamların ıskalamadığı kriterlere göre değerli buldukları oyuncuları uygun fiyata alıp, ülkeye ve takıma uygun bir sisteme adapte ettikleri bir model uyguluyorlar. Yine aynı ölçütlere dayanan performans arttırıcı uygulamalarla altyapının da güçlendirilmesi hedefleniyor.
TALİH KUŞU OLARAK SAHİPLER
Futbolda sahiplik düzeni başta İtalya olmak üzere birçok ülkede on yıllardır var. Ancak geleneksel olarak yerel zengin ailelerden ve şirketlerden oluşan sahipler yüzyıl dönümünde kimlik değiştirmeye başladı. Özellikle Rus oligark Roman Abramoviç’in 2003’teki Chelsea hamlesi dünya futbolunda “sportswashing” (spor yoluyla kara para veya itibar aklama) çağını başlattı. Zengin bireylerle başlayan trend zaman içinde Körfez ülkeleri gibi devletlere uzandı. Futbol bazen gerçekten de itibar aklamanın, bazen şımarık bir zenginin oyuncak arayışının, çoğu zaman aynı anda her ikisinin birden nesnesi oldu.
Öte yandan “sportswashing” futbolun kârlı bir yatırım olamayacağı ön-kabulüne dayanıyordu. Halbuki oyunun içindeki paranın akıl almaz seviyelere ulaşmasıyla aksinin de doğru olabileceği görüldü. Bugün sadece spora yatırım yapan, farklı ülkelerde kulüpler satın alan “kurumsal” şirketler var. Göztepe’nin yeni sahibi Sports Republic’te bunlardan biri.
Yabancı sahiplerin talih kuşu gibi görülmesi âdetten. Genellikle üç şey getirmeleri bekleniyor: Para, akıl ve personel. Üçünün hangi oranda geleceği, gelip gelmeyeceği, geldiği yerde ne kadar karşılık bulacağı gibi soruların cevabı ise hem alıcının hem de varış ülkesinin ve satın alınan kulübün dinamiklerine göre değişiyor.
Sports Republic’in ve Ankersen’in şu ana kadarki karnesi, para saçmaya değil kademeli bir ilerlemeye odaklandıklarını gösteriyor. Yani katkı yapabilirler. Üstelik Danimarka gibi futbolda hemen her zaman “boyunu aşan” başarılara imza atmış, doğru pratiklere hâkim bir ülkeden gelen bir akıldan destek almak makul görünüyor. Kısacası yapılan alışveriş Göztepe özelinde doğru olabilir. Ama ülke futbolunun geneli için o kadar emin değilim.
EKSİK OLAN PARA MI?
Türkiye’de futbolun hali hal değil. 27 yıldır ilk kez Şampiyonlar Ligi’nde Türk takımı yok. Müsrif transferler, güncel bilgiye tenezzül etmeyen ilkel oyun planları, siyaset ile futbolun Gordion düğümü haline gelmesi gibi kronik sorunlar var. Hal böyle olunca “bundan kötüsü olamaz” duygusu ağır basıyor. Fakat olabilir.
Birincisi, yerli veya yabancı olması bir yana, futbolda sahiplik hikayeleri her zaman mutlu sonla bitmiyor. Kimin hangi niyetle geldiğini bilemiyorsunuz ve taraftar olarak söz hakkınız kalmıyor. Gösterişli ve başarılı bir saltanatı büyük sorunları olan, cılkı çıkmış bir demokrasiye tercih eder misiniz? Hatta diyelim ki sultan müthiş biri çıktı ve size beş yıl büyük faydası dokundu. Ama öldü, doğal olarak yerine geçen oğlu adinin biri. Demokrasiyi geri alma şansınız yok. O zaman ne yapacaksınız?
Yarın bir Körfez ülkesinin canı sıkılan hanedan üyesi mesela – gerekli prosedürler hazır edilip – üç büyüklerden birini satın alırsa ne diyeceğiz? Üçüncü ligde gezinen bir kulüp sırf Amerikalı bir yatırımcı elinden tuttu diye üst üste beş kez Süper Lig şampiyonu olursa ne olacak? Veyahut yüzyıllık kulübünüzün, aynı şirketin daha güçlü liglerdeki projeleri için ben diyeyim pilot uygulama, siz deyin kobay olarak kullanılması hoşunuza gider mi?
Türkiye’deki futbol ortamının adaletsiz olduğunu söylemeye gerek yok, ancak kalan son organik rekabet kırıntılarını da pazarlamak, tabuta son çiviyi çakmak anlamına gelebilir. O yüzden dikkatli olmak gerekiyor. Yabancı sermayenin giriş, faaliyet, ama en önemlisi çıkış şartlarının kanunlarla net olarak belirlenmesi şart. Paranın konuştuğu bir ortamda kültür daha da önemli hale geliyor. Taraftar ve camia olarak sahiplerden önce var olduğunuzu, onlardan sonra da hayatın devam edeceğini, parayla satın alınamayacak bir kimliğiniz olduğunu unutmamak gerekiyor. Aksi halde yatırımcılar gidince berhava olabilirsiniz.
İkincisi, bizden dolayı. Gelenler çok planlı, muhteşem, kitabi, kusursuz, işinin ehli olabilir ancak geldikleri ortam pek öyle değil. Örneğin Göztepe 1925 yılında kurulmuş, 1960’larda Avrupa’da ciddi mücadele vermiş bir kulüp. Ama bugünkü Göztepe o Göztepe mi orası biraz karışık. 2007 yılında tarihinde ilk kez amatör kümeye düşen kulüp ertesi sene o günlerde üçüncü ligde mücadele eden Aliağaspor’la birleşmiş, eski logo ve ismiyle yeni bir kulüp üzerinden yolculuğuna devam etmişti. Aynı veya benzer örnekler yaygın. Yani buraya gelirken yan yollara, hatır-gönül ilişkilerine, gelir belirsizliğine ve her gün değişecek kurallara hazırlıklı olmak gerekiyor. Etrafta sürekli devam eden bir fırtına varken durup soğukkanlı planlar yapabilmek, yapsanız da bunları yürürlüğe koyabilmek kolay değil.
Bir temel sorun daha söz konusu. Türk futbolunda teknik ve idari açıdan gerekli niteliklere sahip yeterince insan olmadığı aşikâr. Gelgelelim sayıları az olsa da ülkede kulüpleri daha iyi idare edecek yöneticiler, takımları daha iyi oynatacak hocalar olduğunu biliyoruz. Ama tercih edilmeleri için büyük takımlarda top oynamış, başkanlarla veya siyasilerle arası iyi, medyada kendine güç alanı yaratmış meslektaşlarının uçarak konuverdiği tepelere sürünerek tırmanmaları gerekiyor. Bunu başarsalar bile seçileceklerinin garantisi yok.
Yabancı sermayenin gelişi birkaç kulübe öngörülmedik başarılar yaşatabilir. Ancak Türk futbolunun bugünkü halinin sebebi ne parasızlık ne de zekâ eksikliği. Her şeye erişebildiğiniz bir dünyada her türlü teknik ve idari nitelik açığını kapatabilirsiniz. Tek şart, kötü niyeti ve liyakatsizliği ortadan kaldırmak. Aksi halde yatırımcılar uzaydan da gelse birkaç ay içinde size benzemeye başlar ve elinizde kalan kimlik kırıntılarını da onlar alıp götürür. Siz kendinizi kurtarmak için samimi bir çabaya girişmedikten sonra kimse sizi kurtaramaz…