Şu lafı da okuduk sonunda: “ALLAH bu yabancıların topunun belasını versin…” Yazan, “yeni dönem”in başoyuncularından ırkçı-faşist trol ordusunun mensubu.
Birçoğumuz “sanal âlem”in varolmadığı ya da yeni kurulduğu ve henüz hayatın değişik rengi, daha çok oyun alanı gibi görüldüğü zamanlarda yetiştik. Daha da çoğumuz, erken yaşlarında internetle tanışmasına rağmen, “sanal âlem”in “gerçeklik”le ilişkisine dair kendini dayatan yeni dünya görüşlerine henüz tam uyum sağlayamadı. Dünyayı saran internet bağlantısının -“ağ”- içinde yaşamanın ne anlama geldiğini henüz gözle görülür, elle tutulur şekilde kavramış değiliz. Bütün gününü ekran karşısında geçirenlerimiz bile, somut, maddî, gerçek hayatın başka yerde -içeriki odada veya sokakta- olduğu kabûlünden kendini kolay kolay sıyıramıyor. Böylece, özellikle sosyal medya denen alanda vukûbulan her şeyi ikincil sayma eğilimi varlığını sürdürebiliyor.
Tabiî aslında gayet haklı bazı uyarılar da bazen bu hafifsemeye yardım ediyor. “Hayat”ın sosyal medyadan ibaret olmadığı, birçok insanın burada cereyan edenlerden haberinin bile bulunmadığı gerçeklerine dayanılarak, başka yerdeki “gerçek hayat”ın ısrarla işaret edilmesinde yanlışlık yok. Ancak “sanal âlem”de yaşananların da bir yerinden “gerçek hayat”a dahil olduğunu kabullenmenin vakti çoktan geldi.
Esas konu edeceğim hadiseye bir an önce geçebilmek için, ama aynı zamanda şu ana kadar işaret ettiğim olgunun en bariz gözüktüğü alanlardan biri olduğu için, maalesef giderek olağanlaşan ırkçılıktan, somut olarak mülteci nefretinden örnek vereyim: Sosyal medyadaki ırkçı kampanyalar pekâlâ bunları üretenler, yürütenler açısından işe yarıyor, nefreti, buna zemin hazırlayan önyargıları çoğaltıyor, yayıyor. Ve daha tehlikelisi: olağanlaştırıyor!
Eğer insan toplumlarından söz ediyorsak, belirli grupları hedef alan nefretin, küçümsemenin, giderek onları insandan saymamanın olağanlaştırılmasından daha korkunç tehlike yok. Vahşetini yaşamadığımız, dehşetine mâruz kalmadığımız, anısına sahip olmadığımız, hatırlatıldığında omuz silkme, yok sayma, inkâr etme lüksüne sahip olduğumuz, insan -zihni ve- eliyle gerçekleştirilmiş bütün geçmiş felaketlerin kökünde böyle bir önkoşul mutlaka vardır. Zahmetini çekmediğimiz için heyecanlı hikâye muamelesi yaptığımız koskoca İkinci Dünya Savaşı, milyonlarca insan başkalarını insandan saymamaya ikna edilebildiği için çıkarılabildi. Dünya savaşlarının emperyalist paylaşım savaşı olduklarını bilmek başka, bu yıkım ve ölüm girdabına insanları nasıl sürükleyebildiklerini açıklamak başka. ABD’de hâlâ canlılığını -azalsa da kaybetmeden- kendini yeniden üretebilen ırkçılık, siyahları beyazlar gibi veya beyazlar kadar insan saymamayı olağan kılan ideoloji-kültür sayesinde tekrar tekrar canlanabiliyor. Dur ihtarına uymadı diye bedenine altmış küsur kurşun sıkılarak öldürülmüş beyaza rastlamayız.
Bizim toplumumuz, başkalarını insandan saymamaya pek kolay ikna edilebiliyor. Bırakın 20. yüzyıl başlarını, 21. yüzyıla yirmi küsur sene kala Anadolu’da Alevileri hedef alan seri katliamlar düzenlenebildi. Binyıl dönümüne yedi sene kala bidonla benzin taşınarak, “işte yavrum, cehennem ateşi” denerek “kâfirler” yakılabildi ve bunu yapanların alenen kutsanmadığı kaldı. Hâlâ bunun pekâlâ yapılabilir olduğunu savunanlar çıkar ve ceza görmezler, yaşadıkları çevreden dışlanmazlar. Türk-İslâmcı-ihaleci-arazici iktidar partisinin Fethullahçılarla papaz oluşundan sonra içeriği bulanıklaştırılan “terörist” kavramı, askeriye döneminin “iç düşman” kavramına daha bir yaklaştı, melezleşti, ama önce uzun süre “Kürt” yerine geçebilmişti. Hâlâ da geçiyor. Silahla külahla işi olmayana da terörist denebiliyor, çünkü Kürt!
Parantez arası: AKP-MHP-Teşkilatı Mahsusa iktidarında sahiden de iç düşman tanımında bir “demokratikleşme” oldu, çünkü her gün başka birilerini bu düşman safına eklemek gerekti. Ya bile isteye ya da çeşitli icraatla düşman ederek.
ODAKLAMA İÇİN HEDEF
Bulanıklığa çareyi yine, kendini uyanık, başka herkesi budala sanan, ötesini berisini düşünmeden, sırf günü kurtarma veya anlık çıkar sağlama amacı güderek attığı adımlarla mütemadiyen yeni ve büyük meseleler yaratan Türk-İslâmcı iktidar buldu. Bizzat ateşini körüklediği Suriye savaşında yıkıma, yersiz yurtsuzluğa, mülteciliğe sürüklenen insanları, -üstelik baştan gayet planlı olarak- her türlü dışlayıcılığa, hor görmeye, nefrete hazır, problemli bir toplumun bağrına getirdiler. Ne kendine “demokrasi cephesi” sıfatını yakıştıran hasımlarının Cumhuriyet tarihi boyunca körüklenmiş “kalleş Arap” motifini yeniden alevlendirerek yaratacakları ırkçı dalgayı hesapladılar ne de bizzat kendi saflarında ırkçı milliyetçiliğin “ümmet” kavramına ne kadar kolayca ağır basabileceğinden haberdardılar. Böylece, hemen hiçbir konuda yanyana gelmeyen iktidar ve muhalefetten geniş grupları yeni bir azınlık nefreti ve yabancı düşmanlığı sınıfında biraraya getirdiler. Kız-erkek karışık sınıf.
İçine din katılmadığında harekete geçirici özelliği pek sınırlı kalan milliyetçiliğin geçen uzun zaman içerisinde nasıl semirdiğini, nasıl içe işlediğini, “din kardeşliği” vs. motiflerini nasıl zehirlediğini fark edememişlerdi. Daha fenası, bizzat bu bileşimin zehri damarlarında dolaştığı için fark etseler de normal sayıyorlardı. Bu yüzden, toplumun bütün olarak muhatap veya özne sayılacağı hemen her olaydaki gibi, herkesi sarmasa da en yaygaracı ve saldırgan kesim tarafından aksi iddia edilemez yerli-millî gerçeklik kılıfına sokulan, karşı çıkanın iki taraftan birden saldırıya uğradığı düpedüz ırkçı-faşistçe önyargılar ve talepler kolaylıkla “geçerli değerler” mertebesine yerleşiverdiler.
O HALDE NASIL OLACAK?
Sosyal medyada yaşanan, cinsine cibiliyetine göre, sanal âlem dışındaki hayata dokunacak, katılacak, onun içinde yeri olacak, belki onu değiştirecektir. Bazı korkunç işleri -para karşılığı veya talimatla bu işi yaptıkları varsayılan- “trollere” mal edip hafifsemenin tehlikesi büyük. Özellikle insanların fiilî saldırılara uğrayabildiği, yaşantılarının -sürekli tehdit altında- kısıtlandığı, yabancı düşmanlığı ortamları bakımından. Her gün “Suriyeliler” adlı belirsiz öznenin işlediği günahlara ve suçlara dair yüzlerce yalan uyduruluyor, şehvet ve dehşetle paylaşılıyor, kendi gidip kimseye zarar vermeyecek insanlar bile başkalarının bunu yapmasını umarak veya umursamayarak nefreti yaygınlaştırmak için uğraşıyor. Ve nefretin konusu bazen “yabancıların” denize atlamaları bile olabiliyor.
Nefret körükleyici, saldırganlığa teşvik ve tahrik edici bu adi, uyduruk propaganda malzemelerini şüphesiz birileri üretiyor. Ve yayıyor. Burası korkunç, ama daha hafif sorun. Çünkü istense bunlar bulunur, cezalandırılır. Sorunun büyüğü, bunların paylaşılışındaki rahatlıkta. “Parktan kaz çaldılar” videosunu paylaşan biri, “Yahu şimdi gider, birileri bu insanlara saldırır, bakayım, iyice emin olayım, doğru mu bu acaba…” diye zerrece düşünmeden, üstelik altına kendi hakaretâmiz kınama-hakir görme ifadesini de ekleyerek “gönder”i tıklayıveriyor. Fenalığa ilave olarak, “haber” yanlış-yalan çıkınca da hiçbir düzeltme, sorun giderme sorumluluğu hissetmiyor. Bu ahlâksızlıkla kim nasıl baş edecek?
Kendini şu feci başkanlık rejimine muhalif sayan, “demokrasi” ve “hukuk devleti” istediğini söyleyen insanın “Suriyeliler” diye bir özne etrafında dönen ırkçılığa iştirak etmesi, hele buna destek olması, bunu teşvik etmesi, bugünkü zorbaların keyfî baskı rejiminden daha büyük tehlike, geleceğimiz için. Bugünkü rejimin artık sadece maddî çıkar, ayrıcalık ve tahakküm zevki uğruna sürdürülen, yozlaşmış iktidar mensuplarına yarayan bir düzenek olduğunu bizzat rejimin destekçileri bile biliyor. Kimi çıkarından kimi utancından ötürü ses çıkaramıyor. Ama gelecek için umut bağlanan birilerinin, bizzat memleketin en önemli meselesinin -Kürt meselesi- çözümünü de imkânsızlaştıran, bir dinle veya bize has ötekiyle beslenen ırkçı milliyetçilikle hesaplaşmaksızın, en azından ırkçılığın olağanlaşmasının tesirlerini gidermeye yönelik adımlar atmaksızın bize nasıl daha iyi bir hayat temin edeceklerini tasavvur etmemiz zor.
“ALLAH bu yabancıların topunun belasını versin…” gibi bir lafın uluorta edilebildiği -ve layıkıyla karşılığının verilmesi, hesabının görülmesi şöyle dursun, normal görüldüğü, bu laf edilirken hayatın olağan akışının devam ettiği- yerde, bunu uluorta edebilenlerin bolca bulunduğu ve bununla mücadele etmeyen bir muhalefet tarafından nasıl bir gelecek kurulabilecek?