Yahudiler ve eşcinseller Neonazi partisine neden üye oluyor?

Genel karakterleri itibarıyla eşcinsel hareketler dünyanın her yerinde sol/sosyalist seksiyona yakın dururlar ve bu seksiyonun doğal bir parçası olarak toplumsal güç sıfatıyla kendilerini gösterirler. Şimdi sadece Almanya’da da değil diğer AB ülkelerinde de eşcinsellerin sırf İslamofobik kaygılar nedeniyle gidip faşistlere katılmaları kabul edilebilir değil.

Abone ol

Özgür Çoban*

Korona virüsü salgınına ilişkin haberler, yazılar, fotoğraflar yağmur gibi üzerimize düşüyor. Pandeminin diline ait “aşı”, “virüs”, “salgın”, “karantina”, “IBAN”, “maske” ve meselenin yüzük taşı konumunda olan “sosyal mesafe” ifadeleri gündelik yaşam dilini resmen esir aldı. İçerisinde bu kelimeler olmadan tek bir cümle kurulamıyor bugünlerde. Bu kervana ben de dâhilim. Son birkaç yazım hep bu minvalde oldu. Biliyorum bu salgın meselesinden bunaldınız, bunaldık. O nedenle bu yazı korona virüsü harici olacak.

Yazının başlığına bakıp da adam “Neonazizm ve eşcinsellik”, “Neonazizm ve Yahudilik” kavramlarını bir arada kullanmış, “olmaz böyle şey” deyip hemen bariyer koymayın, bu konuda söylenecek çok şey var.

Yazmaya, faşist partiye katılan eşcinsel bireylerin hali pür melali ile başlayayım. Duygularım sizlerden farklı değil inanın. Değerler dünyamda, kimyası itibarıyla faşizme karşı ilerici dayanışmanın bileşeni olarak kodladığım eşcinsel oluşumlar içerisinden ırkçı/gerici hareketlere destek verenlerin çıkması benim açımdan da anlaşılabilir bir şey değil.

Almanya’da Nazi rejimi 1945 yılında son bulana kadar eşcinsellere yönelik, zorla 'tedavi etmeye çalışmak', hapishanelerde ya da toplama kamplarında gerçekleşen işkence, taciz ve katletme gibi aşağılık uygulamaların detaylarına burada girmek istemiyorum. Ben günümüze ilişkin bir şeyler söylemek, yazmak istiyorum.

Bu noktada, Almanya’da 2015 yılında yaşanan yoğun göç dalgasının hemen öncesinde ortaya çıkan ve şu anda Federal Parlamento’da “ana muhalefet” koltuğunda oturan Nazi artığı Alternatif für Deutschland (AfD) / Almanya için Alternatif adlı faşist parti ile Alman eşcinsellerin ilişki modellerine göz atmakta fayda bulunduğuna inanıyorum.

AfD adlı bu gayrı medeni siyasi birliktelik, klasik faşist özelliklerin tümünü bünyesinde barındırıyor. Yani ideolojik dizilişi; iftira, sahtekârlık, yolsuzluk, yalancılık, eyyamcılık, dolandırıcılık vb. bir düzine başka rezillikten oluşuyor. Üç beş daha fazla oy için yapmayacakları sahtekârlık, atmayacakları takla yok anlayacağınız. Bu partinin sosyal medya hesaplarını, kamuya açık üye bültenlerini takip ediyorum. Geçenlerde bu üye bültenlerinin birinde rastladığım bir metinde aynen şu ifade yer alıyordu: “Eşcinselleri Müslüman saldırılarından koruyacak tek parti AfD” Güler misin, ağlar mısın? Peki Neonazi saldırılarından kim koruyacak? Tam da bu anda partinin en tepesindeki isimlerden biri olan Alexander Gauland’ın, “Alman kardeşlerim, 2. Dünya Savaşı’nda olanlardan utanmayı bırakın, gazilerimizle ve şehitlerimizle gurur duyun” sözleri yankılandı zihnimde. Bu yaşlı faşistin, “gurur duyulması gereken gaziler ve şehitler” gruplamasının içerisinde toplama kamplarında eşcinselleri, çingeneleri ve Yahudileri gaz odalarına gönderen Nazi askerleri de yer alıyordur muhtemelen diye düşünüyorum.

EŞCİNSELLER NEDEN AfD’DE?

Stockholm Sendromu’nu zaten hepiniz bir şekliyle biliyorsunuz ancak tıbbi literatürde yer alan tanımı içerisinde beni en çok, “Bir insanın kendisini zora sokan, üzen koşulları kabullenmesi, benimsemesi hatta savunması, ezilmesine rağmen ezenin yanında yer alması” kısmı ilgilendiriyor.

“Erkekler” adlı bir derginin Alman eşcinsel okurları arasında yaptığı anketin sonuçları bize, seçmen tercihi açısından AfD’nin, Yeşiller ve Sol Parti’nin ardından 3. sırada geldiğini gösteriyor. Aslında bu veri bize faşist parti içerisinde “AfD’li Eşcinseller” (Homosexuelle in der AfD) adlı bir grubun varlığının nedenlerine ilişkin ipuçları da veriyor. Burada soru şu olmalı bence, “Politikasını ‘aile’ kavramı üzerinden heteroseksist bakış açısıyla kurgulayan, cinsiyeti salt kadın ve erkek üzerinden sınıflandıran, okullarda toplumsal cinsiyet eşitliği temalı derslerin kaldırılmasını isteyen, eşcinselliğin bir hastalık olduğuna inanan ve bu sözde hastalığı tedavi ettiğini öne süren psikiyatristleri parlamentodaki oturumlara davet eden, eşcinselleri kitleler halinde katleden Hitler faşizmine övgüler düzen ve ona öykünen, eşcinsel evliliğe ilişkin yasa tasarısını veto eden, seçim kampanyalarının en başat temalarından biri homofobi olan faşist partide eşcinsel bireylerin ne işi var?” Nedir bu? Bilinç kayması, yaranma isteği, halinden utanma ya da salt islamofobik kaygılarla açıklanabilir mi? Bilemiyorum doğrusu.

AfD’li Eşcinseller Grubu’nun üyeleri, gazetelere verdikleri röportajlarda hemen hemen konsensüs halinde, “Müslüman mülteciler geliyor. Her taraf bunlarla doldu. Bunlar eşcinsellere saldırıyor. Bu saldırıların daha da artacağından ve İslam’ın toplumumuzu kalıcı olarak değiştirmesinden korkuyoruz” ifadelerini kullanıyorlar. Gerçekten mi? Şu açıklamanın neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Sevsinler sizin gerekçenizi. Cehaletin dibini görmüş bu “kaygılı” zavallıların içerisinde bulunduğu acziyeti Stockholm Sendromu’ndan daha iyi ne açıklayabilir? İslamcı faşistlerden korkup neonazilere mi sığınıyorsunuz?

Uzunca bir süre faşist parti saflarında mücadele eden ve bu süre zarfında eşcinseller grubunun sözcülüğünü de üstlenen Mirko Welsch, bir süre önce istifa ettiği partisini “homofobik” olmakla suçluyor. Böyle komiklikler de oluyor. Welsch, bir gazeteye verdiği röportajda, partinin Neonazi kanadının lideri olan Björn Höcke ile yaşadığı tartışmanın ardından çok sayıda parti üyesinin kendisine yönelik, “Sen aşağılık bir eşcinselsin ve eşcinseller Höcke’ye dil uzatamaz” şeklindeki sözlü ve yazılı mesajlarından bahsetti. Başka bir şey mi bekliyordun?

Ne olursa olsun, ne kadar aşağılanırlarsa aşağılansınlar yine de İslamcı faşist tehlikeyi duygu dünyalarında önceleyerek, Neonazi AfD’ye sığınan eşcinseller, parti binasında kapıdan çıktıkları anda arkalarından söylenenleri duymadıkları ya da duymazdan geldikleri için rahat ediyorlar sanırım. İkide bir “Partimizin parlamento grup başkanı Alice Weidel de bir lezbiyen. Alın işte nerede partimizin eşcinsel düşmanlığı” deyip durmazlar mı? Kardeşim tamam öyle de bu kadın çıkıp, “Ne demekmiş o eşcinsel evliliği? Ben tamamen karşıyım. Toplum ahlaki açıdan dezenformasyona, daha da önemlisi yıkıma uğrar” demedi mi? Merak ediyorum, bu arkadaşlar, orta çağ karanlığından çıkıp gelmiş gibi görünen, partinin en ateşli neonazilerinden olan Milletvekili Beatrix von Storch’un “eşcinsel karşıtlığı” üzerine bina edilen seçim kampanyası sırasında broşür dağıttılar mı ya da Storch, LGBTi hareketi “saçmalık” olarak nitelendirirken ne düşündüler acaba?

KİMSE SAYGI GÖSTERMEZ

Şimdi görülüyor ki bu eyyamcı parti bazı “eyyamcı” eşcinsellerden de destek alıyor. Yapılan bir anket faşist parti üyelerinin neredeyse yüzde 80’inin eşcinselliğe olumlu bir bakış açısı olmadığını ortaya koymuşken, bu arkadaşların, “İslamcılar bize saldıracak” kaygısıyla faşistleşmeleri cahil, aşağılık ve utanılacak bir zihinsel kirlenmeden başka bir şey değil nazarımda. Tamam, İslamcı faşistlerle ilgili kaygılarında haklılar, kabul ediyorum ancak bu durum, parti programı açıktan homofobik olan ve sırtını dayadığı Nazi geçmişi eşcinsel cinayetleriyle dolu olan bir yapı içerisinde bulunmalarını açıklamıyor. Bunun aksine Sol Parti (Die Linke) üyelerinin neredeyse yüzde 100’ü aynı ankette, “eşcinselliğe karşı hiçbir önyargıları olmadığını” ifade etmişler. Özellikle Sol Parti ve Yeşiller’de eşcinsel oluşumlara karşı önyargısız ve geniş bir kabulün olduğu görülüyor. Neyini anlayayım, neyine hak vereyim bu durumun?

Genel karakterleri itibarıyla eşcinsel hareketler dünyanın her yerinde sol/sosyalist seksiyona yakın dururlar ve bu seksiyonun doğal bir parçası olarak toplumsal güç sıfatıyla kendilerini gösterirler. Şimdi sadece Almanya’da da değil diğer AB ülkelerinde de eşcinsellerin sırf İslamofobik kaygılar nedeniyle gidip faşistlere katılmaları kabul edilebilir değil.

AfD üyesi eşcinsel dostlara bir sözüm var, “parti iktidara gelir, ben de bir şeyler kaparım bu arada” diye hiç keyiflenmeyin. Sizin gibi varoluşuna, aslına ve medeni dünyaya ihanet içerisinde olanlara kimse saygı göstermez, hele faşistler hiç göstermez.

KİPALI FAŞİSTLER PODYUMDA YERİNİ ALIYOR

Almanya’da oluş şekli açısından ilginç bir başka olay daha konuşuluyor zaman zaman. Siyaset Bilimci Hannah Arendt’in de vurguladığı gibi faşizmin değişken unsurları daima yeni biçimlerde belirginleşme riski taşıyor. Almanya’da bazı Yahudi gençlerin Neonazi partisine katılmalarını bu bağlamda ele alabiliriz. Bu siyasi hareketlenmede (Juden in der AfD/AfD’li Yahudiler) yeni bir siyaset etme anlayışıyla karşı karşıya olduğumuz açık bir şekilde ortada.

Dindaşlarının neofaşist partiye katıldığını duyan Almanya Yahudi Forumu yetkilileri, akabinde yaptıkları açıklamalarda ırkçı partiyi, “dindaşlarının hiçbir koşul altında yer alamayacağı nefret dolu bir siyasi oluşum olarak” nitelendirdi. Ancak bu açıklamaların pek de bir faydasının olmadığı parti toplantılarında, faşistlerle kadeh tokuşturan Yahudilerin fotoğraflarının ortaya çıkmasıyla görüldü.

Alman neofaşistlerle Yahudileri bir araya getiren unsurun da açıklamalardan “İslamofobi” olduğunu anlıyoruz. Faşist partinin yönetici kademesinde yer alanların, Yahudi düşmanı olmadıklarını ispatlamak istercesine filosemitizme varan söylemlerinin şimdilerde sümen altı edilmeye çalışılan Neonazi kanadı kızdırdığını söylemeye gerek yok sanırım. O nedenle, Björn Höcke gibi partinin nazi kanadının temsilciliğini yapan zatların arada sırada yaptıkları, “Berlin’deki holokost anıtı utanç verici” tarzı çıkışlarını “gaz alma operasyonu” olarak değerlendirmek gerekiyor.

“Saf ırk”, “ultra-milliyetçilik” ve “militarizm” gönüllüsü neonazilerle kommensalist bir yaşam geliştirebileceklerini düşünen Yahudilerin, geçmişte dedelerinin toplama kamplarında yaşadıkları dramdan hiç ders almadıkları ortada. İdeolojisini, ırksal ajitasyonu sürekli harlayarak; intikam, hoşgörüsüzlük ve karşısındakini düşman pozisyonuna hapsetme stratejisi üzerine kuran aşırı sağın yarattığı zehirli illüzyonların ortak yaşama verdiği zararın boyutlarını bugünden hesaplamak oldukça güç.

Sonuç olarak, görünen o ki İslamofobi, hızlı bir şekilde Avrupa semalarında, Siyasi Analist Nicolas Lebourg’un da tespit ettiği gibi “farklı segmentlerden siyasi müşterileri olan geniş bir mitoloji” haline geliyor. Burada her birinin duygu dünyalarını tek tek tahlil edebilme şansımız yok ancak Yahudilerin ve eşcinsel bireylerin faşist parti saflarına katılmalarına neden olan itkiyi -yeterli olmasa da- sanırım en iyi Lebourg’un tespiti özetliyor.

*Gazeteci