Bugün hayati kaynaklarının hepsi İsrail tarafından kontrol
edilen, düzenli aralıklarla yine İsrail tarafından bombalanan,
dışarı çıkmanın mümkün olmadığı ve insanların balık istifi yaşamaya
çalıştığı Gazze, pek çok kişi tarafından dünyanın en büyük açık
hava hapishanesi olarak değerlendiriliyor. On yıllardır hem tıbbi
hem de toplumsal anlamda son derece sağlıksız koşullar altında
yaşayan Gazze’den İsrail’e yönelik gerçekleştirilen herhangi bir
protesto eylemi, her daim ‘İsrail’in kendini savunma hakkı’ kisvesi
altında misliyle eziliyor.
Gazze’deki koşulların varlık nedeni, savaşçı ya da sivil ayırt
etmeksizin yaklaşık 3 milyon insana yönelik bir saldırı olsa da,
Filistinlilerin gerçekleştirdiği herhangi bir eylem tarihten ve
bağlamdan kopuk olarak ele alınıyor. İsrail’e karşı gerçekleşen her
türlü eylemin -tasvip edersiniz etmezsiniz- ama aslında
Filistinlilerin kendini koruma hakkından ileri geldiğini akıllara
kazıyabilmek adına Varşova Gettosunu tekrar hatırlamak
gerekiyor.
KÖKÜNDEN SÖKÜLENLERİN GETTOSU
İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sı, oldukça kısa bir süre
içerisinde Polonya’yı işgal eder. Nazi işgali ile birlikte toplumun
çeşitli katmanları için zor günler başlar. O dönem Doğu Avrupa’da
yaşayan Yahudiler ekseriyetiyle sol, sosyalist, komünist bir siyasi
eğilime sahiptir. Bu yüzden Nazi işgalinin iki kez hedef
tahtasındadırlar. Tabii savaş öncesinde Polonya nüfusunun ciddi bir
kısmının Yahudi olduğunu da unutmamak gerekiyor: 1930’larde Üç
milyonu aşkının Yahudi, ülkenin yaklaşık yüzde 11’ini
oluşturuyordu.
Nazi güçlerinin 1939 yılındaki emri uyarınca Polonya’nın çeşitli
bölgelerinde dikenli teller, duvarlar ve silahlı gardiyanların
bulunduğu devasa gettolar inşa edilir. Kelime anlamı ‘bir azınlık
grubu toplumun diğer kesiminden tecrit etme’den gelen getto, her ne
kadar bugün daha genel bir anlam kazanmış olsa da köken itibariyle
özellikle Yahudi mahalleleri ile özdeşleşiyor. Polonya’daki
örnekler tüm Doğu Avrupa tarihi için bir yere sahip: Bu
yerleşimlerde sadece Polonyalı Yahudiler yoktur, 1939 Ekim’inde
Avusturya’dan ve Çekoslovakya’dan vagonlara bindirilen binlerce
kişi Polonya’nın farklı gettolarına dağıtılır. Başka bir değişle
buralar hem sürgün yerleri hem de açık cezaevleridir.
Varşova Gettosu, bu uygulamanın en vahşi örneklerinden biridir.
Başkent Varşova’da yaşayan Yahudiler yüzbinlerle sayılmaktadır. Bu
kentte Naziler, yıllarca kimilerince lanetle anılacak kimilerince
örnek alınacak korkunç bir uygulamaya imza atarlar. Yaklaşık 450
bin Yahudi itiş kakış sığdırılır. Ardından yerleşimin dışarıya
açılan bütün sınır kapıları mühürlenir. İçerideki güvenlik,
gettonun içinden çıkan 24 kişilik bir asayiş gücüyle sağlanır.
Açlıkla, pislikle, hastalıkla, gaz odalarında toplu infazlarla
sınanan Varşova Gettosunda nüfus sadece aylar içerisinde 60 bine
kadar iner. Ancak Varşova Gettosunun tek farkı zulmün boyutu
değildir, aynı zamanda buradaki Yahudi direnişçilerin yerle bir
edilme pahasına direnmeyi seçmesidir.
AYAKLANMA VE NAZİLERİN CEVABI
Görüldüğü üzere bir grup insanı duvarların içine hapsedip her
geçen gün yavaş yavaş ölmelerini sağlamak teknik olarak mümkün.
Buna karşın devamlı ölümün soğuk nefesini ensesinde hisseden
insanlar muktedirler için ‘tehlikelidir’ de, çünkü kaybedecek fazla
bir şeyleri yoktur. Açlıkla, infazla, baskıyla ve zorbalıkla
sınanan insanlar günün birinde ellerini masaya vurduğunda
ödeyecekleri bedelin büyüklüğünü daha az önemserler.
Varşova Gettosunda da böyle olur. Nazilerin sorgusuz sualsiz
zulmüne karşı 19 Nisan 1943’te silahlı bir direniş örgütlenir.
Yaklaşık üç hafta süren sokak çatışmalarında yüzü aşkın Nazi askeri
öldürülür. Bazı Nazi karargahları basılır. Ancak Varşova’ya gelen
Nazilerin takviye birlikleriyle hüsran kaçınılmazdır. Polonya
direniş örgütlerinden sağlanan az sayıda hafif silah, yetersiz
cephane ve ev yapımı patlayıcılarla savaşan Getto direnişçilerinden
7 bini çatışmalarda yaşamını yitirir, 6 bin kadarı yıkıntıların
arasında Nazilerce yakılarak öldürülürler. Kalanlar Treblinka
kampına ölüme gönderilir. Az sayıda direnişçi Gettodan kaçmayı
başararak Polonya’daki direniş hareketine katılırlar. Getto tümüyle
tahrip edilir ve böylece binaları, sokakları ve yarım milyona yakın
nüfusu ile Varşova Gettosu haritadan silinir
(1).
KENDİNİ SAVUNMA MESELESİ VE REFERANS NOKTALARI
Getto, Nazilerce dümdüz edilirken direnişçiler, kentin altını
kazarak inşa ettikleri sığınaklardan çatışmaya devam eder.
Varşova’nın Yahudileri, nasıl öleceklerine dair kararı kendileri
verir ve toprağa gömülmeden önce düşmanlarına bir fiske
sallarlar.
Bugün Gazze’de yaşananları ‘nefsi müdafaa’ başlığı altında
‘ahlaki’ bir çerçeveden okumaya çalışıyorsak eğer Varşova Gettosunu
hatırlamak lazım. Kurduğumuz bağ, sadece iki uygulamanın da
gaddarca tasarlanmış açık bir cezaevi olmasından ileri gelmiyor.
Nazilerin tüm Doğu Avrupalıları yurdundan edip gettolara
sıkıştırması, Gazze’nin içerisindeki mülteci kamplarını fazlasıyla
anımsatsa da, bu da bağ kurmaya tek sebep değil. Asıl mesele
‘kendini savunma’ adı altında pazarlanan fikrin sadece sömürgeci
anlayışa tanınıyor oluşudur.
Burjuva-liberal kalemler istiyorlar ki dünyanın her yeri,
kendileriyle aynı referans noktalarına sahip olsun. Sanki herkes
aynı arka plana sahipmiş gibi. Oysa farklı tecrübeler farklı
koşullar yaratır. Bu yüzden bir yargıya varmadan önce, normalden
daha fazla analitik düşünmeye çabalamak gerekiyor. Yetmiş küsür
yıllık bir çatışmayı değerlendirirken, bu çatışmayı yaşayanların
tecrübelerini konuşmadan, nasıl olur da tek bir olayı kerteriz
seçebiliriz?
Bütünlüklü bir yaklaşım kurmaktan uzak olan, böyle bir niyeti de
olmayan burjuva-liberal kalemlerin meselelere bakış açısını
karikatürize ederek bir örnek verelim:
Michael Jackson’ın 1997 yılında İsviçre’nin Basel kentinde
sergilediği canlı performansında sahne şovuyla dikkat çeken bir
şarkı var: Earth Song. Şarkının sözleri, son derece sığ
bir toplumsal kaygı taşıyor. Daha doğrusu taşımaya çalışıyor:
Dünyada bazı şeylerin kötü gittiğini fark eden ancak neden kötü
olduğuna dair fazla da bir merak duymayan kaba bir empati şarkısı
da diyebiliriz. Basel’deki performansın sonunda bunu harika bir
şekilde doğrulayan bir sahne ile karşılaşıyoruz: Tankı durduran
Jackson, bu sefer kendisine tüfek doğrultan askerle karşı karşıya
geliyor. Askerle bir süre bakıştıktan sonra yaşlı gözlerle elini
namluya götürüyor. Jackson’un bu hareketiyle adeta büyülenen asker,
tüfeğini yavaşça indirip ağlamaya başlıyor. Bu sırada sahneye giren
bir çocuk ağlayan askere çiçek uzatıyor.

Bugün pek çok farklı toplumsal olayı incelerken, burjuva-liberal
anaakım medya tarafından dikte edilen anlayış, Michael Jackson’un
çözüm önerisinden öteye gitmiyor. Kurulduğu andan itibaren
İsrail’in bölgedeki Filistinlilere yönelik saldırgan politikaları
bugün hâlâ devam ederken aynı yaklaşım geçer akçe sayılıyor. Yani
bir olayı değerlendirirken mümkün mertebe genel geçer ifadeler
kullanıp ‘ortada’ ve ‘pasif’ bir tutum almak ‘vicdanlı’ olarak
yansıtılıyor. Tekil olayları kınayıp kınamama, gerçek tutumun
yegane ölçütü kabul ediliyor.
Keşke toplumsal mücadeleler tarihi bu kadar kolay açıklanabilir
olsaydı. Keşke yaramazlık yapmamak, toplumsal sorunları çözmek için
yeterli olsaydı. Ancak yeterli değil. Tarihi ve bugünü anlamaya
çalışırken analitik düşünmekten yoksun burjuva-liberal ortayolculuk
fena halde tökezliyor. Bugün her ne kadar Filistin mücadelesi ile
birlikte dünya çapında burjuva-liberal yaklaşımlar insanlığı
sorgulatacak derecede mide bulandırıcı seviyelere ulaşsa da bu
gündeme has bir tutum değil. Kendi ülkemizden de çok iyi bildiğimiz
burjuva-liberal ortayolculuğa cevabı en iyi tarih verecektir. Hâlâ
‘kendini savunma hakkı’ üzerine soru işaretleri olanlar Varşova
gettosunun direnişçilerine bakabilir.
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı
adresler
1- https://spartacus-educational.com/GERghetto.htm
2- https://spartacus-educational.com/2WWwarsawU.htm
(1) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler
Ansiklopedisi (İletişim Yayınları)