Yakarış Çemberi: Amerikan faşizminin fantastik hali

Phenderson Djéli Clark'ın kaleme aldığı Yakarış Çemberi (Veya Ahir Zamanlarda Ku Klux Avı) adlı novellası İthaki Yayınları tarafından yayımlandı.

Abone ol

Nilgün Taylan

Fantastik Amerikan edebiyatının son yıllardaki önemli isimleri arasında yer alan Phenderson Djéli Clark, aynı zamanda bir tarihçidir ve özellikle Amerikan İç Savaşı üzerine, köleliğin, faşizmin toplumsal karşılığı üzerine yaptığı araştırmalarla bilinmektedir.

Clark’ın yakın dönem tarih çalışmaları sadece akademik makalelerde değil, yazdığı kitaplarda da kendini gösterir, çünkü Clark’ın kurmaca evreni gerçeklikle sıkı bir bağ içindedir. Bu yönüyle onu spekülatif tarihî kurgular yazan biri olarak tanımlayabiliriz sanıyorum.

Clark Türkçeye ilk kez çevrildi. Geçtiğimiz günlerde raflara giren Yakarış Çemberi (Veya Ahir Zamanlarda Ku Klux Avı) adlı novellası İthaki Yayınları etiketine sahip. Çevirmeni de Ceren Gürein.

TARİHSEL ANLATILARIN ÖNEMİ

Yakarış Çemberi, 1920’lerin Amerika’sında, Georgia eyaletine bağlı Macon şehrinde geçmektedir. Ku Klux Klan hâlâ daha oldukça aktiftir ve faşizm propagandası yapmaya devam etmektedir. Yasal olarak kölelik ortadan kalktığı halde, hâlâ köle muamelesi gören siyahların durumu da malum; bunda insanların zihniyetinin önemli bir payı olduğu gibi, siyahların özellikle kötü şartlarda ve yoksulluk içinde yaşamaları da köleliğe eşdeğer bir durumu beraberinde getirir.

Yakarış Çemberi bu çatışmadan yola çıkar; 20. yüzyıl başlarındaki Amerikan faşizmini layıkıyla işler, ancak bunu alışılmışın dışında bir tarzda ve fantastik bir düzlemde yapar. Clark doğaüstü bir evren sunar bize. Bu evrende Ku Klux Klan üyelerinin insan bedenlerine gizlenen canavarlar olduğunu görürüz. Dizleri geriye doğru kırılan, çok büyük, çok güçlü ve çok gözlü canavarlardır bunlar ve zor da olsa öldürüldüklerinde kanlarına varıncaya dek yok olurlar.

Clark verdiği bir röportajda; klan üyelerinin canavar olma fikrinin köle anlatılarından çıktığını söyler. Vaktiyle yüksek lisans için yaptığı araştırmalarda, dönemindeki köle anlatılarını epey bir taramış; sanıyorum bunlar anı, mektup gibi kaynaklar. Okuduklarında karşısına çıkan şöyle bir durum varmış; siyahlar klan üyelerini, gerek ucube kıyafetleri gerekse de hal ve hareketleri sebebiyle canavara benzetirlermiş sürekli. Acımasız, güçlü ve bir o kadar da aptal canavarlara. Novellanın ilk fitili de bu şekilde yakılmış.

BİR ULUSUN ACISI

Clark sadece bununla da yetinmez, işi bir tık öteye taşır. Dünya sinema tarihi için çok önemli olan, önemli olduğu ölçüde de faşizme hizmet ettiği bilinen bir yönetmeni ve bir filmi de devreye sokar: D. W. Griffith – Bir Ulusun Doğuşu.

Beyazların üstünlüğü savunan ve klanın destekçisi olduğu düşünülen Griffith, Yakarış Çemberi’nde bir büyücü olarak karakterize edilir. Siyahları aşağılayan filmi Bir Ulusun Doğuşu da bir büyüdür. Klan bu filmi dört bir yerde göstererek faşizm propagandası yapar, böylece kendisine daha çok destek bulmaya, meşruiyetini arttırmaya çabalar.

Bütün bunlara karşı mücadele edip canavarları avlayan da üç siyah kadın vardır. Yirmili yaşlarında olan bu kadınlar farklı güç ve özelliklere sahip olsalar da tek bir amaç için uğraşırlar. O da klanı yerle bir etmek.

Novellanın başkişisi olan Maryse Boudreaux’nun durumu ise daha bir başkadır. Boudreaux sihirli bir kılıca sahiptir. Bu kılıç bir fısıltıyla, bir anda Boudreaux’nun elinde ortaya çıkar ve canavarlara karşı çok etkilidir. Kılıcın bu denli etkileyici olmasının sebebi ise, ortaya çıktığında Boudreaux’nun zihninde peyda olan görüntülerdir. Farklı dönem ve yerlerde yaşamış, çeşitli şekillerde zulme uğramış yoksulların ruhları -kolektif bilinç mi demeli- açığa çıkar ve kılıca hapsolmuş olan köle tacirlerinin, kralların ruhlarını, kadim Afrika tanrılarını ayaklandırır. Böylece faşizm kadar direniş de doğaüstü bir güce bürünür.

CLARK’IN DİĞER KİTAPLARI DA YOLDA

Clark bu novella fikrini ilk olarak 2015’te bulduğunu, ana hatlarıyla bir yere not edip unuttuğunu, yaklaşık dört yıl sonra, 2019’da editörüyle konuşarak yazmaya öyle başladığını belirtir. Aradan geçen sürede hikâyenin de, duygunun da iyice demlendiği ortada.

Bunun en temel göstergesi Clark’ın üslubunda. Yakarış Çemberi akışkan ve sürükleyici bir kurguya sahip. Merak öğesini her daim yükselttiği gibi, tarihî gerçeklerle iç içe oluşturduğu fantastik evreninde okuru tutmayı başarıyor.

Nebula, Locus, Dünya Fantazi, Britanya Fantazi En İyi Novella Ödülü’ne layık görülen Clark, Yakarış Çemberi’nde dünyanın yakasını bir türlü bırakmayan ve irili ufaklı şekillerde kendini sürekli yeniden üreten faşizmi eleştirirken her ne kadar Amerika özelinde yazsa da, her “devlet soluk aldıkça faşist doğurur” ve faşizm her ülkenin kendi özelinde hepimizin başına beladır.

“Ama bu savaş hâlâ bitmedi.

Klanlar hâlâ var. Ku Klux hâlâ var. O lanet film hâlâ var. Bu kılıç, bütün bir halkın çektiği acının bedelini ödeyen öfkeyi taşıyor.”

Bitirmeden belirteyim; İthaki Yayınları, Clark’ın diğer kitaplarını da yayın programına almış durumda. Umarız onları da yakın zamanda okuma şansına erişiriz.