Sahte içerik, yalan haber mevzusu uzun zamandır gündemde. Bu konuda son bir yıl içerisinde pek çok devlet bir takım önlemler almaya girişti ve internet ortamında “yalan haberle mücadele” için birtakım yasal çerçeveler oluşmaya başladı. Ancak bu yasalar aynı zamanda da hükümetlerin internet üzerindeki denetimlerini pekiştirmek ve internetteki özgürlükler alanının daralması anlamına geliyor.
İnternet üzerindeki sahte içerik ve yalan haberle “mücadele”, otoriter devletlerde hem bağımsız haber medyasını hem de sosyal medya kullanıcılarını sansürleme ve cezalandırma aracı haline gelirken, ifade özgürlüğü konusundaki sınırları da oldukça daraltıyor. Yine “yalan haberle mücadele” konsepti içerisinde arama motoru olarak Google’ın ve sosyal medya platformlarının devreye soktuğu algoritmalar ise bu teknoloji şirketlerini gerçeğin hakemi haline getiriyor.
İnternet üzerinden yayılan sahte içerik ve yalan haberlere karşı hem Türkiye’de hem de dünyada doğrulama platformları oluşmaya başladı. Doğrulama platformlarının çıkış noktası sadece internet üzerindeki içerik ve haberi doğrulamak değil, bu konuda devlet müdahalelerinin sorunlarını açığa çıkartmak, ceza, sansür, özgürlük alanlarının daraltılması yerine, “yalan haberle mücadele” için başka araçların aranması olarak beliriyor. Bu bağımsız platformlar tarafından “yalan haberle mücadele” konusunun bu biçimde ele alınması, bu platformları son derece anlamlı kılıyor. Doğrulama işlevi yanında, yapılan yayınlar, medya okuryazarlığına yapılan vurgu, insanları yalan haber konusunda sürekli uyanık tutmaya ve eleştirel düşünceye teşvik etmek değerli çabalar olmakla birlikte, sahte içerik ve yalan haberin internet ile ilgili olduğunu düşünmenin önüne geçilememesi, özellikle de günümüze dair posttruth çağı gibi adlandırmalarla yeni bir olgu olduğunun ima edilmesi ise bence olayın özünü kavramayı ve insanların içinde yaşadıkları dünyayı anlama ve anlamlandırma sürecini çarpıtan sahte enformasyon içerikleri ve yalan haberle mücadeleyi güçleştiriyor.
Halbuki, sahte enformasyon içeriği ve yalan haberle insanları maniple etmek her çağda geçerli bir yönetme biçimi. Modern medyanın yasalar ile kontrolü, devletin ve devlet görevlilerinin ana akım medyanın çalışma biçimi içerisinde “güvenilir” kaynak olarak konumlandırılması, hatta haberin dili, yapısal özellikleri bu durumu son derece güçlendiren görünümler olarak karşımıza çıkıyor. Bir yandan da günümüzde medyanın uluslararası bir endüstri haline gelmiş olması, sürekli kâr arayışı yanında, otoriter ülke yönetimleri tarafından medyanın değişik yöntemlerle hükümetlere bağımlı hale getirilmesi, gerçek ile yalan arasındaki sınırları oldukça bulandıran bir durum. Hal böyleyken, ne internet içeriğini doğrulayabilmek için “güvenilir kaynaklara” başvurmak, ne “güvenilir” haber kuruluşlarının haberleri ile karşılaştırmak bizi gerçeğe ulaştıracak bir yöntemmiş gibi görünmüyor.
DEVLETE AYNA TUTMAK
Daha ötesi, internet üzerindeki sahte içerik ve yalan haberin en büyük sorumlusunun devletler olduğu da başından beri tahmin edilebilir olsa da, 2013 yılında Edward Snowden’ın sızdırdığı belgeler sayesinde kesin olarak kanıtlandı. Ücretli olarak çalışan devlet trolleri aracılığı ile web sitelerinin, blogların, forumların ve sosyal medyanın bir manipülasyon ve propaganda ortamı haline gelişinin sağlam kanıtları bu belgeler arasında mevcut.
2014 yılından bugüne ise hiç adları anılmasa da bu yalan haber, sahte içerik, manipülasyondan sorumlu mekanizma büyüdükçe büyümüş durumda. Oxford Üniversitesi’nde sürdürülen “The Computational Propaganda Project - Sayısal Propaganda Projesi” 2017 ve 2018 yılında bu konuda iki rapor yayınlamış durumda. Bu konudaki verilere ulaşmanın son derece güç olması nedeniyle buzdağının sadece en görünen yüzünü ortaya çıkardığını tahmin edebileceğimiz raporlar, 2017 yılında 28 ülkenin, 2018 yılında ise 48 ülkenin yalan haber, sahte içerik ve manipülasyon için kurmuş olduğu siber taburları açığa çıkartıyor.
2010 yılından beri sürdürülen araştırmalara dayanan veriler, "siber taburlar"ın oldukça yaygın olduğunu ortaya koymak yanında, kullandıkları yöntemler, organizasyon yapıları, finanse edilme biçimleri konusunda da fikir veriyor. "Siber taburlar"ı kamuoyunu sosyal medya ve internet üzerinden maniple etmek üzere kurulmuş hükümete, iktidar partisine ya da orduya bağlı ekipler olarak tanımlayan raporda, otoriter devletlerin tüm bu organizasyonu kendi halklarını etkilemek üzere oluşturduğu, pek azının bu manipülasyonu uluslararası ilişkiler alanında kullandığı ortaya konuyor. Raporda “demokratik” olarak adlandırılan Batılı devletler ise genellikle hükümete ve orduya bağlı olarak oluşturulan "siber taburlar"ı uluslararası ilişkiler alanını maniple etmek için kullanırken, iktidar partisine bağlı olarak kurulan “siber taburları” iç kamuoyunu maniple etmek üzere kullanıyor.
SİBER TABURLAR
“Siber taburlar” doğrudan “kamu görevlisi” olarak istihdam edilen devlet içi organizasyonlar olabildiği gibi, bazı durumlarda gönüllülere, çok takipçisi olan sosyal medya kullanıcılarına ya da taşeron şirketlere başvurulduğu da görülüyor. Elbette bunların her birisi, bu sahte içerik, yalan haber ve manipülasyon mekanizması açısından farklı işlevlere sahip. Genellikle ülkeler, bu manipülasyon sürecinde bot hesaplar ve yapay zeka uygulamaları yanında, diğer organizasyon biçimlerini de kullanıyorlar.
Siber taburların kullandığı iletişim stratejileri ise yıldan yıla ve her yeni çıkan sosyal medya uygulamasıyla birlikte gelişiyor. Sayısal Propaganda Projesi’nin raporuna göre devlete bağlı olarak çalışan siber taburlar, kendi içeriklerini (bu içerik gündeme müdahale etmeyi amaçlayan rapor, açıklama ve benzeri içerikler olabilirken, sahte içerik ve yalan haber de olabilir) üretme yanında, en basit haliyle haberlere ve forum gönderilerine yorum yazmak, sosyal medyada orijinal kullanıcı gönderilerini yanıtlamak, gündemi bulanıklaştırmayı amaçlayan “boş tartışmalar” yaratmak, spekülatif ya da kutuplaşmayı arttıran haber ve içerikler üretmek gibi işlevleri de üstleniyorlar. Bütün bu yöntemlerle meşru ve gerçek haber ve içeriklerin değeri düşürülüyor, ifade özgürlüğü değersizleştiriliyor, bazı içerikler ya da kullanıcı hesapları toplu şikayetler yoluyla sosyal medyadan kaldırtılıyor, bazı kullanıcılar hedef alınarak bir toplumsal linç ortamı yaratılıyor, internetteki ifade özgürlüğünü yasal ya da yasal olmayan yollarla sınırlandıran, daraltan süreçlerin başlatılması hedefleniyor. Bütün bunlara ek olarak, kamu kaynakları ile toplanmış demografik bilgileri kullanarak belli internet kullanıcılarına hedeflendirilmiş siyasi reklamlar gönderilmesi, arama motorlarında belli içeriklerin ilk sıralarda çıkması için optimizasyon tekniklerinin kullanılması, dezenformasyon yöntemleri de siber taburların iletişim stratejileri arasında yer alıyor. Üstelik 2018 yılı verileri, tüm bunların artık Facebook, Twitter gibi sosyal medya ortamlarından Instagram, Tinder, Snapchat gibi ortamlara ve hatta kişiden kişiye iletişimi içeren Whatsapp, Telegram gibi ortamlara doğru yayıldığını gösteriyor.
6 BİN KİŞİLİK SİBER TABUR
Siber taburların yalan haber, sahte içerik ve manipülasyon işlevleri en çok da seçim dönemlerinde artıyor. Tam da Türkiye açısından önem arz ettiği denli, umut da vermeyen yerel seçimlerin yaklaştığı günlerde, bu iki rapora Türkiye açısından bakmak önemli görünüyor. Türkiye’ye ait veriler hem 2017 hem de 2108 raporunda yer alıyor. Tamamen kamusal olarak paylaşılan bilgilerden derlenip bir araya getirilmiş ve elbette tahmin edilebileceği gibi bize resmin tamamını göstermekten ziyade ipuçları sunabilecek verilere dayanarak söylersek Türkiye, belli mesaj ve ifadeleri paylaşımlar, beğeniler, yorumlar yoluyla yaygın hale getirmeye yarayan bot hesaplar kullanmanın yanında en az 6 bin kişilik, doğrudan hükümetin koordine ettiği bir siber tabura sahip. Bunların dışında AKP’nin kendi siber taburuna sahip olduğu ve para karşılığında çok takip edilen bireysel sosyal medya hesaplarının kullanıldığına ilişkin de şüpheler bulunuyor. Bu siber taburlarda istihdam edilenlere hangi yöntemlerle ödeme yapıldığı ve bu ödemelerin biçimlerine dair kamusal enformasyonun yokluğu rapordan anlaşılsa da, tüm bu ödemelerin kamu kaynaklarından yapıldığı konusunda iddialar mevcut.
Türkiye’deki siber taburların ağırlıklı olarak hükümet yanlısı ve milliyetçi içerik üretmek; bu içerikleri yaygınlaştırmak, bazı tartışma başlıklarını ya da olguya dayalı içeriklere ilgiyi dağıtmak ya da değiştirmek; ayrıca bazı kullanıcıları özel alarak hedef almak, olumsuz bir etkileşim yaratmak, toplumsal linç süreci başlatmak gibi işlevleri üstlendiği sosyal medya taramaları sonucunda açıkça kanıtlanabilirken, diğer manipülasyon yöntemleri araştırılmayı, ortaya çıkartılmayı bekliyor.
Seçim döneminde ise demokratik olduğu düşünülen Batı ülkelerinde bile giderek artan ölçüde siyasi botlara, kamuoyunu maniple etmeyi sağlayacak veri analizi tekniklerine, ortamı zehirleyen, şüpheyi ve güvensizliği yaygınlaştıran sahte içerik ve yalan habere, oy verme eğilimlerini kutuplaştıran ve demokratik süreçlere duyulan güveni ortadan kaldıran manipülasyonlara başvurulurken, bu sürecin Türkiye’de ne denli “kirli” işleyebileceği konusunda tahmin yürütmek zorlaşıyor. Ama açıkça görünüyor ki seçim dönemlerinde medyanın kontrolü, seçim hileleri ve polisiye önlemler yanında sosyal medyanın manipülasyonu da seçimler yoluyla iktidarların değişebileceğine ya da seçmen iradesinin “gerçekten” sandığa yansıyabileceğine dair umutları azaltıyor.
Elbette bireysel internet ve sosyal medya kullanıcıları da nefret söylemini yayıyor, diğer kullanıcıları trollüyor, yalan haber yayabiliyor ya da sahte içerik üretebiliyor. Bütün bunları suç diye tanımlarsak, bu bireysel internet ve sosyal medya kullanıcısının bireysel suçuna karşı, organize ve devlet tarafından işlenen bir suçtan bahsediyoruz. İşte bu noktada ne yazık ki “tuz kokmuş” oluyor ve ortada dolaşan içeriğin doğrulanması ya da yanlışlanmasının anlamı ortadan kalkıyor, sahte içerik ve yalan haberin kendisi de, onunla mücadele de iktidarların manipülasyon ve yıldırma amacına hizmet ediyor.