Yalan Yanlış Hayatlar: Altay Öktem'in sokakları
Fitilli Meyhane’de bir cinayetle başlayan Yalan Yanlış Hayatlar tam da ismiyle müsemma bir şekilde, herkesin birbirini tanıdığı rivayet edilen bir mahallede, kimsenin kimseyi görmediği, ‘raconun’ bu kez tersten kesildiği, aksiyonu, kahramanı, tantanası bol, alışılageldik kurgu anlayışını yıkan cesareti ve ‘içeriden’, mahallenin göbeğinden eleştirel ve çok katmanlı bir yapıya sahip, gerçekliğin risklerinden ve yeni dünyanın krizlerinden korkmayan bir anlatı olarak Altay Öktem’in ustalık eserleri arasında yer alıyor.
"Yanlış hayat doğru yaşanmaz."
Adorno
Bugüne kadar kaleme aldığı eserlerle Türkçe edebiyatta kendi okurunu ve üslubunu keskin bir şekilde yaratmış olan şair-yazar Altay Öktem’in son romanı Yalan Yanlış Hayatlar Doğan Kitap tarafından yayımlandı.
Grotesk unsurlara metinlerinde sıkça yer veren Öktem son romanında gizemli bir hesaplaşmayı kaleme alıyor. Öktem okurlarının hiç de yabancısı olmadığı gerçekçilik bu kez kendisini bir mahallede ve o mahallenin etrafına kümelenmiş bir dizi mekanda gösteriyor. Meyhanede demlenenle, evlerde dedikodu yapanlar; bakkalda kırıştıranla, pavyonda para ezenler; eceliyle ölenle, bok yoluna gidenler birbirine karışıyor.
Her daim sokağın içinde olan ve yeraltı kültürünü yakından tanıyan Altay Öktem dili, atmosferi ve gerilimiyle hakiki bir mahallelilik analizi yapıyor. Bu noktada abartıdan ve samimiyetsiz bir dilden uzak duran Öktem, okurunu ilk anda romanın içine çekmeyi başarıyor. Biz de bakkalın köşesindeki boş daireyi kiralamış gibi oluyoruz adeta. Oradan, pencereden izliyoruz hikâyeyi.
SİYAH BEYAZ YOK, HEP GRİ
Yalan Yanlış Hayatlar yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir hesaplaşma romanı. Hesap da öyle kolay kesilmiyor vesselam. Evvela suçu bilmek, suçlunun karşısına öyle dikilmek icap ediyor. İşte bütün mesele de burada karışıyor. Kısa bölümler halinde ilerleyen romanda, sayfayı her çevirdiğimizde farklı bir yöne savrulabiliyoruz. Okur olarak biz de, karakterler kadar biliyoruz. Anlatıcı ustaca gizliyor gerçeği.
Merak unsurunun daha en başta okuru sarıp sarmaladığı roman, yine atmosferi ve kurgudaki zenginliğiyle hikâyenin ve okurun her an tetikte ve diri olmasını sağlıyor. Bir teknik olarak zaman atlamalarını ve geriye dönüşleri kullanan Öktem, romanın ritmini buradan yakalıyor ve giderek heyecanı doruk noktasına çıkarıyor.
ALTAY ÖKTEM’İN DERDİ
Yalan Yanlış Hayatlar, derdi hayatla olan bir roman olarak okurun karşısına dikiliyor. Peki Altay Öktem’in derdi ne? Entelektüel kaygıları O’nu nereye götürüyor? Öktem, bu romanın ana dinamiğinde insanlığın kadim meselesine değiniyor: İyi ve kötünün çelişkisine. Çok karakterli bu romanda okuru kendi deneyimlerine ve yaşam pratiğindeki çelişkilere odaklanmaya iten Öktem, değişen dünya düzenine, yıkılan dayanışma gücüne ve mazinin o kekremsi tadına odaklanıyor.
Sonra mı? Sonra iyinin ve kötünün ötesine doğru bir yolculuğa sokuyor bizi. Biz de bakkalın köşesindeki pencereyle yetinmiyor, şöyle bir doğrulup dışarıya sarkıyoruz. Merakımıza yenik düşürek, geleneksel zevkimiz gereği, bir iyi bulup onun peşinden gitmeye yelteniyoruz. Hah, bak bu doğru söylüyor, diyoruz. Yine yanılıyoruz sonra.
Her köşede başka bir dedikodu, her okey masasında başka bir makara dönüyor. Fısıltıların ve taş seslerinin gürültüsünden kulaklarımızı korumaya çalışarak yeniden takılıyoruz hikâyenin peşine. Neriman mı, Nesrin mi diye soruyoruz. İz sürücü Muzaffer nereye kayboldu, diyoruz. Yaşamak için neleri göze almak gerekir, şeklinde sorular geçiyor aklımızdan. Hiçbirini bilmiyoruz.
YALAN YANLIŞ HAYATLAR’IN KADINLARI
Nesrin… Cavidan… Bekir… Hamdi… Zakir… İz Sürücü Muzaffer… Çok karakterli bu romanda Öktem’in kadın karakterleri hem etken, hem de edilgen bir rol alıyor. Yine Öktem’in entelektüel tavrından yola çıkarak söylemek gerekirse romanın geneline yayılmış bir erkeklik hesaplaşması ve sistematik erk zihniyet eleştirisi odak noktalardan birisi yorumunda bulunmak yerinde olacaktır. Yalan Yanlış Hayatlar, beylik laflar ve pratiğe geçememiş teorik söylemlerle bahsi geçen erkeklik krizini ele almaktansa tam da gerçek hayatta vuku bulduğu haliyle, bizlerin görüp de farkına varamadığı, varmak istemediği, o ince detaylarla okura veriyor. Didaktik bir anlatı biçimini yıkan Öktem, bu sahicilik duygusuyla romanının gerçekliğini ve atmosferini daha da sağlamlaştırıyor.
AH MUTLULUK! SEN NE MENEM BİR ŞEYSİN!
Günümüzün temel dertlerinden birisi de mutlu olma ihtiyacı. Bir düşünün, mutlu olmak neleri göze almıyor ki insan. Peki eli arttıralım, mutlu olmak, huzurunu korumak için ne kadar ileri gidebilirsin? Sırrını saklamak ve yaşamak için her yola girebilir misin? Yalan Yanlış Hayatlar, bu soruların peşine düşen karakterleri, onların ödediği ve ödeyebileceği bedelleri okura sunarken, aynı zamanda bir karanlığı da beraberinde getiriyor.
Bu hesaplaşma duygusu karakterleri yer yer bireysel sorgulamalara götürse de asıl mesele ‘görmek’ ve ‘kör kalmak’ arasında salınıyor. Bu paradoks metnin geneline yayılıyor ve birbiri etrafında dönen, birbirini göremeyen insanlardan oluşan bir anlatının ana meselesi oluyor.
Fitilli Meyhane’de bir cinayetle başlayan Yalan Yanlış Hayatlar tam da ismiyle müsemma bir şekilde, herkesin birbirini tanıdığı rivayet edilen bir mahallede, kimsenin kimseyi görmediği, ‘raconun’ bu kez tersten kesildiği, aksiyonu, kahramanı, tantanası bol, alışılageldik kurgu anlayışını yıkan cesareti ve ‘içeriden’, mahallenin göbeğinden eleştirel ve çok katmanlı bir yapıya sahip, gerçekliğin risklerinden ve yeni dünyanın krizlerinden korkmayan bir anlatı olarak Altay Öktem’in ustalık eserleri arasında yer alıyor.