Bu kadınların çoğu çalışma izni olmadan istihdam ediliyorlar. Güvencesizliğe mahkûm eden bu istihdam biçimi, kadınları her türlü zorbalığa, şiddete, tacize ve sömürüye daha açık hale getirirken, sınır dışı edilme korkusuyla şikâyet mekanizmalarının da dışına düşmelerine sebep oluyor.
Bundan birkaç yıl önce akrabalarımızdan birinin eşi ölümcül bir hastalığa yakalandı. Uzun süre yatağa bağımlı olacağı ve bakıma ihtiyaç duyacağı anlaşılınca, oğulları annelerine destek olacak bir yardımcı arayışına girdiler. Muhtemelen ailenin kız çocuğu olsaydı, bakım emeğine destek ondan beklenecekti. Olmayınca, uzak yakın akraba çevresine haber uçuruldu. Derken, bir aracı firmaya ulaşıldı ve görüşme günü ayarlandı. Tesadüf eseri, aracının eve görüşmeye geldiği gün ben de geçmiş olsun ziyaretine gitmiştim. “Pazarlık” demeye dilimin rahatlıkla vardığı bir sürece şahit oldum.
Aracı firmanın yöneticisi olan genç kadının, zamanında bakım hizmetinde çalışmak için gelip hızlıca Türkçeye hâkim olmuş, zeki, koordinasyon ve ikna yeteneği olan biri olduğu belliydi. Gelmeden önce ailenin beklentilerini ve ihtiyaçlarını öğrenmiş, ona göre bir seçenekler listesi oluşturmuştu. Bu listedeki çeşitli yaşlardaki, etnik kökenlerdeki ve inançlardaki kadının niteliklerini sıralıyor, memnuniyetsizlik bildiren mimikler veya sözlerle karşılaşınca hemen listedeki diğer isme geçiyordu. Tam bir tüccar gibi davranıyor, herhangi bir ürün veya hizmeti pazarlıyormuşçasına, adayların yumuşak başlı olmalarından girip (Türkçedeki yumuşak başlı tabirinin ev içi hizmetlerde istihdam söz konusu olunca ne kadar ikna edici olduğunu hemen kavramıştı ki, bu sözü diline dolamıştı), hamaratlıklarından çıkıyor, güzel ahlaklarını, sadakatlerini, temizliklerini övüyordu. Beni diğer vurguları gibi çok öfkelendiren fakat şaşırtansa kanaatkarlıklarına belirgin bir vurgu yapmasıydı. Az yiyen, az uyuyup çok çalışan, çok az izin kullanan veya hiç kullanmayan, gösterilen odada, hatta koltukta oturan, uyuyan, banyoyu, telefonu, televizyonu, bilgisayarı kullanmayan veya ölçülü/izinli kullanan, ailesini sık sık arayıp uzun konuşmalar yapmayan çalışan profili çiziyordu. Kendisi de benzer işler yapmış bir kadının çalışanını bu kadar kırılgan hale getirerek “eti senin kemiği benim” tavrı sergilemesini de ayrıca yadırgamıştım.
Müşteri tarafında yer alan anneye bu teminatlar yetmemiş olacak ki, temel bakım emeğine ek olarak kişilik özelliklerinden giyim kuşamına kadar beklentilerini sıralamıştı uzun uzun. Oğullar ise annelerine “can dostu”, babalarına müşfik bir hemşire aradıklarını belirterek tamamlamışlardı talep listelerini. Müstakbel yardımcının emeğini ve bedenini sömürmek, onu kendi ahlaki ve kültürel kalıplarının içine yerleştirmek yetmemiş olacak ki, bir de duygularını sömürmeyi arzu ediyorlardı.
YARDIMCI MI, KÖLE Mİ?
Bakım hizmetinde istihdam edilen kadınların çoğunun kölelik koşullarında çalıştırıldıklarına dair çok şey duymuştum. Fakat ilk kez bir köle pazarlığına denk geliyordum. Daha sonra hastanın eşi, erkek çocuklarının ev işlerine hâkim olmadıkları için doğru soruları soramayacakları ve kolayca kandırılabileceklerini düşünerek, bir kadın olarak bakıcı adaylarıyla yapacağı görüşmelere refakat etmemi isteyince canımı sıkacak bir tecrübe olmasına rağmen, birkaçına merakla eşlik ettim. Annelerine eşlikçi, can dostu arayışında olduklarını söyleyen erkek çocukların aksine anne, itaatkâr, kanaatkâr, kendi ahlaki normlarına uygun, kültürüne aşina, yorulmak bilmez ve hayatından, kişisel hazları, beklentilerinden vazgeçmiş bir hizmetkar aradığını açıkça belirtiyordu her görüşmede. Bazı adayların gözü korkuyor ve kendiliklerinden vazgeçiyorlardı. Adaylardan birini “çok açık”, diğerini de “şişman” diyerek geri çevirdi. İlk itirazının gerekçesini onaylamasam bile anlayabiliyordum fakat ikincininkini anlayabilmem için ona sormam gerekti: şişman olan hantal ve keyfine düşkün olurdu, koşuşturamazdı ve ayrıca da çok yer, masrafı artırırdı ona göre. Nihayet, Müslüman, oldukça akıcı Türkçe konuşan, eğitim seviyesi düşük, tesettür kurallarına uygun giyinip yaşayan, memleketinde bıraktığı bir kocası ve çocuğu bulunan, zayıf olduğu için çevik olduğunu düşündüğü, kendisine tanışır tanışmaz anne, kocasına da baba diye hitap eden birinde karar kıldı. Yardımcının eğitim seviyesinin düşük olması ve bir mesleki uzmanlığının bulunmaması, sınıfsal olarak da işveren tarafa üstünlük sağlıyordu. Sonuçta çocuk değil, hasta bakacaktı.
Hastanın erken ölümüne kadar geçen birkaç ayda akrabamızın yardımcısı hakkındaki şikayetleri, ithamları, endişeleri ve nefret söylemine varan eleştirileri bitmek bilmedi. Hırsızlığı, iffetsizliği, açgözlülüğü, dindarlık konusundaki takıyyeciliği, tembelliği, çok yemesi, banyoda çok su harcaması, kısıtlı izin günlerinde dışarıdan covid kapıp kendisine bulaştırma, hatta mide bulantısı yaşadığı için hamile olma ihtimali ve nihayet ilaçlarının yerini değiştirerek kendisine komplo kurduğu iddiası ile helalleşerek değil, hakaretlerle yardımcının işine son verildi.
GÖRÜNMEZLİKLE GÖZE BATMAK ARASINDA GÖÇMEN KADIN
Bu ve benzeri tecrübelere şahit olmak, çoğu daha iyi hayat koşullarına sahip olmak için değil, hayatta kalabilmek için ülkelerini terk eden, farklı ülkelerde bakım hizmetlerinde veya başka sektörlerde kayıtlı-kayıtsız, güvenceli-güvencesiz çalışan, önemli kısmı iyi eğitim görmüş, meslek sahibi kadınların durumu hakkında yapılmış saha çalışmalarını takip etmeye yöneltti beni. Bu yıl içinde yayımlanmış Göçmen ve Mülteci Kadınlar, Türkiye’de Araştırma, Politika ve Uygulamada Toplumsal Cinsiyet Farkındalığı (Yayına Hazırlayanlar: Emel Coşkun, Selmin Kaşka, Lucy Williams, Bağlam Yayınları) tam da bu konuyu ele alıyor.
2018’de bir konferansta bir araya gelen bu üçlü, Türkiye’de ve dünyadaki farklı göçmen kadın gruplarının ortak sorunlarından yola çıkmış ve bu sorunları görünür kılmak için kolları sıvamışlar. Çünkü, Türkiye’de göçün politik ve akademik tartışmaların merkezinde yer alması, son yıllarda gündelik yaşama müdahaleye ve şiddete varan nefret söylemi, göç hikayelerinin asıl yüzlerinin görünmesini engelliyor onlara göre. Türkiye’nin göçmen politikası, bu politikayı düzenleyen mevzuat, göçmen kadınların istihdamdaki kırılgan konumları, kadın ticaretinin mağduru olan göçmen kadınlar, burada kurdukları aileden ve sosyal çevreden yönelen şiddet ve benzeri konu başlıklarının yanında, çözüm önerileri ve hayatta kalma stratejileri kitabın içeriğini oluşturuyor. Kitabı benzerlerinden farklılaştıran ise göçmen kadınların tanıklıklarından yola çıkan analizlerin yanında, bizzat göçmen kadınların kaleme aldıkları sorunlara ve güçlenme hikayelerine yer vermesi ve Suriyeli mültecilerin dışında kalan kadın göçmenlerin de seslerini duyurması.
Kitabın editörlerinden Emel Coşkun’la, yazının başında bahsettiğim bakım hizmetinde çalışan göçmen kadınlar hakkında yürüttüğü başka bir araştırma üzerine konuşurken, ülkelerinin refah düzeyi düştükçe, işsizlik oranı ve yoksullaşma arttıkça sayıları artan Türkmenistan, Özbekistan, Gürcistan, Kırgızistan, Afganistan, Moldova’dan, Sahra-altı Afrika ülkelerinden gelen kadınların sayılarının gün geçtikçe arttığını öğreniyoruz. Bu kadınların çoğu çalışma izni olmadan istihdam ediliyorlar. Güvencesizliğe mahkûm eden bu istihdam biçimi, kadınları her türlü zorbalığa, şiddete, tacize ve sömürüye daha açık hale getirirken, sınır dışı edilme korkusuyla şikâyet mekanizmalarının da dışına düşmelerine sebep oluyor. Coşkun’un ifadesine göre, Türkiye’nin göç sisteminde kağıtsız, belgesiz çalışmak ve yaşamak zorunda kalan pek çok göçmen ve mültecinin deneyimi, insan ticareti mağdurlarının deneyiminden farksız. Türkiye’deki kurumlar uzun süredir sadece göçmen kadınların cinsel sömürü amacıyla ticaretine odaklanıyor ve son yıllarda tespit edilen birkaç vaka ile Suriyeli mülteci kız çocukları da bu gruba dahil ediliyor. Bunlar olumlu gelişmeler. Ama Coşkun’a göre sadece bunlara odaklanmak ikamet ve çalışma izinlerine erişememek gibi iki büyük zorluktan kaynaklı sorunların görülmesinin, tartışılmasının ve çözüme kavuşturulmasının önüne geçiyor. Çünkü, bu koşullarda insan ticareti benzeri uygulamalara yol açan sebeplerin farkına varılamıyor. Gönüllü olarak çalışma amacıyla göç ettiği varsayılan kadınların yaşadıkları sorunların, haksızlıkların ve tacizin görünür olmasını engelliyor.
YAN KOMŞUMUZ KÖLELİK SİSTEMİNİN BİR PARÇASI MI?
Emel Coşkun’la yaptığımız kısa söyleşide, bakım hizmetinde çalışan kadınların yanı sıra, Türkiye’den erkeklerle evlenip veya partner olup burada kalan kadınların yaşadıkları sorunlardan da bahsettik. Sosyal medyayı kullanarak, kendi sosyal çevreleri içinde yahut birtakım aracılar marifetiyle tanışan göçmen kadın ile yerli erkeğin evliliği, sevgililik ilişkisi iki tarafı memnun edebildiği gibi, birçok örnekte kadınları mağdur da edebiliyor. Göçmen kadınların vatandaşlık almaları için üç yıl evli kalmaları gereği, ailelerinden uzak olmaları, çalışma izinlerinin bulunmaması, istihdam sürecine dahil olamamaları ilişkide erkeği avantajlı kılıyor ve kadın üzerindeki baskıyı, şiddeti arttırıyor. İtaatkarlık ve ev işlerini tek başına üstlenmesi; çocuk sahibi olması; erkeğin ailesine yakın ve uyumlu yaşaması; dinini değiştirmesi; ev eksenli yaşaması; giyim-kuşam ve sosyal ilişkilerde muhafazakâr ahlaki normlara uyması gibi beklentiler ve bunları karşılamaması durumunda fiziksel ve sembolik şiddete maruz kalması oldukça yaygın. Talepleri karşılamayı reddeden kadınlar, kocaları tarafından sınır dışı ettirilmekle, çocuklarından uzaklaştırılmakla tehdit edilebiliyorlar. Resmi evliliklerde durum böyleyken, imam nikahlı evlilikler veya evlilik dışı ilişkilerde güvencesizlik, kırılganlık daha da artıyor. Eşleri, eşlerinin akrabaları veya iş arkadaşları tarafından tacize, tecavüze uğrayan ve hatta öldürülen göçmen kadın sayısı çok fazla. Kimliksiz, çalışma izni olmadan yaşayan veya işverenlerinin pasaportlarına el koyduğu kadınların öldükleri bile fark edilmiyor.
Pandemi döneminde virüs taşıyacağı gerekçesiyle aylarca evden çıkartılmayan göçmen ev işçisi kadınlardan da söz ediyor Coşkun. Hatta, Sahra-altı Afrika’dan gelen, bakım hizmeti ve başka sektörlerde çalışma izni olmadan istihdam edilen kadınların siyah tenlerinden dolayı yabancı olduklarının anlaşılacağı ve mahrumiyetlerle örülü kayıt dışı ikametlerinin sınır dışı edilmekle nihayetleneceğinden korkulduğu için kamusal alana hiç çıkmadıkları veya çıkartılmadıklarını da ekliyor. İri, güçlü kuvvetli olan göçmen kadınların baştaki hikayemize benzer biçimde evlerdeki daha ağır işleri şikayetsizce yapmalarının beklendiğini, kimi çalışanın işveren ailenin yatma saatinden önce yatağa girmesinin mümkün olmadığını, izne çıkarılmadıklarını, aile efradının, hatta baktıkları çocukların bile şiddetine maruz kaldıklarını, artan yemeklerle ve küçük porsiyonlarla idare etmek zorunda kaldıklarını, çağrıldıklarında koşarak gelmelerinin beklendiğini anlatıyor Emel Coşkun. Kadınları çok katlı binalardan atarak katletmenin itiyat haline geldiği ülkemizde, bu yolla öldürülen göçmen kadınlar olduğunu da hatırlatıyor. Sözünü ettiğim derleme kitapta, farklı göçmen kadın gruplarının yaşadıkları benzer tecrübelere dikkat çekilmeye çalışılıyor ve bu sorunların, hem Türkiye’nin göç mevzuatından, hem de toplumsal cinsiyet rejiminden kaynaklandığı vurgulanıyor.
Emel’in göçmen kadın hikayelerini anlatırken, ABD’deki insan ticareti sorununu ele alan çalışmasından bahsettiği Kevin Bales’in yazısının başlığı bu yazının başlığına da ilham vermişti: “Yan komşumuzdaki köle”. Fakat her türlü olumsuzluğa rağmen göçmen kadınların eğitimini gördükleri alanda çalışabilmek için verdikleri mücadeleyi, çalışkanlıklarını, sebatkarlıklarını, dayanışma pratiklerini ve hayattan ümidi kesmeme kararlılıklarını anmadan edemeyeceğim.
Şimdi sözü göçmen kadınlara bırakalım:
Zakira Hekmat: “Afgan kadınlar Türkçe konuşamıyor ve bu engel erkekler tarafından onlara karşı kullanılıyor. Nitekim cinsel tacize ve tehditlere maruz kaldıklarında yaşadıkları sorunları dile getirebilecekleri, destek ve koruma alabilecekleri mekanizmalara erişimde zorlanıyorlar.”
Salma: “Ugandalı kadınlar Türkiye vatandaşı olmadıkları için çok düşük ücretlerle çalışıyor ve herhangi bir yere şikâyet edemiyorlar. Kadınlar uğradıkları hüsrandan dolayı bazen ihtiyaçlarını karşılama ve onları Türkiye’ye getiren acentelere borçlarını ödeme baskısıyla fuhuşa yönelebiliyorlar.”
Elvira Budaichieva, Eliza Shaeva: “Kırgız kadın ev işçileri güvencesizlik ve izolasyon içinde yaşıyorlar. İşverenleri çok çalışmaları için onlara baskı yapabiliyor ve haftada sadece bir gün ya da birkaç saat izin ile çalıştırılabiliyorlar. 2018 yılında 15 Kırgız kadının cenazesi memleketine gönderildi.”