Yangın yeri

40 yıldır doymak bilmez bir açlıkla, dinmek bilmez bir hınçla, arsızlıkla giderek daha fazla alana yayılıyor olağan - profesyonel yangınlar. Birkaç tekne kumla denizler kurumaz, birkaç bin ağacın yanması, kesilmesi birkaç dönüm arazinin imara açılmasıyla orman tükenmez… Tersine, memleket ekonomisine katkı sağlar, denir.

Zeki Coşkun zekicoskun@gmail.com

Cehennemdeyiz.

Her yan, her şey yanıyor. Hepimiz yanıyoruz.

Ormanların, ağaçların, hayvanların yanması olağan! Piknik yaparlar, farkında olmadan bir kıvılcımla denize nazır, ağaçların, yeşilin içinde bir otellik, seçkinlere özel sitelik bir alan açarlar. Bir Çağ Yangını zamanlarının başlangıcından; 24 Ocak + 12 Eylül 1980’lerden, bizzat şimdiki Tarım ve Orman Bakanı’nın ifadesiyle Özal devrinden beri yasası, yönetmeliği, yolu belli: “Orman vasfını kaybeden arazi” diye başlayıp gider.

Bilinen, kanıksadığımız olağan yangınlar bunlar. 40 yıldır doymak bilmez bir açlıkla, dinmek bilmez bir hınçla, arsızlıkla giderek daha fazla alana yayılıyor olağan - profesyonel yangınlar. Birkaç tekne kumla denizler kurumaz, birkaç bin ağacın yanması, kesilmesi birkaç dönüm arazinin imara açılmasıyla orman tükenmez… Tersine, memleket ekonomisine katkı sağlar, denir.

Ve fakat biraz daha az yeşil, daha az doğa, biraz daha çok beton… derken şimdiki şaşkınlık ve çaresizlik çıkar karşınıza: Yangın ve alevler mevsim normallerini aşmış, bir anda her yanı sarmıştır.

Yıllardır daha geniş alana ve zamana yayılan yangın var. Onunla mücadele etmekle yükümlü Tarım ve Orman Bakanı’nın ifadesiyle envanterinde yangın söndürme uçağı yok!

Yok ve yangın büyük ama çok bilmiş kadim zaman kahinleri cevval parmakları ve dilleriyle, şaşmaz ezberleriyle olağan şüphelileri işaret ediyorlar: Hainler, sabotajcılar.

Her şey küllenip üstü örtülmüş oluyor böylece.

Ama yangın daha da büyüyor. Komşu illerden –Denizli’den- söndürme çalışmalarına destek için yardıma koşan iki kardeş, “olağan şüpheliler” kapsamında anında binlerce insanın linç girişimiyle karşılaşıyor.

Kadim zaman kahinlerinin, cevval parmakların ve dillerin işareti üzerine harekete geçen gönüllü linç girişimcileri orada kalmıyor, yangın bölgesindeki belediye başkanın ifadesiyle devriyeye, olağan şüpheli avına çıkıyorlar. Sokaklarda kimlik kontrolü yapma, yol kesme, havaya ateş etme mesaisi icra ediyorlar.

Aynı ırkçı ve linçi mesai, Konya’da katliam gerçekleştiriyor.

Orman yangınında olağan şüphelileri anında görüp teşhis eden aynı kahinler bu kez olayın ırksal – etnik nedenlerden kaynaklanmadığında ağız birliği ediyorlar aynı cevvaliyetle.

Orman yangınları gibi aynı profesyonel ırkçı saldırılar yıllar yılı sürse de bugün katledilenler kısa süre öncesinde aynı çevrelerin linç girişimine uğrasa da milli bütünlük kadim ezberiyle katliam küllenmeye çalışılıyor.

YANGIN KAVMİ

Profesyonellerden olmayan, her ateşi, her yangını teninde, yüreğinde duyan gerçek bir kahin kırk yıl önce gördü bunları, yazdı, söyledi:

Umduğumuz, beklediğimiz şey değil miydi bu? Gündelik bir olay gibi gelişti. Dumanlar nice zamandır gözlerimizin önünde esmiyor muydu, ince ince tütmüyor muydu, ölüm buhurdanları kol gezmiyor muydu? (…) Burnumuz bu sinsi kokuları duyuyordu. Onu dinlemedik. Tenimiz onlara değiyor, ağır ağır terlemeye duruyor, yer yer kızarmaya başlıyordu. Tenimizi hiç dinlemedik. (…) Yangın bir kez başladı mı kimse uzak kalamaz! Ya ateşi, ya alevi ya dumanı gelir sana. Ulaşır. Haberi de yakıcıdır onun.

Tam da Hulki Aktunç’un 1981’de yayımlanan ilk romanı Bir Çağ Yangını’ndaki gibi değil mi yaşadıklarımız?

Masum değiliz hiçbirimiz, tamam ama popa sarmayalım. Çünkü o da profesyonel yangının bir türü olabiliyor. Bizzat Aktunç’un ve romanın da maruz kaldığı bir yangın bu. Kendisinden dinleyelim:

Kitaplarıma ad ararken hayli zorlanırım. "Bir Çağ Yangını"nı Abdi İpekçi Roman Ödülü'ne yollayacaktım. Adını saptayamadığım için geciktim. Yıllar sonra, Sezen Aksu söylüyordu -bağırıyordu- bir şarkısında, romanın adı, küçük harflerle "bir çağ yangını" olmuştu artık, yitirmiştim o adı ben. O adı benden almışlardı; biraz üzüldüm, biraz sevindim.

O nedenle masum olup olmadığımızı, yükümlülükleri yine Aktunç’la birlikte romanın içinden soralım:

Yoksa kim girişecek acıların sayımına? Buna hakkı olanlar kimler? Evdeki -dil varmıyor böyle demeye- üç kişi, (…) birbirlerinden gizli bu soruyu sormuyorlar mı?

Öldürülerin tutanağına kim başlayacak? Nedenini kim anlatacak? Ölüleri kullanmadan kim yapacak bunu? Kim hepsini kucaklayacak? Kim söyleyecek hepsinin kanında yüzdüğümüzü? Dünyada onlarla ilgisi olmayan hiçbirşey kalmadığını kim söyleyecek?

***

Aktunç’un Şarkılar kitabı 1992’de yayımlanmıştı. Baktım, imzaladığı ilk sayfaya şunu yazmış: “Andaç, 24. Şarkı”

O iki dizelik “şarkı” da Bir Çağ Yangını kadar ünlü, onun kadar kahince… ve ne tuhaf, evet o da birilerinin hoşuna gitmiş, profesyonel yağmaya uğramış. Biliyorsunuz o dizeleri:

Yangın kavmindeniz

Ne giysek alev

***

Kitabın yayını 1992, dizelerin yazımı daha da erken… Henüz ne Madımak var ortada, ne 2 Temmuz. Ama malum, çağ belli, kavim belli. Belli mi olur yine bir kıvılcımla değişir bu hal ve zaman, kavim, kader, keder. Yine Aktunç’un romanda dediği gibi:

Bir alev yalazıdır kimi zaman. Umulmadığı yerden çıkar, ışıtır ve tüter. Bir gergeften doğar sözgelimi.

Tüm yazılarını göster