Yangınlar ve mülteci kıyımı

Dünya düzeninin meşrebi değişmedikçe, bir yanda doğa ve orman kıyımının diğer yanda mülteci kıyımının katlanarak devam etmesi ne yazık ki kaçınılmaz.  

Zafer Yörük yazar@gazeteduvar.com.tr

Çanakkale, Dedeağaç ve Kanada; hepsi yanıyor. 40’ıncı paralelin kuzeyinde bu büyüklükte orman yangınları yeni bir durum. Geçtiğimiz yıllarda güneyi yakıp bitiren cehennemin, iklim değişimi ve küresel ısınmanın sağladığı zemin üzerinden kuzeye doğru ilerlediği anlaşılıyor. Dedeağaç (Alexandropolis) Kavala arası ormanlık bölge içinde şimdiye kadar yanarak ya da dumandan boğularak hayatını kaybetmiş 18 insan bedeni bulundu. Bunların Türkiye’den Yunanistan’a kaçak geçiş yapan mülteciler olduğu tahmin ediliyor. Yangın zayıflayıp orman içlerine ulaşıldıkça daha çok cansız göçmen bedeni bulunmasından endişe ediliyor. Kanada’nın orta bölgesi British Columbia’da yaşanan orman yangınıysa ilk kez böyle bir büyüklük ve genişleme eğilimine ulaşmış bulunuyor; alevler yerleşimlere sıçradıkça insanlar evlerinden tahliye ediliyor. Kıyamet, kuzeye doğru yayılıyor. Kanadalı uzmanlar, dünya genelinde doğa yangınları riskinin iklim değişikliği sonucu yedi kat arttığını saptadılar.

 

Orta ve güney Avrupa ile Akdeniz havzasının birçok bölgesinde tarihi sıcaklık rekorları kırılıyor, kuraklık alarmları veriliyor ve birkaç yıl öncesinin geniş ormanlık bölgelerinin kalıntılarında yangınlar devam ediyor. Ağustos başında, Atlantik ötesinde Havaii’de ansızın patlayan orman yangını Maui şehrini birkaç saat içinde harabeye dönüştürdü. Kuru hava, rüzgâr ve aşırı sıcağın bir araya gelişiyle oluşan cehennemin 114 cana mal olduğu kaydedildi. Yangından sonra epey gecikmeyle Havaii’yi ziyaret eden Başkan Joe Biden, sıcaklığını koruyan zemin üzerine basmakta zorlandığını söyledi.

Akdeniz havzasında yaz mevsimi, orman yangınlarıyla eş zamanlı olarak mülteci trafiğinde artışı da beraberinde getiriyor. Turizm cenneti Akdeniz adaları ve Kuzey Afrika sahilleri, yaz aylarında artık turistlerden çok göçmen kitlelerin hareketliliğine sahne oluyor. Son yıllarda sıçrama yapan semptomatik orman yangınlarıyla yadsınamaz hale gelen iklim değişikliği, kuraklık ve küresel ısınma faktörlerinin etkisiyle Akdeniz sahillerinin turistik cazibesini giderek yitirdiği, Avrupalı turistlerin artık İspanya, güney Fransa, İtalya ve Yunanistan yerine daha kuzey destinasyonlara yönelme eğiliminde olduğu gözleniyor.

TURİST DEĞİL MÜLTECİ

Turizm sektörü, artan kuraklık ve orman yangınları eşliğinde yerini devasa bir göç endüstrisine bırakarak bölgeden geri çekiliyor. Göç, doğası gereği düzensiz ve illegal olmak zorunluluğu nedeniyle sistematik bir insan kıyımına da sahne oluyor. Afrika’dan Avrupa’ya geçiş rotaları üzerinde çoğu alabora olup batan teknelerde hayatını kaybeden göçmen sayısı 2023 yazı bitmeden 3 bin rakamına dayanmış durumda. Bunlar arasında Akdeniz’de büyük can kaybı yaşanan vakaları duyuyoruz. Diğerleri artık vaka-ı adliden sayıldığı için olsa gerek dünya kamuoyunun ilgisini cezbetmiyor.

Geçtiğimiz haziran ayında Titanik’e dalış yapan altı multi-milyoner turistin kaybolması üzerinden dünya medyasının çevirdiği küresel melodram, bu aymazlığın sembolü oldu. Aynı anda Akdeniz’de Avrupalı otoritelerin gözü önünde batan bir teknede boğulan 500 civarında yoksul Afrikalıyı kurtarmak için hiçbir şey yapılmıyor ve kafası Titanik milyonerlerini kurtarma operasyonuna kitlenmiş dünya kamuoyu da ilgisiz kalmayı tercih ediyordu.

Afrika’dan Avrupa’ya geçişte mülteci kıyımı, yalnızca Akdeniz’de olmuyor. Batı Afrika kıyılarından Atlas Okyanusu’na açılarak İspanya sınırları içindeki Kanarya Adaları’na ulaşmak da önemli hatlardan biri. Okyanusun ortası da olsa sonuçta Avrupa Birliği topraklarına girmiş olunuyor. Bu uzun açık deniz yolculukları, ağaçtan oyma balıkçı kayıklarıyla yapılıyor. Dalgalara yenik düşerek yok olma riski çok büyük ama buna rağmen tepeleme insan dolu kayıklarla Fas, Moritanya ve Senegal kıyılarından okyanusa açılmalar bitmiyor. Yaz başından beri sürekli batan tekne haberlerinin geldiği bu rotadaki son trajedi, 10 Temmuz’da Senegal’den yola çıkan üç tekneden ikisinin taşıdığı 200 ila 300 mülteciyle birlikte kaybolmaları oldu. Senegal’le Kanarya Adaları arası 1000 kilometreden fazla ve 18.-19. yüzyıllardaki köle ticareti teknelerinin rotasını izleyen deniz yolculuğu en az 10 gün sürüyor.

Kanarya Adaları, Afrika’dan mülteci akınına hedef oldukları kadar, artan orman yangınlarıyla da bu yaz gündemde. Adaların en cazibi olan Tenerife’in çam ormanları ve bitki örtüsü geçtiğimiz haftalarda neredeyse tamamen yandı; turistler tahliye edildi. Son üç yıldır adaların çok az yağış aldığı ve kuraklık emarelerinin çoğaldığı belirtiliyor. Orman ve doğa katliamı, mülteci kıyımıyla eşzamanlı gerçekleşiyor.

GÖÇ ENDÜSTRİSİ VE KİTLE KATLİAMI

Göçmen akınına kesin çözüm olarak Etiyopyalı mültecileri Yemen sınırında toplu halde öldürmek Suudi Arabistan rejiminin tüyler ürpertici bir icadı olarak tarihe geçti. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) raporuna göre son iki yılda en az 795 Etiyopyalı mülteci Yemen-Suudi sınırında kayboldu. Bunlardan 287’sinin Suudi ordusunun havan topu ve roketatar bombardımanı ve piyade silahlarıyla öldürülerek toplu mezarlara gömüldüğü tespit edildi. Suudi devleti, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları raporunda da kayıtlı bu katliamları inkâr ederken fiiliyatta cinayetleri sürdürüyor. Uluslararası toplumun “kaygı duymak” ötesinde bir şey yapmadığı, ABD ve İngiltere başta olmak üzere Suudi makamlarıyla “iyi ilişkilerin” sürekli geliştirildiği koşullarda, göç akını karşısında bu toplu cinayetlerin normalleşme ve artarak yaygınlaşma tehlikesi ortaya çıkıyor.

Aslında, toplu cinayeti de içeren engelleme ve durdurma faaliyetleri, diğer faaliyetlerle birlikte oldukça kârlı bir küresel göç endüstrisinin bileşenleri olarak ele alınmaya müsait. Bu endüstri, insan kaçakçılığı sektörüyle sınırlı değil. Mültecilerin kontrolü, bakımı ve istihdamı gibi önemli ve kârlı ‘business’ dallarında faaliyet gösteren şirket ve STK’lar, çoğu Batılı ülkelerden binlerce kişiyi istihdam ediyor. Birleşmiş Milletler ve ilgili ülke hükümetleriyle her gün milyon dolarlık ihaleler, iş sözleşmeleri yapılıyor, projeler üretiliyor. Üzerine bir de göçmen nüfusların gelişmiş ülke ekonomileri için devasa bir ucuz işgücü kaynağı olma gerçeği eklendiğinde tablo aşağı-yukarı tamamlanacaktır. Bu tablo içinde, her yıl yanarak ve boğularak ya da kurşunlanarak ve bombalanarak can veren binlerce göçmen, ancak ‘kayıp kaçak’ ya da ‘doğal zayiat’ kalemi olarak kayıtlarda yer bulabilir.

Egemenler ormanları sevmiyor. Turistik tesis, maden işletmesi ya da sanayi kurmak adına yıllardır sistematik olarak ormanları yakıp yok ediyorlar. Ama doğa tahribine paralel olarak turizm patlamıyor, aksine geriliyor; daha da gerileyecek. Çiçeklerle, törenlerle karşılanan turistler yerine o bölgeler giderek daha fazla yoksul Asyalıların, Afrikalıların, Ortadoğu halklarının akınına uğruyor. İstenmiyorlar; geri ittiriliyor, hapsediliyor hatta öldürülüyorlar. Oysa küresel ısınma sonucu ortaya çıkması beklenen büyük iklim göçü daha başlamadı. Dünya düzeninin meşrebi değişmedikçe, bir yanda doğa ve orman kıyımının diğer yanda mülteci kıyımının katlanarak devam etmesi ne yazık ki kaçınılmaz.  

Tüm yazılarını göster